Ahmet Doğan İlbey
Ömür gidiyor şol yel esip geçmiş gibi
Ömür sermayesini boş yere tüketip yaşımızı başımızı aldığımızı fark edince, Erzurumlu Âşık Emrah’ın “Hazan ile geçti şu benim ömrüm” türküsü içimize bir topak gibi nasılda oturuyor öyle.
Yaşlandığımızı, ömrün âhirine geldiğimizi hissedince, Yunus Emre Hazretlerinin mısraları nasılda çöküyor içimize: “Geldi geçti ömrüm benim / Şol yel esip geçmiş gibi / Hele bana şöyle geldi / Bir göz yumup açmış gibi.”
İçimize dert olan, bu mısraların mânasınca yel gibi gelip giden ömrün hakkını veremeyişimizdir. Yaşlanmak ve ömrün sonuna gelmek şikâyet edilecek bir hâl değil. Yaşlılıktan, ömrün âhirine gelmekten modernler ve nadânlar şikâyetçi olurlar.
Ömrünü heba edenlerin ah ü vah’ını çokça türkülerden öğreniriz: “Geldi geçti benim ömrüm / Ömrüm kadrini bilmedim / Bir kuş gibi uçtu ömrüm / (…) / Satılmazsın alayım seni / Nerelerde bulayım seni / Eyvah beni eyvah beni…”
Ömrün kıymetini bilmeyip, parayla satın alınacak bir meta olduğunu veya parayla ömrün iyi geçeceğini sanan modern gâfiller işte böyle kıvranırlar.
Üstad Necip Fâzıl, “Tam otuz yıl, saatim işlemiş ben durmuşum / Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum” mısralarını niçin yazmıştır? Ömür sermayesinin bir kısmını gafletle geçirdiğine hayıflanmış olamaz mı?
Cüneyd-i Bağdadi Hz. leri ömür sermayesini heba ettiğinden kaygı duyuyorsa, modern zaman Müslümanları ömrünün her ânını üfleyerek kullanması gerekmez mi? Okuyanların malûmudur:
Bağdadî Hz.leri yolda bir buz satıcısının “Sermayesi erimekte olan bu insana merhamet edin!” nidasını duyunca düşüp bayılır. Niçin bayıldığını soranlara, “Satıcı buzunun erimesine üzülüyorsa, ben ömür sermayem erirken ne yapmaktayım?” düşüncesiyle bayıldığını söyler.(Cüneyd-i Bağdadi, Süleyman Uludağ, T. Diyanet Vakfı)
İşte böyle, bahşedilen ömür buz misali eriyip tükeniyor. Veyl, kıymetini bilmeyenlere!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.