Ahmet Doğan İlbey
Kaldırım imarına değil, gönül imarına ihtiyaç var
Semerkand dergisinin Ekim 2015 sayısında Ali Yurtgezen hoca “T, Ziya Ergunel” müstearıyla yazdığı “VİRANI İMAR EYLE!” başlıklı yazısında gönlümü sürur veren ve cezbeye kapıldığım mevzudan bahsetmiş ki ulvî mânada sancılandım yine. “Hüzün”, “Beytü’l hazen”, “Beytü’l ahzân” ve “Elest Meclisi”gibi her Müslümanın yüreğinde taşıması gereken en derûnî hassalarımızı yazmış. Okurken vecde geçtim. Birkaç satırını şifa niyetine okuyalım:
“İşlediği bir hata sebebiyle daha evvel yaşadığı güzel halleri ve huzuru kaybeden, o hatanın kalbinde yaptığı tahribattan rahatsız olan sofiler mürşitlerine gelerek himmet isterler. Kalplerinin kararmış, kirlenmiş, viran olmuş hâline razı değildirler. İmar edilmesi için ehline müracaat etmeleri tabidir. Havâtırın geldiği yer olması hasebiyle kalp yahut gönüle mecazen ‘hatır’ da denilebilir. Nitekim ‘hatır yıkmak’ tabiri, kalp kırmak, gönül yıkmak mânasınadır. Hatırın tamir edilmesi de kalbin tamir edilmesidir. Bu tamirle hem işlenen günahların yıkıp viraneye döndürdüğü kalp yeniden imar edilecek, hem de kalbe şeytanî ve nefsanî havâtırı tanıyıp, bunlara mani oma kabiliyeti kazandırılacaktır.”
“Kalbin tamiri, onun ‘beytü’l-hazen’ yani ‘hüzün evi’ olma husuiyetinin de muhafazasıdır aynı zamanda. Mümin her daim mahzundur. Çünkü dünya gurbetinde sılasından ve aslından ayrı olduğunun farkındadır. Şen şakrak olmak, çok gülmek gaflet alametidir. Dünyadan zevk almak için nefsin teşvik ettiği neşe
ve eğlence arayışı, eninde sonunda günah batağına sürükler. İnsanı. Mümin böyle bir felaketten beyt’ül hazen kılınmış kalbine sığınarak kurtulabilecektir.
‘Beytü’l hazen’ tabirinde Yakup a.s.’a da telmih vardır. Hz. Yakup a.s.’ın, çok sevdiği oğlu Yusuf’u kaybettikten sonra çekilip senelerce gözyaşı döktüğü kulübesine ‘beytü’l ahzân’yahut ‘külbe-i ahzân’ adı verilmiştir. Yakup a.s.’ın külbe-i ahzân’daki hâli, Cemal-i Mutlak olan Allah Tealâ’ya muhabbetle yönelip, O’na bu dünyada iken kavuşmayı dileyen dervişlere örnek gösterilmiştir.”
“Kısacası tövbede sabırla, azimle ısrar etmek gerekir. Tövbe Elest Meclisi’ndeki ahdin tazelenmesidir Tövbeyi tutmak, ahde sadakat er kişin karcıdır. Fakat hata ve günah da insan içindir. Bu şekilde düşülen yanlıştan sonra tuttuğumuz eli bırakmadan kalpteki tahribatı tamir ettirmenin çaresine baklımalıdır.”
“REKABETTEN UHUVVETE”
Ali Yurtgezen hoca, adı geçen dergide “Rekabetten Uhuvvete” yazısında da günümüzün azılı problemlerinden birine temas ediyor. Müslümanları dahi pençesine alan rekabetin verdiği hırsı yaşamayan kaç Müslüman vardır? Her sahada rekabet hırsının alıp başını gittiği, kapitalizmin her Müslümanın aklını çeldiği, ruhu ve geleneği olmayan modern bu çağda rekabet hırsının Müslümanın meziyetinin olmadığını, Müslümanın “Ahi” meşrep olması gerektiğini çoğu Müslüman unuttu gitti. Ali Hocanın “Rekabetten Uhuvvete” yazısı kanayan bu yaramıza çâre gösteriyor. Şu birkaç satır bizi yazının tamamını okumaya sevk edecektir:
“Piyasadaki kalitesizlikten, beceri yetersizliğinden, güvensizlikten, ölçüsüz bir kazanma hırsının sevk ettiği düşmanca rekabetten herkes rahatsız. Çare arayışıyla geçmişe dönüp ahilik sistemini bugüne uyarlamaya çalışanlar var. Fakat sistemin özünü, temelindeki tasavvuf terbiyesini ıskaladıklarından taşıdıkları şeklî unsurlar işe yaramıyor.”
------------------------------------
KABİL GÖMLEĞİ ÜZERİMİZDEYKEN İSMAİL KURBANIN NERESİNDE?
