Mevlana Mahallesi Adını Nereden Almıştır?

Yayınlanma:
Güncelleme: 19 Mart 2025 09:51
Mevlana Mahallesi Adını Nereden Almıştır?
Editör

Kahramanmaraş’ın Onikişubat ilçesinde yer alan Mevlana Mahallesi hakkında merak edilenler

Belediye Meclisi’nin 08.03.2000 tarih ve 2/11 nolu kararı ile bölünerek ikiye ayrılmıştır. Bir kısmı Ertuğrul Gazi Mahallesi’ni oluşturmuştur. Mevcut haliyle doğu sınırının Atabey Sokakla başlayıp Oruç Reis sokakla devam etmesi, batı sınırının Ahmet Uncu Caddesi ile devam etmesi, kuzey sınırının ise Senem Ayşe Caddesi olarak belirlenmesine karar verildi.

Mevcut durumuyla kuzeyinde Orhan Gazi Mahallesi, doğusunda Ertuğrul Gazi Mahallesi, güneyinde Karacaoğlan Mahallesi, batısında Abdülhamid Han Mahallesi bulunmaktadır. Mehmet Çavuş Camii, 19 Mayıs Lisesi ve Zeki Karakız İlköğretim Okulu mahallenin sınırları içerisinde yer alır.

Mahalleye isim olarak verilen Mevlana Celaleddin-i Belhi Rumi, İslam ve tasavvuf dünyasında tanınmış bir şair, düşünce adamı ve Mevlevi yolunun öncüsüdür. Mevlana bugünkü Afganistan’da bulunan Belh’te 30 Eylül 1207’de doğmuştur. Annesi, Belh Emiri Rükneddin’in kızı Mümine Hatun; Babası, Sultanü’l-Ulema (Alimlerin Sultanı) unvanı ile tanınmış, Muhammed Bahaeddin Veled’dir.

Mevlana Celaleddin-i Rumi’ye Rumi adı, Anadolu’ya yerleşip orada yaşadığı için (o dönemde Anadolu’ya Diyar-ı Rum deniliyordu); “Efendimiz” manasına gelen Mevlana ise, kendisine karşı duyulan büyük saygının belirtisi olarak verilmiştir. Mevlana, babası Bahaeddin Veled’in ölümünden bir yıl sonra, 1232 yılında Konya’ya gelen Seyyid Burhaneddin’in manevi terbiyesi altına girmiş ve dokuz yıl ona hizmet etmiştir.

Babasının vasiyeti, sultanın buyruğu ve Bahaeddin’in müritlerinin ısrarlı ricaları sonucu Celaleddin babasının yerine geçti. Bir yıl süreyle dersleri, vaazları ve fetvaları o verdi. Sonra, babasının öğrencilerinden Tirmizli Burhaneddin Muhakkik ile buluştu. Tirmizli olduğu için Tirmizi diye anılan Burhaneddin, Konya’daki bu buluşmada sınava soktu ve gösterdiği başarıdan sonra “bilgide eşin yok; gerçekten seçkin bir ersin. Ne var ki, baban hal ehli (gönül ve ruh adamı) idi; çalış, ancak o zaman onun gerçek varisi olursun, ancak o zaman güneş gibi alemi aydınlatabilirsin” dedi. Bu uyarıdan sonra, Celaleddin 9 yıl boyunca Burhaneddin Muhakkik Tirmizi’ye müritlik etti, sey-ü sülük denen tarikat eğitiminden geçti. Halep ve Şam medreselerinde öğrenimini tamamladı.

