Ahmet Doğan İlbey
Tarihten bugüne vatan hainleri
Tarihten bugüne vatan hainleri
“Vatan hainliğinin târifi” başlıklı yazımıza fikir adamı ve şair Memduh Atalay dostumuzdan itiraz geldi:
“Türk münevverliği gazeteciliğe düşmemeli… o kadrolar dolu … siz Cemil Meriç kadrosundansınız… PKK’nın Avrupa temsilcileri ve HDP’nın milletvekilleriyle Dolmabahçe’de oturup pazarlık görüşmesi yapan devrin Başbakan Yardımcısı ve bazı Bakanlar da vatan hainliği târifine girmez mi…?”
Asil bir ikaz bu. Doğrudur, bir zamanlar Dolmabahçe’de sözde “açılım” adıyla devletin bütünlüğüne zarar verici görüşmeyi yapanlar kasıtlı olmasa da, gaflet ve dalalet içinde bulunduklarından dolayı türlü türlü olan hainliğin bir derecesine girmişlerdir.
Sultan Abdülaziz ve Abdülhamid Han devirlerinin hainleri ya Fransız’a, ya İngiliz’e sığınırlardı. Bu devletlerin taktik ve destekleriyle Padişaha Avrupa lehinde ıslahat yapmayı dayatırlar, yâni iktidarı terk et mânasına gelen mektuplar gönderirler, gazete ve dergiler çıkararak ajanlığını yaptıkları ülke adına muhbirlik yaparlardı. Türkiye’nin yazgısına bakın ki ülkesinden çıkıp hainliğe soyunanların alayı Avrupa’nın merkezlerinde besleniyor ve ülkesine karşı “demokrasi, hukuk, hürriyet” gibi isteklerle yönlendiriliyordu.
Vatan hainliği bazan Namık Kemal’in geçici olarak yaşadığı düşüncelerle de başlar. Ali Süâvî Londra’da çıkardığı Muhbir gazetesini, Namık Kemal, Ziya Paşa gibi Jön Türkler 1868’de Paris’te Hürriyet gazetesini çıkarmışlardı. Bu gazetelerle Devlet-i Âliye’yi düşman yardım ve teşvikiyle tehdit ediyor, askerî ve sivil bürokrasi eliyle Padişah aleyhinde kışkırtıcılık ve Avrupa lehine istihbarat görevi yapıyorlardı.
VATAN HAİNLİĞİ DEYİNCE JÖNTÜRKLER AKLA GELİR
Vatan hainliği deyince çokça Jöntürkler akla gelir. Hainler, “hürriyet ve istibdat” dolayısıyla vatanı terk ettiklerini söyleseler de çok zaman bu gayelerinin dışına çıkmış, farklı iktidar hırsıyla devlet ve millet düşmanlarıyla işbirliği yaparak ihânet içinde olmuşlardır.
Vatanlarını Avrupa’ya şikâyete çıkan Jöntürklerden Ali Şefkatî İtalya’dan karıştırmaya çalışır Devlet-i âliye’yi. Napoli ve Cenevre’de İstikbâl gazetesini çıkartarak gizli yollardan İstanbul’daki hainliğe aday olan Tıbbiye talebelerine gönderiyordu. Bu taife, Kemalist Cumhuriyetin kurucularının zihniyetinde olan, “Bunca zamandır Âl-i Osman hükümran oldu. Biraz da Âl-i Midhat saltanat sürsün! Olmazsa Âl-i Osman, olsun Âl-i Midhat!” diyen hainlerin başı Midhat Paşa’ya hizmet ediyorlardı.
DÜŞMANA SIĞINAN İLK HAİN MİDHAT PAŞA’DIR
“Osmanlı târihinde yabancı devlet kapısına sığınan ilk Sadrâzam Midhat Paşa’dır.” Kaynaklarda anlatıldığı üzere “Fransız Konsolosluğuna gitmekliğim, târih-i ömrümün bir lekesidir ki, yalnız bana değil, evlâd u a’kâbıma (arkam, ardım olan çocuklarıma) dahi kalacak bir şeyn-ü ar (yüzkarası olmuş namus) olduğunu itiraf ederim.”