“İyi yazı” fikir, kütük, nakış ve yeni sözler hendesi bir disiplin içinde bazen bir sayha, bazen içimi aydınlatan bir fener, bazen de akıl ve hafızamızı geniş bir zaman dilimi içinde çalıştırıcı bir görevi yerine getirir ki şu sıralar mevkuteler az rastlanır oldu. Kuru yavan, takur tukur yazılar okuyanı havanlandırmaz, alıp götürmez mâna âlemine.Yüreğe işleyen sözler söylemez. Tutanak gibidir; sıkar insanı. Haddim değil tavsif etmek ama işte “İyi yazı” örneğini bu kez şair ve fikir adamlığıyla temayüz eden Memduh Atalay yazmış ki, damarlarımız
giriyor. İyi yazının erbabı için iki ayrı yazısından bazı bölümlerini paylaşmak vacip oldu:
“Bazı kelimeler vardır tadına doyulmaz: kurban, gardaş, gönül, can, dost ve daha nicesi... Ama kurban kelimesi zihnimizde, kalbimizde hem masum Habil'i, hem teslim olmuş İsmail'i taşır ki şuurlu veya şuursuz kullanılsın kurban denildiğinde bir adanmışlık, yakınlık, sözün muhatabına candan yaklaşımı hissettirir. Dini anlamda ise kendisiyle Allah'a yaklaşılan şeyi özel olarak da Allah'a yakınlık sağlamak yani ibadet (kurbet) amacıyla belli vakitte belli cinsten hayvanları kesmeyi ve bu amaçla kesilen hayvanı ifade eder.
Diriliş Üstadının dediği gibi "Çoraklaşan ruhumuza, kandil geceleri ile Ramazan ile arınamayan alışkanlıkların ve hevesin zincirinden çıkamayan benliğe metafizik bir ışık gibi düşer kurban. Daha bir hafta evvel 'hayvan' olarak adlandırılan mahluk artık kurban sıfatını kazanmıştır ve konuşmaktadır. Der ki kurban: Ey insan ben bir hayvan olduğum halde kusursuzum ve Allah'a kurban adayıyım, ya sen?". Bu soru ile metafizik bir çarpılma yaşar insan eğer tüm damarlarını öldürmemişse. Tüm kutsal aylar boyunca arınmayan insana çağrı bu kez kurbanla gelmiştir. Ve insan düşünüp ben de kurban adayı olmalıyım diyerek ya secdeye dönmeyi seçer veya hayvandan aşağı düşmeyi.
Musa'nın kavmi sarı inek konusunda tereddüt yaşamış en son Musa (a.s) Cenabı Hak'tan tam tarif almış ve kavmine bildirmişti. Bakara suresinde "Ardından ineği boğazladılar az kalsın yapmayacaklardı." Diye bir ayetle insanoğlunun karakterine dair bir hakikati ortaya koyar. Bediüzzaman Hazretleri Mısır'da, Nil civarında bakarperestlik akidesinin yaygın olduğunu (tarım toplumunun en önemli aracı olan öküzü Rezzak gibi algılama akidesinden bahseder ve Hazreti Musa'nın bu kurbanla bakarperestlik akidesini ortadan kaldırdığını)söyler. Yüzlerce müfessir yüzlerce farklı anlam yakalamıştır. Ve kıyamete değin yeni anlamlar bulunacaktır.
Biz şimdi nerdeyiz? Rızkı, gücü,hakimiyeti kime atfediyoruz, Habile mi yoksa Kabile mi yakınız? İsmail teslimiyetinden iz taşıyor mu kurbanlarımız? Yahut sözüne sadakatten dönmeyen İbrahim (a.s) 'ın "tek kişilik ümmet" olan muvahhit duruşunun neresindeyiz?
Coğrafyamızda, Efendimiz (sav)'i kabrinde muazzep kılacak işler, nifaklar, düşmanlıklar sürerken, hakimiyeti, rızkı sebeplere ve ABD ve AVRUPA'YA hasrederken bizim kurbanlarımız nerede duruyor? Kaç kilo kıyma, kaç kilo kemik, kaç kilo et derdindeyken ve sofralara yoksullar konuk edilmezken etin, kanın, derinin bir anlamı var mı? İslam coğrafyasından Avrupa'nın merhametine kaçarken denizde boğulup karaya vuran Aylan bebeğin gölgesi kurbanlarımızın üzerinde durmuyor mu?
Hele hele kurbanı tatil zannederek denize kaçanlar, et, kemik zannederek telaşe düşenler bizlerin bir şekilde tanıdığı, akrabası, eşi dostuyken... Tebliğ yükümlülüğümüz ve güzel örnek olma sorumluluğumuz yakınlarımıza bile değmemişse halimiz nedir, ahvalimiz nicedir?
Fert fert içimizdeki kini, düşmanlığı, hasedi, hırsı kesmedikçe, Allah' a kurban olma yarışından kula kul olma derekesine düşmüşken deve boğazlasak ne olacak ki? Suriyeli işçileri düşük ücretle sömürüp hayvanın bile barınmayacağı evleri yüksek fiyatla kiraya verdikten sonra kesilen kurban bizim yaklaşma aracımız mı yoksa Hak'tan uzaklaşma sebebimiz mi?
