Ahmet Doğan İlbey
Sanatçı pespâyeliğiyle askere “moral” verilmez
Hatay sınır karakolunda sözde sanatçı kafilesiyle aralarında bir zamanlar HDP muhibbi olan ciğeri beş para etmez birkaç hanım gazeteci müsveddesinin Mehmetçiğe pespâye bir şekilde “moral verme” showları milletçe kınanmış, başkomutanların da orada bulunmaları hiç mi hiç yakışık olmamıştır. Etrafındaki kriptolara, yanlış yönlendirenlere dikkat etmeli…
Hakk’a tapan Türk askerine böyle lâubali bir şekilde moral verilmez. Hemen her gün şehit haberleri gelen bir savaşın sürdüğü sırada millî kültürümüzü temsil bakımından hiçbir özellikleri olmayan sözüm ona bir takım sanatçı bozuntularının asker ve devlet ricalinin etrafında “laklak”, “şakşak” yapması utanç vericiydi.
Vakar yoktu o karelerde. Dua, hüzün ve acı yoktu… Yüzü nurlu, abdestli sanatçılar yoktu… Millî insan vasıflarından uzak dekolte sanatçılar o mücadele mıntıkasını “Yeşilçam” veya gazino sahnesi zannetmiş olmalılar ki gayet sulu, cıvık ve şuh bir şekilde askerlerimizin arasında “poz” veriyorlardı. Mehmetçik ve ailelerinin nâmına yüzümüz kızardı bu vakarsız manzara karşında.
“Bedrin aslanları” gibi Fetih sûresi okunan Türk askerine bu pespâye ve cıvık sözde sanatçı ve gazeteci cürufuyla gidilmemeliydi,.. Ah, ne kötü bir haber bu? Nasıl tâmir edilecek?
Mehterlerle gidilmeliydi hudut karakollarına…“Ey şanlı ordu, ey şanlı asker / Haydi gazanfer, umman-ı safter / Bir elde kalkan, bir elde hançer / Serhadde doğru ey şanlı asker / Deryada olsa her şey muzaffer / Dillerde tekbir, Allahü ekber / Allahü ekber / Ordumuz olsun daim muzaffer…” nidalarıyla ruh ve toprak moral bulmalıydı… Vatan ve asker, bu muhterem iki kelime şaha kalkmalıydı…
Hâfızhanlar kafilesiyle gidilmeliydi… Mevlid ve Kur’an okunmalıydı. Kur’ân sesleri semaları ve hudutları dolaşmalıydı “gök ekini gibi” şehit edilen askerlerimizin ruhaniyeti üzerinde…
Hâfızhanların dilinden sadalar yükselmeliydi hudutlarda: “Allah Allaaah, celîlü’l-cebbâr, muînü’s-settâr, hâliku’l-leyli ve’n-nehâr, lâ yezâl, zü’l-celâl. Birdir Allah, O’nun birliğine, resûl-i enbiyâ peygamberimiz cenâb-ı Ahmed-i Mahmûd-ı Muhammed Mustafa, âl-i evlâd-ı resûl-i müctebâ imdâd-ı rûhâniyyetine, pîrân, mürşidân, âşıkân, vâsılîn, hamele-i Kur’ân, güzeştegân, ehl-i îmân ervâhına, avn ü inayetine, bilcümle ehl-i İslâm’ın necât ve saâdet ve selâmetine… hû diyelim, huuu!”
Üstad Necip Fâzıl, Abdurrahim Karakoç, Sezai Karakoç, Arif Nihat Asya gibi millî şuurumuzu artırıcı şairlerden şiirler okunmalıydı hâfızların dilinden… Anadolu’dan şehit anaları ve babalarıyla gidilmeliydi. “Biz geldik kınalı kuzular, askerler denmeliydi…” topyekün atan yürekle…
Ulemadan, urefadan, üdebadan seçme şahsiyetler götürülmeliydi moral için… İ’lâ’yı Kelimetullah’ı, Vatan-ı İslâmiyye dâvasını, din-i mübin için vatan mücadelesini ve son tüten ocak Türkiye’nin tarihî anlam ve önemini anlatmalıydılar…
Nerdesin ey idrak? Nerdesin ey vakar?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.