1244’te Konya’nın ünlü Şeker Tacirleri (Şeker Furuşan) hanına baştan ayağa karalar ayağa karalar giymiş bir gezgin indi. Adı Şemsettin Muhammed Tebrizi (Tebrizli Şems) idi. Yaygın inanca göre Ebubekir Selebaf adlı ümmi bir şeyhin müridi idi. Ezici bir tüccar olduğunu söylüyordu. Sonradan Hacı Bektaş Veli’nin Makalat (sözler) adlı kitabında da anlattığına göre, bir aradığı vardı. Aradığını Konya’da bulacaktı, gönlü böyle diyordu. Yolculuk ve arayış bitmişti. Ders saatinin bitiminde İplikçi Medresesi’ne doğru yola çıktı ve Mevlana’yı atının üstünde danişmentleriyle birlikte gelirken buldu: atın dizginlerini tutarak sordu ona: “Ey bilginler bilgini, söyle bana, Muhammed mi büyüktür, yoksa Bayezit Bistami mi?” Mevlana yolunu kesen bu garip yolcudan çok etkilenmiş, sorduğu sorudan ötürü şaşırmıştı: “Bu nasıl sorudur?” diye kükredi. “O ki peygamberlerin sonuncusudur.; O’nun yanında Bayezit’in sözü mü olur?” Bunun üstüne Tebrizli Şems şöyle dedi, “Neden Muhammed ‘kalbim paslanır da bu yüzden Rabb’ ime günde yetmiş kez istiğfar ederim’ diyor da, Bayezit ‘kendimi noksan sıfatlardan uzak tutarım, cüppemin içinde Allah’tan başka varlık yok’ diyor; buna ne dersin?” bu soruyu Mevlana şöyle karşıladı: “Muhammed her gün yetmiş makam aşıyordu. Her makamın yüceliğine vardığında önceki Oysa Bayezit ulaştığı makamın yüceliğinde doyuma ulaştı ve kendinden geçti, gücü sınırlıydı; onun için böyle konuştu”. Tebrizli Şems bu yorum karşısında “Allah, Allah” diye haykırarak onu kucakladı. Evet, Aradığı O’ydu. Kaynaklar, bu buluşmanın olduğu yeri Merec-el Bahreyn (İki denizin buluştuğu nokta) diye adlandırıldı.

Oradan, birlikte, Mevlana’nın seçkin müritlerinden Selahaddin Zerkub’un hücresine (medresedeki odası) gittiler ve halvet (iki kişilik kesin bir yalnızlık) oldular. Bu halvet süresi hayli uzun oldu (kaynaklar 40 gün ile 6 aydan söz eder). Süre ne olursa olsun, Mevlana’nın yaşamında bu sırada büyük bir değişme oldu ve yepyeni bir kişilik, yepyeni bir görünüm ortaya çıktı. Mevlana artık vaazlarını, derslerini, görevlerini, zorunluluklarını, kısaca her davranışı, her eylemi terk etmişti. Her gün okuduğu kitapları bir yana bırakmış, dostlarını, müritlerini aramaz olmuştu. Konya’nın hemen her kesiminde, bu yeni duruma karşı bir itiraz, bir isyan havası esiyordu. Kimdi bu gelen derviş? Ne istiyordu? Mevlana ile hayranları arasına nasıl girmiş, ona bütün görevlerini nasıl unutturmuştu. Şikayetler, ayıplamalar o dereceye vardı ki, bazıları Tebrizli Şems’i ölümle bile tehdit ettiler. Olaylar böyle üzücü bir görünüm kazanınca, bir gün canı çok sıkılan Tebrizli Şems bir gece habersizce Konya’yı terk etti. (1245).

Tebrizli Şems’in gidişinden son derece etkilenen Mevlana kimseyi görmek istememiş, kimseyi kabul etmemiş, yemeden içmeden kesilmiş, sema meclislerinden, dost toplantılarından büsbütün ayağını çekmişti. Özlem ve aşk dolu gazeller söylüyor, gidebileceği her yere gönderdiği ulaklar aracılığıyla Tebrizli Şems’i aratıyordu. Müritlerin bazıları pişmanlık pişmanlık duyup Mevlana’dan özür dilerken, bazıları da Tebrizli Şems’e büsbütün kızıp kirlenmekteydiler. Sonunda onun Şam’da olduğu öğrenildi. Sultan Veled’in ricalarını kırmadı. Konya’ya dönünce kısa süreli bir barış yaşandı; aleyhinde olanlar gelip özür dilediler. Ama Mevlana ile Tebrizli Şems gene eski düzenlerini sürdürdüler. Ancak bu durum pek fazla uzun sürmedi Devrişle, Mevlana’yı Tebrizli Şems’ten uzak tutmaya çalışıyorlardı. Halk da Mevlana’ya Tebrizli Şems geldikten sonra ders ve vaaz vermeyi bıraktığı, sema ve raksa başladığı, fıkıh bilginlerine özgü kıyafetini değiştirip Hint alacası enginde bir hırka ve bal rengi bir külah giydiği için kızıyordu. Tebrizli Şems’e karşı birleşenler arasında bu kez Mevlana’nın oğlu Alaeddin Çelebi’de vardı.

