Ahmet Doğan İlbey
Müslüman aydınların heykelleri inkıraz alâmetidir
Müslüman muhayyilemize dair her şeyi yazıp söyleyen, kitaplarıyla İslâmî düşünceyi ve edebiyatı hayatımıza taşıyan Müslüman aydınların (Necip Fazıl, Erdem Bayazıt, Cahit Zarifoğlu, Rasim Özdenören, Alaaddin Özdenören, M. Âkif İnan) “Yedi Güzel Adam Edebiyat Müzesi” nde bulmumu heykellerini görünce neler düşünürsünüz?
Müslüman aydınların heykellerini görünce dinimiz İslâm adına utancımızdan yüzümüz kızardı. “Bunu da mı görecektik!” diyerek dişlerimizi sıktık. Müslüman münevveranın heykelleri fâniliğe karşı duran birer mumya gibiydiler. Bâtıl bir sanat modelinin İslâmî çevreye sıçramasıydı bu. Üstad Necip Fazıl, Erdem Bayazıt ve Cahit Zarifoğlu sağ olsalardı, heykellerini yapanlara eminim kızarlardı ve “o putları derhal kaldırın ve yok edin!” derlerdi.
MÜSLÜMAN AYDIN HEYKELİYLE POZ VERİNCE…
Müslüman aydın ve heykel… Yan yana gelmemesi gereken, birbirini tekzip eden, birbirinin dinen ve sanat bakımdan muhalifi olan kelimelerdir. Müslüman aydının heykeli yapılırsa ve heykeliyle yanyana poz verirse, onun bugüne kadar Müslümanca düşünce ve edebiyata dair yazıp söyledikleri zihninizde bir ânda buharlaşıp uçmaz mı?
Balmumundan heykeli yapılanlardan Rasim Özdenören kendi heykeliyle yanyana durup poz verince, Müslümanca düşünce ve edebiyat üstüne yazdığı kitaplar zihinlerde puslu hâle geldi birden. Müslümanca edipliğin vakar ve recüliyeti darbe aldı. Şöhretin zirvesinde tutunamamak ve tepetakla aşağıya doğru düşüş böyle bir şey olsa gerek.
FÂNİLİĞE İTİRAZDIR HEYKEL
Maksadımız hürmetsizlik değil, ama bu mesele umum-i efkârın diline düşünce sormak durumundayız. Beşir Ayvazoğlu’nun “Aşk Estetiği / İslâm Sanatlarının Temel Prensipleri” (s.45) kitabına göre eski Yunan efsanesinde geçen kral Pygmalion yaptığı heykele âşık olur. Heykeline âşık olan kral gibi, kendi heykeli karşısında gözleri kamaşan, fânilik düşüncesini bir ân için kaybeden Müslüman aydınımız kendi heykelini temâşa ederken hangi duyguları yaşamıştır?
Floransalı heykeltıraş Mikelanj’ın, Mûsa heykelini bitirdikten sonra karşısına geçerek “Ey Mûsa! Konuşsana, ne konuşmuyorsun?” diye haykırdığı gibi, acaba kendi heykeliyle göz göze gelirken böyle bir heyecan yaşamış mıdır? S. Ahmet Arvasi’nin “Kendini Arayan İnsan” ve “Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz” eserlerinden uyarlayarak soralım:
Heykelinize “Siz kimsiniz? Şu taşlar, topraklar ve madenler mi?” diye cesaretle sordunuz mu? Heykeliniz size ne dedi? “Evet, üzerinde bir parazit gibi yaşadığınız ‘dünyam ve kainatım’ dediğiniz taşlar, topraklar, madenler…?” diyerek zayıf yerinizden vurdu mu sizi?
“Siz fâni oluşunuzu unutup benlik zaafınıza kapıldınız, varlığınızı kutsamak ve ölümsüzlüğünüzü, yâni sûretinizi benim üzerimden devam ettirmek istiyorsunuz?” dedi mi? Bunun üzerine heykelinize “Ne söylüyorsun diye itiraz ettiniz mi? Yoksa falancaların heykelleri var, benim de olsun mu dediniz?
Tekirdağ’ın Süleymanpaşa ilçesi “Üç Kemaller Parkı” ndaki Namık Kemâl ve Yahya Kemâl’in heykellerine mi imrendiniz? Üçüncüsü M. Kemal’indi. Nazım Hikmet’in ve Yaşar Kemal’in birçok beldede yapılan heykellerini mi kıskandınız? Ünlü Tanzimat valisi ve şairi Ziya Paşa’nın Adana’daki heykeli mi nefsinizi okşadı. Tevfik Fikret ve Orhan Veli’nin Âşiyan’daki heykelleri mi benliğinizi kabarttı yoksa?
Agnostik şair İlhan Berk'in Bodrum'da, Attila İlhan’ın İzmir’de, müstehcen ve deist şair Cemal Süreyya’nın Pülümür’de, anarşist ve agnostik şair Ataol Behramoğlu'nun Beşiktaş’ta, Ahmet Arif'in Siverek'te heykelleri var, benim niye olmasın mı dediniz?
