Ahmet Doğan İlbey
Kemalizm’in ihânetini yazan Türkçe’nin hasbî müdâfii D. Mehmet Doğan
Yıl 1978. İdeolojilerin kol gezdiği yıllar… “Kabukta kalmış” ham bir Türk milliyetçisi olarak mensubu olduğu Türkiye’nin asıl kimliğini ve yakın tarihini arayan Anadolu’da bir genç…
Vurdulu kırdılı, içi doldurulmamış ham hamaset dolu kitaplardan Türk milliyetçiliğini, bu ülkenin yakın tarihini ve millet kimliğini ezber etmeye çalışan toy bir insan “Batılılaşma İhâneti” adlı kitapla buluşuyor ve bir gecenin sabahına varmadan okuyup bitiriyor.
O geceye kadar okuduğu Türkçü-milliyetçi düşünceyi ve yakın tarihi anlatan kitapların hepsi boşa çıkıyor… Bu kitap uyandırıyor onu. Okuduğu kitapların eksik ve Atatürkçü tarih anlayışı zemininde yazılmış “milliyetçi düşünce” kitapları olduğunu fark ediyor.
Bu genç ilerleyen yıllarda tanışıp bilişmediği bu kitabın yazarının, sadece yazar demek doğru değil, fikir ve irfan ehlinin neşredilen her kitabını susamış birinin suya kanması gibi okudu.
Türkçe’nin hâmisi ve üslûpkârı Türkiye Yazarlar Birliği Şeref Başkanı D. Mehmet Doğan’dan bahsediyoruz. Bir ömür boyu bütün gücünü Türk diline, Türkçe lügatlere hasreden bir adam… Adam olmanın tam karşılığı… Fildişi kulesine çekilmiş bir aydın değil, hakiki bir münevver… Fikirlerini teşkilâtlandıran, tebliğ eden, neşreden, mes’uliyet sahibi bir dâva adamı…
“Tarih ve Toplum” kitabını buluyor ilk önce. Resmî akademik tarih anlayışından uzak, Osmanlı’nın toprak-toplum sistemini sarahat, selaset ve akıcı bir üslûbun hâkim olduğu Türkçe’yle anlatıyor.
“Yalan söyleyen” resmî Cumhuriyet tarihinin “peçesini sıyırmak”, hakikatleri yazmak onun dâvasıydı. Yazdığı kitaplarla Kemalist Cumhuriyetin, etrafı kalın duvarlarla örülü, girilmesi yasak, netameli karanlık odalarına girdi. “Türkiye Cumhuriyeti Tarihine Giriş” kitabıyla, necip milleti aldatan ve değerlerini paymâl eden inkılâpçı Cumhuriyet’in ihânetlerinin gizlendiği, yâni mavi sakalın kırkıncı odası olan odalarını bir bir açıp teşhir etti. Bununla kalmadı; resmî tarihçilerin Millî Mücadele üstüne yalanlarını ortaya serdi.
Osmanlı irfanından kopan Batılılaşma yanlısı Cumhuriyet “elitlerine” karşı tek başına yaptığı dil mücadelesi, yakın tarihte emsali olmayan bir mücadele numunesidir.
Lâdinî Cumhuriyet oligarklarının dil katliamcısı, yâni Türkçe’nin katili olduğunu, altmış bin kelimelik lügatimizi onbeş bine düşürdüklerini, katledilen kelimelerin yerine şuurumuza bıçak gibi sokulan uydurukça kelimelerin hâfızamıza ettiği işkenceyi onun “Yüzyılın Soykırımı” kitabından okuyup öğrenmemiş olsaydık, bu güruhun millî kültür adına işledikleri cürümlerden haberimiz olmayacak, altı ok cumhuriyetinin melânetlerini bilemeyecektik.
Cumhuriyetin akademik cellâtlarının giyotinleri altında bir bir infaz edilen bin yıllık ana sütü gibi helâl Türkçemizin katillerinin eşkâlini ve kimliklerini, liselerde, üniversitelerde okutulması gereken bu kitaptan öğrendik.
Bu kitap bize, ihânet eden inkılâpçıların kendi milletine dil soykırımı uyguladığını, dil katliamının mankurtlaştırma projesi ve hâfızasını yitirmiş nesillerin dil katliamının maktulleri olduğunu öğretti. Nezdimizde şuurumuzu uyandırıcı en tesirli kitabıdır onun.
Dili yağmalanan milletimizin bin yıllık hâfızası olan İslâmlaşmış Türkçemizin yeniden eski gücüne kavuşması ve medeniyet dili olması için tek başına verdiği mücadele el’an devam ediyor. Defalarca basılan, her dem tazelediği ve genişlettiği “Büyük Türkçe Sözlük” onun tek kişilik bir millî kültür savaşçısı olduğunun vesikasıdır.
Muasır, yâni asrî, bir başka ifadeyle köklerinden kopuk Cumhuriyet’in aslında bir “mağlûbiyet ideolojisi” ve “halksız bir cumhuriyet” olduğunu onun “Mağlûbiyet İdeolojisinin Sonu” kitabından okudukça Cumhuriyet’in şeflerince aldatıldığımızı anladık. Dahası bu kitaptan, Cumhuriyet’in bizim için ilk ve parlak bir devlet olmadığını, ondan önce bin yıllık medeniyet sahibi muhteşem devlet kuruculuğumuzun olduğunu tahsil ettik.
Bizim heyecanlı ve ateşli nesil, hüzünlü İslâm Şairi Mehmed Âkif, mütefekkir Nurettin Topçu, üstad Necip Fazıl gibi edebî ve fikrî cedlerini onun üslûplu ve zengin Türkçesiyle yazdığı kitaplardan daha kavrayıcı bir şekilde öğrendi. “İstiklâl Marşı’nın Bir Meydan Okuma” olduğunu onun “Câmideki Şair Mehmed Âkif” kitabından okudukça millet ve istiklâl şuurumuz tam yerine geldi ve hepimiz birer “Âkif” olduk.
İnkılâpçı Cumhuriyet güruhunun “redd-i miras” ettiği edebiyat klasiklerimizin akıbetini ve nasıl ihya edilebileceğini onun “Neden Klasiklerimiz Yok” kitabından öğreniyoruz. Yapılan kıyım karşısında önce öfkemiz artıyor, fakat sonra varlığından haberdar olduğumuz klasiklerimizin verdiği mânevî güçle rahatlıyoruz.
Hülâsa-i kelâm, Türkçe için tek başına verdiği savaştan ve ihya ettiği Türkçe lügatten dolayı “Türk dilinin hasbî müdafii D. Mehmet Doğan” ibaresi yazılı levhalar Türk Dil Kurumu’nun alnının çatına ve Ankara’nın muhtelif meydanlarına millî kültür savaşımızın nişân-ı zîşânı olarak asılmalıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.