Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Sizin dükkânınız neresidir?

Üstadlar, “sorulunca konuşun” demişler. Gönlüme sürur geldikçe çokça kullandığım “Dükkân” yahut “Cuma Kapısı” ifadelerinin ne mânaya geldiğini soranların sayısı artınca anlatmak vâcib oldu.

 

“Aşıksızları gördüm ise, yolda kaldı / O sebepten aşk dükkânını kurdum ben işte” diyen Ahmet Yesevi Hazretleri gönül alışverişine çıkanlar için gönlünü ve dergâhını “aşk dükkânı” yapmış. Bu sebeptendir ki dükkân kelimesi nezdimizde muteberdir.

 

Herkesin gittiği bir dükkân vardır elbette. Alıp satılan şeyler farklı. Her dükkânda cem olunmaz, gönül alınıp satılmaz. Bu dükkân neresidir? Avamın dükkânı bakkal, kasap türündendir. Meselâ, Üsküdar'da bir "Attâr Dükkânı" vardı. Okuyanlar bilir ki orası âriflerin sohbet edip gönüllere şifa dağıttıkları bir dükkândı.                 

 

“Her dükkânın ayrı bir sanatı ve kârı vardır. Mesnevî yokluk dükkânıdır oğul. Kunduracıda deri olur. Terzide kumaş olur. Mesnevimiz vahdet dükkânıdır. Orada tevhidden başka ne görürsen puttur” diyen Hz. Mevlânâ’nın dükkân târifi bizim boyumuzu aşar, fakat dükkân fikrimizin en temel ölçülerinden biridir.

 

Şiirlerimizde gönül dükkâna da benzetilir. Bu mânada dükkânın merkezinde bir ehl-i dil, yâni bir ârif kişi vardır. Dolayısıyla böyle bir dükkânın mânevî merkezi ârif kişinin gönlüdür, gönlünden sâdır olanlardır. Dükkânı halkın ihtiyacı olan mal ve eşyanın satıldığı bir yer olarak bilenler dükkânı bu mânada bilemezler. 

 

“CEVAHİR BAHŞEDEN DÜKKÂNI BULUN”

Erbabının şerhlerinden öğrendiğimize göre gönül dükkânı nefsi temizlemekle açılır. Kibir ve kin bu dükkânın kilididir. Bu kilidi kırıp açmak gerek.

Ulularımızdan Emir Sultan Hazretlerinin dediği dükkânı açıp bulanlar elbette bahtiyardır. “Açılmış dükkânlar kurulmuş pazar / Canlar mezad olmuş tellalda gezer / Oturmuş ümmetin beratın yazar / Cevahir bahşeden dükkânı buldum.”                                                                                                            

 

Allah dostlarının dediği üzere cevahir bahşeden dükkânı bulmak lâzım. Fakir gibi daha ham olanlara şimdilik fikir ve gönül tâlim ettiren dükkân yetiyor. Anlatmak istediğim bu dükkândır.

 

Dükkânda birkaç zaman eğleşip sohbetlere dâhil olunca, yüzünüze karşı demezler ama kendiliğinden doğan bir sual içinizde kıvranmaya başlar: Fikir mi, gönül mü, yoksa ikbal mi istemeye geldin?

 

Dükkân ehlinin diline vâkıf olduysanız “fikir ve gönül” dersiniz. “Fikrin ve gönlün tâlibiyim” dediğinizde dükkânda bahtınız açıktır, seyr ü sülûkunuz devam ediyordur. Fikir ve gönül tâlimine tâlib değilseniz bir müddet sonra kendiliğinizden uzaklaşırsınız.                                                                     

 

Müdavimler Bir Hocam’ın tâlipleri, yâni talebeleridir. Bir talebeye, “Dükkâna geleli kaç yıl oldu?” diye sorarsanız, vaktinin dolup mezun edileceği endişesiyle, intisap ettiği günden çok sonraki bir tarihi söyler ki Bir Hocam’ın (Bir Hocam iki kişidir) irşad ve sohbetinden istifadesi kesilmesin. Bundandır ki, Dükkânda mezuniyet yoktur.

 

Sâdık müdâvim olanların gönül kilidi dükkânda açılmış, kendim de dâhil ham gelip sabredenler dükkânda pişmiştir. Kiminin nasibine ilim ve şiir, kiminin nasibine gurbet ve dükkân bekçiliği düşmüştür bu mekânda.

 

KÂRDAN ZİYANDAN GEÇİLEN DÜKKÂN

Fikir ve gönül dükkânı müdavimlerinin gayeleri Yunus Emre Hazretlerinin “Canlar canını buldum, bu canım yağma olsun / Assı ziyandan geçtim, dükkânım yağma olsun” sözünün istikâmetinde yürümektir.

 

Yürüyebilirler mi, muradlarına erebilirler mi? Allah bilir. Elbette bu mânada “Dükkânını yağma etmek” herkesin harcı değil. Çünkü tasavvufta “Dükkân” beden, nefis ve can mânasına gelir. “Dükkânım yağma olsun” sözü nefs-i emarenin, yâni bedenin Allah aşkı yolunda heba olmasını istemenin cezbeli hâlidir.

