Ahmet Doğan İlbey
Bâtıl Türkçülüğü öven bir yazıyı paylaşmak gaflettir!
Ey azizan!
Elhamdülillâh Hakk’a tapan Türk milletindeniz . Hayli zamandır bu sütunda, Hadiümü’l Harameyn olan ve İslâmlaşınca millet olmak vasfını kazanan Türklerin idrakini bir asırdır ve hâlen karıştıran bâtıl ve seküler Türkçülüğün ârızalarını göstermeye, mensubu olmaktan şeref duyduğumuz hilafet sahipliği yapan Hakk’a tapan Türklerin bâtıl, yâni İslâm dışı tesbit ve târiflerden, ideoloji ve fikirlerden korumaya gayret ediyoruz. Kararınca karınca da olsa emek zayi olmuyor. Fakat bizi şaşırtanlar da olmuyor değil.
Şehit Muhsin Yazıcıoğlu’nun yol arkadaşıyım, alperenim, Türk milliyetçisiyim, diyen bir zatın, Soner Yalçın denen kafa karıştırıcı gazetecinin 27 Mart 2015 tarihinde Sözcü gazetesinde yazdığı “Bozkurt mu Mankurt mu?” yazısını “Türk’üm diyen herkes okumalı: Soner Yalçın’ın Güzel bir yazısı” başlığıyla face sayfasında paylaşması cidden üzücü bir vak’adır. İşin daha da tuhafı bu yazıyı paylaşan ve takdir edenler var. Adı geçen lâdinî-ulusalcı gazetecinin bâtıl Türkçülüğü öven ârızalı yazının büyük bir kısmı şöyle:
“Bak sana ne anlatacağım..?
Bu yazacaklarımı MHP’nin “parti okulu“nda bulamazsın.
Unutturdular sana çünkü…
Gagavuz Türk‘ü, Hıristiyan’dır.
Yunanistan’daki Karaman Türk’ü de, Hıristiyan’dır.
Karaim ya da Hazar Türk’ü, Yahudi‘dir…
Altaylar, Tengrici’dir.
Saha-Yakut Türkleri Şaman‘dır.
Uygur Türk‘ünün kimi Budist’tir.
Azeri Türk’ü ya da İran Türk’ü Şii‘dir.
Anadolu Türkmen‘i Alevi’dir.
Ne sandın?
“Türk milliyetçisi” denilince aklına sadece Müslüman Sünni mi geliyor?
“Türk milliyetçiyiz” diyerek kimin ahlakını kime dayatıyorsun?
Bak kardeşim!
Dünyada ilk “Türk Derneği”, Macaristan-Budapeşte’de 1908 yılında açıldı. Üniversitelerde ilk Türkoloji kürsüsü 1870 yılında Budapeşte’de kuruldu.
Macar Türklerini bilir misin? Turan fikrinin nereden doğduğunu sanıyorsun?
Bugün…Sadece Devlet Bahçeli‘yi bilmekle olmaz Gabor Vona‘yı da bileceksin!
Hâlâ Necip Fazıl mı okuyorsun; oysa Attila Jozsef‘i okumalısın!
Hadi Yusuf Akçura’yı, Sultan Galiyev’i bildiğini düşüneyim; Turar Rıskulov‘u ya da Ethem Nejat‘ı bilir misin?
Sahiden “sağ” nedir, “sol” nedir hiç kafa yordun mu?
Tarihindeki Türk milliyetçi hareketler sömürgeciliğe karşı çıkarken, senin neoliberalizme/ vahşi kapatilizme karşı neden hiç sesin çıkmıyor?
Evet sen kardeşim!..
“Türk milliyetçileri” adını kullanarak kimin ahlakını kime dayatıyorsun?
Kızma bana…
Bak sana bir Türk efsanesini hatırlatayım.
Aytmatov uyarısı
Cengiz Aytmatov’u bilirsin.
Kırgız Türk’ü…
Türk birliğinin yılmaz savunucusu.
Dünya edebiyatına armağan ettiğimiz Lenin ödüllü usta bir kalem…
1980 yılında yazdığı bir romanı var: “Gün Olur Asra Bedel”
Okudun mu? Kişinin, öz köküne yabancılaşmasını anlatır. Bunu Türk “Mankurt Efsanesi”ne dayandırır. Şöyle….
Juan-Juan adlı barbar bir toplum, tutsak ettiği kişileri işe yarar köleler haline getirmek için belleklerini silerek “mankurt” haline getirirmiş..!