Sonunda sabrı tükenen Tebrizli Şems “bu sefer öyle bir gideceğim ki, nerde olduğumu kimse bilmeyecek” deyip, 1247 yılında bir gün ortadan kayboldu (ama Eflaki onun kaybolmadığını, aralarında Mevlana’nın oğlu Alaeddin’in de bulunduğu bir grup tarafından öldürüldüğünü ileri sürer). Sultan Veled’in deyişine göre Mevlana adeta deliye dönmüştü; ama sonunda onun gene geleceğinden umudunu keserek yeniden derslerine, dostlarına, işlerine döndü.

İslam tasavvufunun en önemli ve en büyük eseri olanı Mesnevi-i Manevi (genellikle yalnız Mesnevi diye anılır) Hüsamettin Çelebi aracılığıyla yazılmıştır. Bir gün birlikte sohbet ederlerken çelebi bir konudan yakındı ve “müritler”, dedi. “tasavvuf yolunda bir şeyler öğrenmek için ya Hakim Senai’nin Hadika (Bahçe) adlı kitabını okuyorlar ya Attar’ın İlahiname’sini, Mantık-ut-Tayr’ını (Kuş dili) okuyorlar. Oysa bizim de eğitici bir kitabımız olsaydı herkes bunu okuyacak ve ilahi gerçekleri ilk elden öğrenecekti.” Hüsamettin Çelebi sözünü bitirirken, Mevlana sarığının katları arasından bükülmüş bir kağıt uzattı genç dostuna; Mesnevi’nin ünlü ilk 18 beyti yazılmıştı ve hoca, müridine şöyle diyordu: “Ben başladım, gerisini sen yazarsan ben söylerim.”

Bu çalışma yıllar boyu sürdü. Eser, 25.700 beyitten oluşan 6 ciltlik bir bütündü. Tasavvuf öğretisini birbirinden çıkan ilgi çekici öyküler aracılığıyla anlatıyor, olayları yorumlarken tasavvuf ilkelerini açıklıyordu. Mesnevi bittiği zaman artık epeyce yaşlanmış olan Mevlana yorgun düşmüş, ayrıca sağlığı da bozulmuştu. 17 Aralık 1273’te de vefat etti. vefat ettiği gün olan 17 Aralık, düğün gecesi anlamına gelen ve sevgilisi olan Rabb’ine kavuşma günü olduğu için Şeb-i Arüs olarak anılır.

Gelin Dostlarım

Gelin dostlar, gelin kardeşlerim,

Gelin bağdaş kurup oturalım yan yana.

Anlaşalım, bilişelim, görüşelim.

Gelin ey sizler, gelin, diz dize daha sıkı,

Doyasıya görelim yüzlerimizi,

Sevelim birbirimizi gönülden.

Görünüşte savaşıyor gibiyiz ama

Aslında dostuz, uzlaşmışız ezelden…

Bahçeye çıkalım, açılmış gülleri seyredelim,

Güllerin en güzelini birlikte derelim.

Elpençe Duralım sevgilinin önünde,

Dünya kimseye kalmaz, sevelim, sevilelim.

Gel gül yüzlü kardeşim, gel güzelim,

Bizden yüz çevirme, bizi gönülden çıkarma,

Biz bu hiçlik aleminde her zaman varız.

Sevgiyle, kardeşlik çırpınır yüreğimiz.

Aşk gibi, gözümüz yolda sevgiliyi bekleriz.

Aşkın, o yüce sevgilinin kullarıyız biz.

Size açarız kalbimizi hep bu derin sevgiyle

Gelin, ne olsanız da, kim olsanız da,

Kafir olsanız da gelin, puta tapsanız da,

Yüz kere tövbe edip bozmuş olsanız da tövbenizi.

Umutsuzluk kapısı değil bizim kapımız,

İnsan doğallığınızla, gönül içtenliğinizle

Nasılsanız öyle gelin sevginin gül bahçesine.

İlgili Haberler
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.