VATAN HAİNLERİNDEN ÇOK ÇEKEN SULTAN ABDÜLHAMİD HAN
Abdülhamid Han’ın eniştesi Damat Mahmut Paşa ve oğlu Prens Sabahaddin, sözde istibdat rejimini bahane ederek, Paris’te kendilerini bekleyen hain Jöntürklerle işbirliği yapan trajik birer vatan hainleridir. Prens Sabahattin hain değil, âdem-i merkeziyet fikirlerinden dolayı vatanını terk etmiştir, diyenlere ifade edelim ki, bu düşüncesinden dolayı değil, düşüncesini düşman devletlerle işbirliği yaparak gerçekleştirmek istediği için haindir. Aynı devlet ve millet zemininde fikrî ve siyasî muhalif olmak ayrıdır, gayesini düşman bir devletle işbirliği yaparak gerçekleştirmek düşüncesi ayrıdır.
Vatan hainliğinin bir başka numunesi de Abdülhamid Han’ı Avrupa merkezlerinden sıkıştırmak yoluyla iktidarı ele geçirmek isteyen Jöntürklerin elebaşlarından Ahmet Rızâ’dır. Bu hain taifesinin hainliklerini Sultan Abdülhamid Han’dan dinleyelim:
“Bunca okumuş, düşünmüş, kendisini dâvasına vermiş vatan evlâdının cibilliyetsiz çıkacağını kabul edemem. Sâdece aldandılar, derim. Aldandılar ama, cezalarını kendilerinden çok, aldanmayan milyonlarca masum vatan evlâdı çekti! Hem öldüler, hem de vatandan oldular! Kendilerine Jön Türkler denilen kimseler aslında üç-beş kişidir. Bunlar yıllarca Avrupa’da benim aleyhimde çalışmışlar, benim aleyhimde çalışmanın vatanın da aleyhinde çalışmak demek olduğunu düşünmeden yazmışlar, çizmişler, söylemişlerdir. Çıkardıkları gazeteleri gizlice memlekete sokmanın yolunu büyük devletlere arkalarını dayayarak buluyorlardı. İngilizler, Fransızlar, Ruslar, hattâ Almanlar ve Avusturyalılar yâni bütün büyük Avrupa devletleri, menfaatlerini Osmanlı mülkünün parçalanmasında bulmuşlardır.”
Darbe ile “hâl” edildikten sonra devrin Rus ve Alman elçilerinin, kaçması için yardım tekliflerine karşı Sultan Abdülhamid Han’ın sözleri bütün vatan hainlerine ibret olacak sözlerdir:
“Etlerimi cımbızla koparacaklarını da bilsem, bir ecnebi devlete ilticayı düşünmem. Vatanımdan kaçmak mûcib-i ardır(namus sebebidir). Hattâ bu, benim gibi otuz üç sene bir devlete padişahlık etmiş bir insanın irtikap edemeyeceği en büyük alçaklıktır.”
HAİNLİĞİ EDEBİYAT YOLUYLA YAPANLAR
Hainliği sözde edebiyat yoluyla da yapanlar var. Roman yazarak Türkiye’yi, yâni Müslümanları Batı’ya kıyıcı ve adâletsiz olarak gösteren ve hainliğinin karşılığı olarak Nobel ödülü alan Orhanoviç Pamukyan da bir başka hain türüdür. Edebiyat ve düşünce yoluyla hainlik eden taifenin ilk numunesi olarak Tevfik Fikret ve oğlu Hâluk Fikret’i sayabiliriz. Baba Fikret, “Milletim nev’i beşer, vatanım rûy-i zemin, Kitabım sahn-ı tabiat kitabı, din-i hak, bence din-i hayat ” demekle, oğul Fikret ise mühendislik tahsili için gittiği Amerika’da Protestan papaz olmakla millet hüviyetine hainlik etmişlerdir.
Menderes’in Demokrat Parti devrinde “Vatana kazandırılması düşünülerek affedilen” komünist şair Nazım Hikmet, serbest kaldığında ilk işi kaçıp Sovyet Rusya’da, Avrupa’nın sosyalist ülkelerinde yazıları ve radyo konuşmalarıyla ölene kadar Türkiye’ye hainlik etmiş azılı hainlerdir ki bu ülkede onun vatan hainliğini şiar edinenler çoktur.