Evet ruhlar da bedenler gibidir. Öyle hastalıklar vardır ki ilaç kâr etmez. Ruh da dünyevileşme, Hak'tan sapma hastalığına düşmüşse Ramazan'da da Kurban'da da, mübarek gecelerde de takımının kederiyle ölü girer ölü çıkar. Coğrafyamız, duamız değilse; coğrafyamız kederimiz olamamışsa; olan şeylerin olmaması için bir tavır takınmıyorsak, canı, canana kurban veremeyeceksek, din kardeşimize Kabil bıçağı bilemişsek, bıçaksız katillik olan iftiradan beri tutmuyorsak nefsimizi, en fenası kardeşliğimizi Ecnebi oyunlarının malzemesi haline getirmişsek kurban nerede, bayram nerede?
Görmüyor musunuz coğrafyamızda 'İslam dilleri ile ağıtlar yükselirken İbranice, İngilizce, Almanca kahkahaların yükseldiğini?' Bu kurban nefislerimizin, dünyevi kaygılarımızın, çıkar amaçlı kalp virüsü yaymanın sonu Hak'ta birleşmenin bir miladı olsun coğrafyamıza! Son söz olarak derim ki:
Ey İslam paydasında bana kardeş kılınan bir buçuk milyar kardeşlerim! Ey Türk, Ey Arap, Ey Habeşli Köle, Ey Siyahi, Ey Kafkaslı, Ey kardeşlerim!
Ey gardaş! ey can! canım kurban!!!
----------------------------------
Memduh Atalay’ın fikrimizi toparlayan ve gönlümüze hüzün veren ikinci iyi yazısı:
“KIŞ MEVSİMİ GÖÇ İÇİNİZEDİR”
“Yaz mevsimi insanı şımartır biraz. Her bahçe meyve dolu her ağaç gölgesi barınaktır sanki. Eğer yakıcı sıcak yoksa Cenab-ı Hak "Cemal" ismiyle tecelli eder. Ve biz ünsiyet denen perdeyle nimetlerdeki kudreti görmeyebiliriz. Her nimette olduğu gibi Allah’ı, hesabı, münim-i hakikiyi unutan, nimetleri esbaba veren bir perde iner gözümüze. Yaz sanki zengin sofrası gibidir. Unutturur insana nimetin sahibini. Aynen ziyafeti veren zengini görüp de nimetin asıl sahibini anmamak gibidir halimiz.
'Kışları göç içinizedir ' buyruluyor. Kış mevsiminde Cenab-ı Hak "celal" ismiyle tecelli eder. Yağmur, kar, soğuk hele hele karakış bastırınca insan aczini, fakrını anlar ve Allah'ı daha çok duyumsar. Güneşe, soğuğa, yağmura, kara hükmü geçen yalnızca odur ve ancak O bunların hepsine hükmedebilir. Sanki fakir sofrasıdır kış mevsimi. Allah’ı unutarak nimet azgınlığına düşülmez kolay kolay. Divan Edebiyatında kış ile baharın çekişmesi öyle güzel anlatılır ki "bahariye" ve "şıtaiye"lerde sanki iki rakip, iki ayrı tecellinin güzelliğini sunar insana.
Şimdi mevsim kışa dönerken, allı yeşilli kurutmalar, acı tatlı kışlık yiyecekler, bulgur, un, tarhana ve daha onlarca zahire tedarikinin sonuna doğru gelirken, köylerde katırlarla çekilen odunlar istif edilirken, bağlardan evlere göç zamanı başlamışken kış daha gelmeden içimde başlayan "göç" ü dile getirmek meramındayım:
Ey kış öyle yağmurlar getir ki her zerremize işleyen kapitalist kiri yıkasın! Ey kış öyle karlar getir ki kararan yüreğimize lapa lapa yağsın da arınalım! Ey kış öyle bir göç olsun ki içimize gökkuşağı haline gelen evlatlarımız bir "içleri" olduklarını fark etsin!
Ey kış öyle üşüt ki Uludağ'da kış sefası yapan şömineli zenginleri Suriyelilerin çadırlarına odun taşısınlar! Ey kış öyle kapla ki Ortadoğu'yu mezar bulamayan "ölülerimize" sen kefen ol!
Ey kış öyle bir gel ki sinendeki baharı hissedelim! Ey kış öyle bir gel ki
Anne babasız çocuklara, Suriyeli gariplere, Yolda kalmışlara, Kimsesizlere, evsizlere, Yüreği yanıklara, Âşıklara, Hasretle bekleyen analara, Dua yüklü dedelere, Rahman'dan haber getir, Mikail(as)dan dan selam getir, cennetten iksir getir, maveradan ışık getir, kış elbisesine bürülü bir DİRİLİŞ ruhu getir!
Zalimlere, merhametsizlere, kesesi kapalı zenginlere, vahşi kapitalistlere, Allah düşmanı kâfirlere "Ebabil"den bir taş getir.
Ey kış rahmetin mazlumlara, zahmetin zalimlere olsun!”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.