 

“Assı ziyandan geçmek” yâni kârdan ziyandan geçmek için bir mürşid-i kâmilin dizi dibinde tâlim etmek gerek. Tasavvufta kâr-ziyan, dünyada kazandığı her şeyden vazgeçip nefis perdesini kaldırarak Allah aşkına ulaşmak isteyen dervişin bir mürşid-i kâmile biat etmesi, yâni onunla alışverişe girmesi ve nefsî varlığını atarak aşkla dolu gönlünü verip karşılığında mânevî değerler kazanmasıdır.

 

Gönülden ve muhabbetten vermeden olmaz. Zâhirî mânada nasıl karşılıksız bir şey alınmıyorsa mânevî âlemde de karşılıksız bir şey alınmaz. Yunus Emre Hazretlerinin söylediği mânada kardan-ziyandan geçmek şüphesiz çok derin bir seyr u sülûk ve amel işidir, haddimiz olamaz. “Al gider benden benliği / doldur içime Senliği” demek gerek.                                                                                                                                     

ALIŞVERİŞİ FİKİR VE GÖNÜL OLAN DÜKKÂN

Ali Yurtgezen hocanın “Aşk Olsun!” yazısındaki Şemseddin Sivasî Hz. lerinin “Dükkân-ı anâsırda ettirme sivâ bey’in / Kurtar beni hüsrândan bâzârımı aşk eyle” mısralarının şerhi, dükkân kelimesine yüklediğimiz mânayı anlamamızı kolaylaştırıyor:

 

“Yâ Rab! (Beden denilen şu) unsurlar dükkânında alışverişimi aşk eyle. (Senin aşkından) başka şeyleri alıp sattırma. (Böylece) beni zarara uğramaktan kurtar.”

 

Bu şerh, fikir ve gönül tâlimi için bulundukları mekâna “Dükkân” diyenlerin maksadını ve duruşlarını tam tamına ifade ediyor. Dükkânın maksadı makam, mevki ve dünyalık ikbâl değil, muhabbettir. Dükkâncılar birbirine muhabbet eder. Dükkânlarını gönül evine çevirerek kar ve zarar düşünmezler. Her şeylerini yağma ederek varlıklarını Hakk’a vermek, yâni ”bedenden” vazgeçip “ballar balını bulmaktır” gayeleri.

 

Çünkü, “Bu dükkân’da yalnızca fikir ve gönül alışverişi olur, başka şeyler alınıp satılmaz” diyerek çıkmışlardır yola. Yunus Emre Hazretlerinin sözüyle “Virdi birlikden şarab kıldık dükkânı harab / cümlesini terk ettik assı ziyanımızı” demeye niyet etmişlerdir.

 

Ehli bilir ki “şarap” tasavvvufta “ ilahî aşk ve âb-ı hayat” mânasındadır. Dükkân ehli haddini bilerek kendisini “âb-ı hayat” mertebesinde görmez, bu seviyeyi menzil bilir ve bu gaye için Allah yolunda fikir ve gönül tâlimi yapar. Dükkân bir beden iken aşka, yâni hakikate götüren “şarap” olmuştur. Bu mânada dükkâna şarap içilen meyhâne de denilebilir. İçilen şarap fikir ve mâna şarabıdır.

 

Dükkânımıza “Cuma Kapısı” da denildiği için bu suali de sarahate kavuşturalım. Cuma, Kur’an-ı Azimmüşşan’dan hediye bir kelime. Toplanma, bir araya gelme, cem olmadır ki, buna toplu dostluk mânasını da katalım. Dinimizde Cuma gününün bir bayram olduğu buyrulduğundan, Dükkânda Cuma akşamları cem olunduğundan Cuma Kapısı da denilmektedir.

 

Bir dükkâncı için “Cuma Kapısı bu hafta açıktır…” haberi en sevindirici haberdir. Çünkü gönüllerde dem olmuş dost hasreti o gün vuslata erecektir. Bir dükkâncı için Cuma Kapısı’nın açık olmaması hayra alâmet sayılmaz ve o gün gönüllere zifiri karanlık ve elemlerin düştüğü gündür. Cuma Kapısı maddî mekân olarak kapansa da meşk edilen tâlim gereği gönül kapıları kapanmaz. Cuma Kapısı’nın “sırlanması”,  yâni vaktinin dolup kapanması bilgisi dükkânın bâni ve efendisi “Bir Hocam’a”  aittir.   

 

HÂSIL-I KELÂM; BİR BÖLÜK DÜKKÂNCIYIZ…

İşte bu dükkânın vasfı ve vazifesi budur. Birinci kuşak için dükkân, fikir ve gönül, türkü ve hüzün, sohbet ve yârenlik arasında geçen bir ömürdür.

Her kim ki fikirli ve gönlü cezbeli değil, bu dükkâna lâyık değildir. Böyle bir dükkâna, “Bir derdim var bin dermana değişmem” diyenler, din ü millet ve fikir sancısı olanlar gelir.

                                                                                                                                      Hâsıl-ı kelâm, bir bölük dükkâncıyız, fikir ve gönül tâlim ederiz. Âliyyülâlâ bir dükkâncı olmak dünyada bir saadet… 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.