“Muhayyileyi sınırlayan”, mücerret inanç ve anlayışı zaafa uğratan heykele karşı Müslüman aydınların öncüsü olarak direnmeliydiniz. “Ne oldu bana? Ben Mimesis değilim, Mimesis’e hayır! Heykelimin yapıldığı bir müzeyi telin ediyorum” diyerek vakarınızı koruyabilir, fikrî ve edebî istikbâlinizi kurtarabilirdiniz. “Bana bak çirkin ve akılsız heykelim! Sen kuru bir maddesin, seni bana benzetenleri kınıyor ve bu mekânı terk ediyorum” deyip kahraman olabilirdiniz.
“MUMYA KOMPLEKSİDİR”
Ayvazoğlu’nun adı geçen kitabından (s.37) hülâsa ederek söylersek, mumya kompleksidir bu… Benzerini yapmak anlayışının temelinde mumya kompleksi yatar, yâni Mısır dinidir… Ölümü geride bırakmayı vücudun maddî bakımdan sürekliliğine bağlamaktır… Ölüm zamanın zaferinden başka bir şey değildir. Varlığın maddî görünüşlerini yapmak, varlığı süre ırmağından çekip almaktır…”
Müslüman kültüründe heykel ve sûrete niçin uzak durulduğunu Müslüman aydınımız bizden daha iyi bilir. Yine de, Ayvazoğlu’nun adı geçen kitabından (s.37, 38, 42,43 ) hülâsa ederek söyleyelim:
“Başından beri soyuta yönelen İslâm sanatının sanatların en müşahhas hâli olan heykelde ısrar etmesi kendisini inkâr etmesi anlamına gelir. Nitekim Müslüman sanatçı cansız formlara tapmaz ve gerçeği bütün görünüşlerin ardında arar. Hâl böyle olunca Müslüman sanatçının objektif gerçekliğe, bilhassa insan vücuduna bağlılığı kaçınılmaz olan heykelciliği düşünmeden gözden çıkarması doğal karşılanmalıdır. Müslümanlar, İslâmî dünya görüşünün hassasiyetinden ötürü Yunan sanatına hiç ilgi göstermemiştir. Çünkü putperestlikle savaşan bir dinin mensuplarının, yakışıksız işler yapan tanrı ve tanrıçaların dünyasına ilgi duymaları düşünülemezdi. Dahası bu tanrı ve tanrıçaların insan şeklinde tecessüm ettirilmeleri bir Müslüman tarafından asla kabul edilemeyecek bir davranıştı. Kaldı ki güzeli insan vücuduyla sınırlayan, düzen fikrinden sonsuza geçemeyen Yunan sanatının Müslümanlara verebileceği bir şey de yoktu. İslâm sanatları ve estetiği, Aristo’nun koyduğu prensiplerin tam karşısında yer alır. Müslüman sanatçılar sonuna dek şuurlu olarak mimesisten kaçmıştır.”
Müslüman aydının heykele karşı nasıl tavır alacağına dair Ayvazoğlu’nun tesbitleri önemli yer tutar:
İSLÂM SANATLARINDA HEYKEL YOK
“Bu kavrayışta tasvir yasağının çok önemli bir yeri vardır. Asırlardır farklı tartışmalara konu olan bu yasak Müslüman sanatçıyı figürden uzaklaştırarak soyut formlara yöneltmiştir. Tasvir yasağı, zamanla tasavvufun gerçeklik kavrayışıyla bütünleşerek yepyeni bir tavır alır hale gelmiştir. Şeytanın efsunkâr dâvetlerine karşı koyarak dış dünyanın câzip aynı zamanda gelip geçici olan şekillerinden kurtulmaya çalışan Müslüman sanatçı, ulaşabildiği en son noktada nesnelerin direnişini kırarak bir yandan arabeske, bir yandan hat sanatına, bir yandan da bütün bu sanatları bir araya getiren mimarinin dış dünya ile hiçbir ilgisi olmayan soyut formlarına ulaşmıştır. İslâm sanatlarında bu yönelişin asıl kaynağı şüphesiz dinin ana kaynaklarında, yâni Kur’an ve hadislerde aranmalıdır. Çok değişik yorumlara konu olan tasvir yasağının başından veri Müslüman sanatçıları irreele, mücerret formlara zorladığını söyleyebiliriz.” (s.42)
Sözün özü; Âlimlerin yorumlarına göre İslâm hukuk ve medeniyetinde “heykele ta’zim ve ihtiram ile eğilmek” geleneği yoktur. Dolayısıyla Müslüman aydın, âlim ve ediplere heykel üzerinden ta’zim ifâde etmek ve ihtiram göstermek şiddetle kınanan bir fiildir.
Hâsıl-ı kelâm; Müslüman aydınların da meylettiği heykelcilik gırla gitmeye başlayınca şöyle düşünmekten kendimizi alamadık: Müslümanların yaşadığı bir ülkede milattan önceki Bergama Heykel Okulu yaşatılmaya çalışılıyorsa çok fenâ!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.