KEMALİZM VATAN HAİNLİĞİ ANLAYIŞINI DEĞİŞTİRİYOR
Kemalist Cumhuriyetin, yâni resmî ideolojinin muhalifi olanların hain ilân edildikleri malûm. Meselâ; İskilip Âtıf Hoca, Said Nursi Hz.leri Kemalist rejime karşı İslâmca fikirleriyle muhalif oldukları için hain ilân edilmiştir. Oysa bu âlim ve fâzıl insanlar hain değildirler.
Hainliğin şartlarını ve muhtevasını kendi devrimci ideolojileriyle çatışıp çatışmadığına bakarak belirleyen Kemalist sistemin sahibi “Nutuk” ta Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Refet Bele, A. Fuat Cebesoy gibi paşaları vatan hainliği ile suçlaması tamamen indî ve ideolojiktir, Dahası bu paşalar tavır ve düşünceleriyle tek adam otokrasisine dayanmayan bir Cumhuriyet taraftarı oldukları için hain sayılmışlardır.
Kemalist devlet, vatana ihânet kavramını “Cumhuriyet rejimini ve rejimin ortaya koyduğu temel yapıyı yıkmak için harekette bulunanların eylemi” şeklinde kanunlaştırmış ve ardından 15 Nisan 1923 tarihinde “Hıyânet-i Vataniye Kanunu” nun vatan hainini târif eden birinci maddesini, İslâmî müesseseleri düşünce ve eylem yoluyla talep edenleri ihtiva edecek şeklinde değiştirmiş ve “Saltanatın ilgasına ve hukuk-u hâkimiyet ve hükmüranîsinin (…) Büyük Millet Meclisi’nin şahsiyet-i mâneviyesinde mündemiç bulunduğuna dair (…) karar hilâfına (…) muhalefet veya ifsadat veya neşriyatta bulunan hain-i vatan addolunur” ifadesi ilâve edilerek saltanatı geri getirmeye çalışanların vatan haini sayılacakları hükme bağlanmıştır.
VATAN HAİNLİĞİ KEMALİST REJİME GÖRE HER DARBEDE DEĞİŞİYOR
“İslâmcı bir ayaklanma” olarak gösterilen “Şeyh Sait ayaklanması” üzerine 1925’de Hıyânet-i Vataniye Kanunu’na yeni bir ilâve daha yapılır ve “Dini veya mukaddesat-ı diniye’yi siyasî gayelere âlet ittihaz maksadiyle cemiyetler teşkili memnudur (yasaktır). Bu kabil cemiyetleri teşkil edenler veya bu cemiyetlere dahil olanlar hain-i vatan addolunur” şeklinde ifade edilir. Vatan hainliğinin muhtevası birkaç yıl sonra, hilâfeti ve Kur’ân harflerini talep edenleri ve inkılâplara karşı olanları içine alacak şekilde daha da genişletilerek Kemalist Cumhuriyet rejimine uygun olarak değiştirilir.
Vatan hainliği kavramı, Atatürkçü Cumhuriyetin laikçiliğinde “gevşeme görüldükçe” 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül darbe anayasalarında da “dinin politikaya âlet edilemeyeceği…” ve “Atatürk milliyetçiliğinin tayin ettiği cumhuriyet rejimini yıkmak ve ortadan kaldırmak…” şeklinde yeniden târif edilerek pekiştirilir.
Şüphesiz ki bu târifler, din ü millet ve din ü devlet anlayışına uygun vatan hainliğini ihtiva eden târifler olamaz. Çünkü kendi fikir ve gayesine veya bir oligarşik grubun zorbaca dikte ettiği siteme uygun tariflerdir. Hainliğin ölçüsü, içeride ve dışarıda vatanı ecnebilere gambazlamak, onlarla çeşitli şekillerde işbirliği yapmak ve düşman yurduna kaçıp sığınmak gibi fiiller olmasına rağmen, Kemalist rejimin ölçülerine göre, İslâmî zeminde vatan ve milletle bütünleşenler hain sayılmışlardır.
Hülâsa bir ifadeyle, “Sıkışınca yabancıya sığınmanın” adıdır vatan hainliği.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.