Ahmet Doğan İlbey
“Altun ordu” nam Türk ordusunun meziyeti
Üstad Necip Fazıl’ın, yazılarında târif ettiği heybet ve merhamet sahibi Türk ordusunun tarihe mâl olmuş meziyetini anlamanın ve onun ifadesiyle “millet-ordu” birlikteliğinin ehemmiyetini iç ve dış düşmanın arttığı son yıllarda daha fazla idrak etmiş oluyoruz.
Türk ordusunun madde ve mâna cephesini, tarihten tevarüs ettiği vasıflarını bilmenin ve âbad etmenin yol, su, elektrik ve ekmek kadar önemli olduğu bir daha anlaşılmış oldu.
Üstadın görüşlerini hülâsa ederek anlatalım. İslâm inkılâbı orducudur. Bu ordu asla günlük siyasete karışmaz. İçeriye doğru hiçbir hizip ve zümreye dayanak ve manivela hizmeti görmez. Eğer bu şiarının aksine yönelecek ve sırf ordu maddesine dayanmak bakımından mâna âlemine tahakküm edici, kendi içinden şahıs ve zümreleri destekleyecek olursa, taşıdığı mukaddes livaya ihanet etmiş olur.
“İSLÂM İNKILÂBINDA ORDU”
Bu düstur, İslâm inkılâbının rüyasını gördüğü Yeni Altun Ordunun temel ölçüşüdür. İslâm inkılâbında ordu, büyük ve mukaddes dâvanın yalnız dışarıya doğru, azametli ve ihtişamlı (aksiyon) cihazını temsil eder. Hedef emrini yalnız dâva kadrosunun merkezinden alır.
İslâm inkılâbında orduyu ve orduculuğu, sadece iman ve fikrin, dimağ emrinde pazı kuvveti ve bu pazı kuvvetini azizleştirme işi diye anlamak gerek. Pazı kuvveti hiçbir zaman ruh kuvvetinin emrinden dışarıya çıkmayacak ve sadakatle temsilini gördüğü ruhun “öl” dediği yerde ölüp, “kal!” dediği yerde kalacaktır. Bağlı olacağı ruh merkezine tâbiliğin sarsılmaz ruhunu nizamlaştıracak, onun ruhu da bu olacaktır.
Bu ordu “ölmeden ölenlerin” yâni “Allah’ta fâni olanlar” ın emri altında, “ölüp de ölmeyenler-şehitler”in muazzam güzelliğini yaşatacaktır. Büyük ve aziz topluluk ifadesi içinde asla hususî ve meslekî bir sınıfı temsil etmeyecek. Bellibaşlı meslek potası içinde bütün milleti, bütün cenkçi unsurlarıyla eritmiş olacaktır.
“ORDU İÇİN ORDU YOK; MİLLET İÇİN ORDU VARDIR”
İslâm inkılâbının rüyasını gördüğü orduda, en küçük unsurundan en büyük rüknüne kadar kumanda heyeti, üniformasından göz kırpışma kadar “ya şehit, ya gâzi...” ölçüsünün tam ve tezatsız bütününü heykelleştirecek ve bu mânevî heykel, ilmi, fenni, imanı, ahlâkı, edep muaşereti ve bütün ferdî ve içtimaî hayat tezahürleriyle “ya şehit, ya gâzi” den ibaret harikûlâde insanı tablolaştıracaktır.
İslâm ordusunun subayını çerçeveleyen bu harikulâde insan, bütün millet ve cemiyet içinde, sade askerî talim ve terbiye bakımımdan değil, mücerret insan ölçüsüyle de en yetkin ve dâvaya en yatkın örnekleri tezgâhlandırmak için gayet hususî bir rejim altında yetiştirilecektir.
Bu orduculuk, silâha, madde gücüne, madde manivelasına dayalı, vaktiyle Yeniçeri Ortalarında olduğu gibi, kaba ve fikirsiz bir tasallut taraftarlığı değildir. Ordu için ordu yok; millet için ordu vardır.
“TÜRK, ORDU-MİLLET HÂLİNDEDİR”
“Altun Ordu” yu kuran Türk de, ordu ve millet, baş ve yumruk tamamlığının en parlak örneği… Şu var ki, Türk ordu-millet hâlindedir ve ayrı bir vasfa mâlik değildir. Sivil mefhumuna bağlı medeniyet çağındaysa ordu-millet yok. Millet-ordu var...
Bağlı olduğu başın hamle ve iradesini heykelleştirici mübarek yumruk... Bu yumruk başıyla ihtilâfa düşer ve kendisini kendi şahsiyetiyle imtiyazlandırmaya kalkarsa, o milletin, başını dövmesinden başka bir netice doğmaz.
Tarihimizde, büyük ruh dayanağımızı kazandıktan sonra iç ve dış bütün fetihlerimiz millet–ordu sâyesinde olmuş. Bu ordu, dayanaklarıyla alâkasını kaybedince de bozgun çığırımız açılmış.
Üstad böyle tavsif ediyor Türk ordusunun meziyetini. Onun hayâl ettiği ordu, ümit ve hüsnüniyetle baktığımızda adım adım ihya oluyor bugün.
Kanunî devrindeki Avusturya’nın büyükelçisi, Âl-i Osman Türklerinin ordusunun meziyetini, onu pozitivist ve seküler bir orduya dönüştürmeye çalışan bir zamanların Kemalist generallerinden daha iyi biliyor:
“Türklerin tarafında meşakkatlere tahammül kabiliyeti, birlik, düzen, disiplin, kanaatkârlık ve uyanıklık var. Bizim tarafta ise bozulmuş mâneviyat, tahammülsüzlük ve idmansızlık var. Bizim askerlerimiz serkeştir, subaylarımız tamahkârdır. Disiplini hor görüyoruz. Sebatsizlik, serkeşlik, sarhoşluk, sefahat, bizde bol bol mevcuttur. Düşmanın ( Türklerin ) zafere, bizim de hezimete alışkın bulunmamızdır. Türklerde bir sarhoşluk, cümbüş yahut kumar gibi şeylere tesadüf edemezsiniz. Kağıt ve zar oyunu bilmezler. Türk ordusu denince akla disiplin gelir. Türk ordusunda tarihi bir miras olan disiplin, teknik üstünlüklere sahip pek çok devletin Türklere yenilmelerinde en baş faktördür.”
Bir İngiliz diplomat da Türk ordusunun yüksek meziyet sahibi olduğunu anlatıyor:
“Türklerin ordusu geçtiği yerde her şeyi peşin parayla satın alır, hanlarda geceleyen asker parasını öder. Malının Türk askeri tarafından yağma edildiğini, hoş olmayan her hangi bir davranışla karşılaştığını söyleyerek şikâyete gelen de yoktur. Zira böyle şeyler olmaz. Bu düzen, Türk ordusunu muzaffer kılmıştır…”
Haçlı Avrupalıların söyledikleri bizim için ölçü olmaz. Acaba, diyoruz bir hidayet gelir de içimizdeki pozitivist ve seküler Türk ordusu reformcuları, Türk askerinin meziyetini fark eden ecnebilerden ders almazlar mı?
Velhâsıl, Türk ordusunun yukarıda tasvir edilen meziyetini lâdinî nizamnâmelerle zayıflatanları necip millet unutmayacak.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.