Bir insanı “mankurt” yapmak istediklerinde bak ne yaparlar:
- Tutsak kişinin saçları iyice kazınıyor,
- Kafasına devenin boyun derisi gerdirilerek geçiriliyor,
- Tutsak başını yerlere vurmasın diye bir kütüğe bağlanıyor,
- Yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye elleri ayakları bağlı olarak ıssız bir yerde sıcak güneş altında dört beş gün aç susuz bırakılıyor,
- Sıcağın etkisiyle deve derisi büzülüyor ve bir mengene gibi kafayı sıkıştırıyor,
- Deve derisinin artık kafa derisiyle bütünleşmeye başlamasıyla kazınan saçlar yeniden uzamaya başlıyor,
- Fakat, deri kafaya o kadar yapışıyor ki, zaten sert olan deve derisi sıcağın etkisiyle iyice sertleşiyor ve uzayan saçlar deriyi delip uzamasına devam edemiyor,
- Bu nedenle saçlar kafanın dışı yönünde değil, içine doğru uzamaya başlıyor,
- Sıcaktan büzüşen deve derisinin kafatasına yaptığı baskı ve kafanın içinde ters yönde uzayan saçların kafatasını delip, beyne doğru ilerlemesiyle tutsak büyük acılar çekiyor,
- Beşinci günün sonunda tutsakların çoğu ölüyor,
- Sağ kalan tutsak zamanla kendine geliyor; yiyip içerek gücünü toparlıyor.
- Ama o artık bir insan değildir; ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan “mankurt” olmuştur. Artık hafızası yoktur…
Kim olduğunu, hangi soydan geldiğini, anasını, babasını ve çocukluğunu bilmez hale geliyor.
Düşünememektedir…
İnsan olduğunun farkında değildir. Ağzı vardır, dili yoktur; kaçmayı dahi düşünmeyen, hiçbir tehlike arz etmeyen bir köledir sadece.
Bilinci, benliği olmadığı için, sadece efendisine boyun eğen bir köle…
Evet… Mankurt, için önemli olan tek şey efendisinin emirlerini yerine getirmektir…
Akıl yoksunluğunu ifade eden “mankurtlaşma” artık bir kavram olarak kullanılmaktadır.
Anadolu’da “mankafa” derler!..
Kimbilir…
Belki de…
Cengiz Aytmatov “Bozkurtları” uyarmak istemektedir…
Anlayana…
Türk Bayrağı’nın yakılmasını, göklerden/direklerden indirilmesini protesto ettin mi?
Hayır!..
Atatürk heykellerinin parçalanmasını protesto ettin mi?
Hayır!.. (…)Türk kimliğinin-kavramının Anayasa’dan çıkarılmak istenmesini protesto ettin mi?
Hayır!.. (…)
Andımızın kaldırılmasını protesto ettin mi?
Hayır!..
23 Nisan, 19 Mayıs milli bayramlarının kaldırılmasını protesto ettin mi? (…)
Kuzey Irak’ta Türkmenlerin katledilmesini protesto ettin mi?
Hayır!.. (…)
Peki neyi protesto ettin?
Sadece… Bu ülkenin yüz akı sanatçısı Bedri Baykam‘ı protesto ettin..!
Beyoğlu Piramid Sanat Galerisi’nde Almanya, Fransa, Japonya ve ABD’den sanatçıların eserlerinin de yer aldığı “Çırılçıplak” başlıklı sergiyi “ahlaki değerlere” aykırı bulup Taksim‘e sokağa çıktın!
Türk kavramının yok edilmesi, Türk bayrağının yakılması, Atatürk heykelinin parçalanması, Andımız’ın- ulusal bayramlarımızın kaldırılması… protesto ettin mi?”
Yukarıdaki yazıda Türklük kavramı ulusalcı-pozitivist ve İslâm dışı, yâni bâtıl tarafıyla öne çıkarılıyor ve telkin ediliyor. Muhsin Yazıcıoğlu ile yol arkadaşlığı yaptığını beyan eden bir kişinin bunu anlamaması tuhaf ve üzücü… Türklerin, Müslüman olunca Türk olduğuna ve Hakk’a tapan millet vasfını kazandığına inananların bu yazıyı övmesi ve paylaşması garabet üstü garabet…
Bu mevzuda daha önce yazdığımız “Bâtıl Türkçüye göre din yok, inanç ve dil var…” yazımızdaki fikirlerimizi bir daha sunmayı vazife addettik:
Hakk’a tapan Türk gençlerinin Batıl Türkçülerin ifsad edici ve zehirleyici düşüncelerine kapılmaması için bu gürûhun dediklerinin arka plânını anlamak gerek. Birikimi olmayan gençler Türk kelimesinin cazibesi altında dehşet verici şu düşüncelerle kandırılıyor. Yorum yapmadan son paragrafa kadar hülâsa ettiğimiz ifadeler bu gürûha aittir:
BÂTIL TÜRKÇÜYE GÖRE DİN YOK, DİL VE İNANÇ VARDIR
Türklerde din yok, inanç vardır, yâni teşkilâtlanmış din kurumu, halife, ayetullah, papa ya da patrik gibi şeyler yok. Hattâ din adamı kurumu ve tanrıya ibadet edilen mabet, yâni câmii, mescit, cemevi de yok.
Türk inancında tanrı, dinlerin söylediği tanrı değildir. Ne Hıristiyanların, ne
Musevilerin ne de Arap Müslümanlığının kavradığı Allah değildir. Arap Müslümanlığına göre düşünmeye alışmış olan Müslüman Türklerin kafasında varlığın ve kâinatın dışında bir Allah olduğu inancı vardır. O Allah yoktan var ediyor, “Ol” diyor oluyor.
Einstein’ın bir târifi var, varlığı yaratan Allah ve insanların yarattığı Allah diye… Arap Müslümanlığını taşıyan Türkler varlığı yaratan Allah inancındadır ki, bu yanlıştır. Varlığın dışında varlığı yaratan bir tanrı yok. O yüzden Türk inancında ‘Tanrı var mıdır, yok mudur’ tartışması da yoktur. Çünkü Tanrı göktür. Gök dediğimiz uzay, kozmos. Bayat ve mengü… Başlangıcı ve sonu olmayan, sınırsız, ne varsa içine alan ama her var olanın da içinde olan. Varlığın kendisi tanrıdır.
BÂTIL TÜRKÇÜ: “ARAP MÜSLÜMANLIĞI TÜRKLERİ GERİLETMİŞTİR”
Onun için Türk Tengri dendiği zaman gök kastedilir. Allah varlığı kendisinden yaratmıştır. Varlığın kendisi Tanrı’dır. Türk Müslümanlığıyla Arap Müslümanlığını ayıran birinci mesele budur: Tanrı inancı… Bu inanç kaymasından dolayı Türklerin gerilemesinin nedeni Arap Müslümanlığına girmeleridir.
Türkler İslâm’a girmeden önce, yâni eski inancında varlığın kendisi tanrı olunca, Allah’ı bilmenin yolu da bilimdi. Jeolojiyi, gökbilimini, insanların arasındaki tabiat yasalarını bilirsen Allah’ı bilmiş oluyorsun. Bilimle uğraşan Allah yolunda yürüyor. Düşünmek, tanrıya ibadetin kendisidir. Tapınmak, bilim ve düşünce yoluyla tanrıyı bulmak, ona ulaşmak demektir.
Bir istisna olarak Atatürk kurduğu Cumhuriyet’le bu anlayışa karşı çıkarak ve aydınlanmacıların en şuurlusu olarak bilim ve din sentezini oluşturmaya çalıştı ve Arap İslâm’ından uzak modern bilimci Türk ulusu yarattı.
Arap Müslümanlığından arındırılmış Göktanrı inancı ile Yesevi İslâm’ı bilim ve aydınlanmaya açık bir inançtır; Türkler bu inançta kalmalıydı. Emevi, Abbasi ve Osmanlı şeriat İslâm’ı bilim ve aydınlanmaya kapalı bir Arap Müslümanlığı tarzıdır ve Türkler bu dairenin içine girdiği tarihten itibaren geri kalmışlar. Hıristiyan, Karaim Yahudisi, şaman ve benzeri inanca sahip Türkleri dışlamışlardır.
“TÜRK İNANCI HER DİNİN İÇİNDE YAŞAYABİLİR”
Oysa Arap İslâm’ının halife ve din kurumlarına kayıtlı olmadan bilim ve aydınlanmacı Türk inancı her dinin içinde yaşayabilir. Hatta deist ise bile yaşayabilir. Çünkü hedef iyi insan olmaktır. İyilik yapmanın, bilim ve aydınlanmanın içinde tanrı vardır.
Türkler Arap Müslümanlığıyla değil de Göktanrı inancıyla Yesevî İslâm’ını sentez yapan bir inanca sahip olsalardı Einstein, Newton, Darwin Türk olurdu. Fakat bu bilim adamları bu yüzden Türk değil. Eşari İslâm’ıyla bilim, tabiat ve yaratan kavramlarının bir olduğunu kabul etmeyen ve dinsizlik sayan Arap Müslümanlığına girmiş olan Türkler, ne Einstein’in, ne Newton’un, ne de Darwin’in yaşamasına müsaade etmezlerdi.
Türkiye’de bilim ve aydınlanmanın öncüsü Atatürk gibi, Arap
Müslümanlığından sıyrılıp Türk inancı ile yaşıyor olsaydık, ne çevre katliamı olurdu, ne zihnen geri kalmış fakir bir toplum… Her sahada ilerlemiş, uygar ve kalkınmış bir ülke olurduk.
Bu görüşlere aklı olan inanır mı? Ne var ki, Türk mefhumunu istismar ederek, genç dimağları bâtıl Türk anlayışıyla zehirliyorlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.