Batı’nın, yâni modernlerin tertip ettiği “günlere” meylim yok. “Anneler Günü” nü de modern düşünce mahsulüdür. Batı’nın, insanları sınıflara bölüp sanayi cehenneminde ezdikten sonra sözde gönül almak için çeşitli “günler…” tertip ettiği malûm. Hâsılı, gönlümüze analarımızı düşüren iki şair dost var, bu bize yeter: Hasan Ejderha ve Memduh Atalay.
İki şair de anacıldır, analarının yüreğiyle yaşar, “ana” mevzu olunca yürekleri titrer ve sıla duygusunun en ileri derecesi neyse, bu iki şair de analarından öylesine çokça bahsederler. En yüreksizlerin bile yüreğine titreme gelir.
Öyle ki, şair Memduh Atalay, dostluğumuzun nişânesi olarak “O benim anam gibidir” demesinde bile ana ateşinin onda hiç sönmediğini anlarım. Şu birkaç mısra ile Memduh Atalay’ın nasıl bir anacıl olduğunu, analarını unutmayanlara ithaf ederim:
“Gözü yaşlı bir annenin yüreğinde büyüdüm / Hüznü giyindim ezgilerinde / Beni yalnız anlayanlar sevdi / Anladıklarımı sevdim ben de / Gözü yaşlı bir annenin kalbinde büyüdüm / Gurbeti giyindim ezgilerinde”
Şimdi sıkı durun, şair ve hikâyeci Hasan Ejderha’nın, memleketin bütün mekânlarına tablo gibi asılması gereken “Hasta Anneler Ülkesi” adlı şiirini okuyacaksınız. Yüreğiniz bulutlanırsa bulutlansın hüzünce. Analar için akan
gözyaşlarınız nasıl da çoğalacak, analar için eriyen kalbinizde muhabbet nasıl da kabaracak, coşacak ve güzelleşecek; okuyun da yüreğiniz merhametten titresin.
Hastası anasından ayrılamadığı için Efendimiz Aleyhisselâtüveselâmı görmeye fırsat bulamayan, fakat bu âli mazeretine rağmen “Üveysi” unvanını kazanmış Hz. Veysel Karanî’yi yâd edin bir daha…
“ (…)
Çığlığı üşümüş anneler, sıcak dualarla ısıttı yavrularını Karnı burnunda kurduğu hayal gerçek şimdi Aşermiş gibi yakın, toprağa ve yaprağa ve ağaca Onca yalnızlığın sonunda, kalabalık serviler uğuldar Çok aşk, tarla bereket, zümrüt yeşili yaprak Korkarak attığım adımlarıma yol süvari Cümle sahabe, o kadar sabi, kalabalık ortasında annem Bir görsem en derin rüyalarda yari Havari kesilir, beynimi yol eden düşünceler Bir kere, bir kere daha haykırıyorum anne gel Geceler yolculuk, ardınca karanlık bırakmayan dervişlere. (…)
Hasta anneler ülkesinde yetimdir yüreğim Üşüyeceğim anne baksana yüzüme Ellerim ve yüreğim ve aklım üşüyecek Düşleyecek ne varsa düşledim. Şimdi hasta anneler ülkesinde bir prensim Dersim, annemin gözlerini ezber etmek Okumak ne varsa orada Ankara’da bir hastane avlusunda Biriktirdiğim gözyaşlarıma karıştırmak okuduklarımı Dilekçemi sunmak, uyuşan dizlerimden çekilen kanla Canla başla biriktirdiğim umutlarıma bir yenisini katmak Haykırmak içimin derinliklerine sonra Annemin elinden öptüğüm duaların üstüne Tüm bunların üstüne umutlarımı, gözyaşlarımı koymak Doymak, anne bakışlarının en derinine Zayıf ferine aldırmadan gözlerinin, bebekliğimi görmek orada Bir tebessümle büyüyüp, aldığım şefkati iade etmek cömertçe Mertçe yaptığım sokak kavgaları dönüşü ve bir bisikletten düşüşü Dizimdeki yara ile anneme sunduğum acıların; İleriki yaşlarda çektiğim sancıların, anne şefkatiyle tedavisinin, Bedelini öder gibi, sunmalıyım kat kat şefkati.
Bayati bir şarkıdan alınmış bir mısraı, ya da hüzzam bir faslı Dinler gibi geçmeli çocukluğum gözlerimin önünden. Hasta anneler ülkesinde ölmekten korkarım Her yer soğuk donarım Lakin yüreği sıcak, ıpılık bakar gözleri annemin Ninemin saçlarını mı almış ne! Apak Korkarak bakışımdan, ben bile ürkerim, saçlarına annemin Ninemin gidişi gibi el sallamakta beyazlığı “Saçları ak olunca nine olur anneler Nine olunca ölür anneler” diye bir söz duymuştum Hayır! ben uydurmuştum; yok böyle bir söz Öyleyse içimdeki köz, neden yanar ha bire? Sedire uzanmış babam neden kaygılı ve üzgün? Dünyanın bütün anneleri hasta gelir bana Dayana dayana biriktirdiğim acılar ve sancılar Birlikte saldırır bütün azalarıma Neden acı çekilince bitmez? Dayandıkça birikir? Zikir çeken dervişler gibi kaplar ruhumu cezbe İzbe bir köşesinden odanın, ağlarım göklere ve yere Annelere adanmış şiirler söylemeliyim ve bebeklerine hasret annelere. (…) Hasta anneler ülkesinde çocuk olmaktan korkarım Oyuncaklarım ne ki annem olmadan Annem olmadan artık çocuk olamam ben Ney gibi inleyen sesi annemin Ah anne... Hep üzerimde olsun isterim ellerin Türkülerin en acıtan yerinde Sen gelirsin aklıma Duaların kaplamalı varlığımı Kanımı dondurmalı ikazla bakınca gözlerin Sözlerini takıp kulaklarıma, yollar aşmalıyım. Hasta anneler ülkesinden gelmekten korkarım Yanımda olmadan annem, çıkamam hiçbir yola Her şeye hasta annemin gözlerinden bakarım Korkularım cam kırığı, bir aşure tası kadar bereketli Umutlarıma koşmalıyım, haykırmalıyım sonra habbe habbe Tesbihi arşınlayan parmaklarım akmalı zamana Çocuk oluversem, biliyorum annem taze gelin olacak Salıncak, oyuncak hepsi emrime sunulacak Annem hasta olmayacak.
Yeniden öğrenecek olsam da cüzü Gecelerinden korktuğum gündüzü Annemle yaşamak vardı Geçirdiğim güzel günlerin hepsi Annem kadardı. Mevsimler; Annem hastalanınca kış, Annem iyileşince bahardı. (…)” -----------------------------------------
FİKİR DÜKKÂNI’NDAN…
Ey azizan!
Başımdan geçenleri anlattığımdan dolayı, fakiri yadırgamayın ve vecdine bağışlayın. Ağır maişet mekânınızda akşam sonrası, kafanız efkârlı, gönlünüz dost diline olan gurbetle buruk, diliniz, halkın arasında ahraz olmuş haldeyken, birkaç dostunuz çıkıp gelince dünyalar sizin olmaz mı? Gönlünüz şifa bulup, diliniz açılmaz mı?
Fakir, böyle bir hâli ayniyle yaşadığı için bu hafta da bahtiyardır. Bir Hocam’ın “Evliya adayım” dediği, gönül dostum M. Âkif Şen, beraberinde Mehmet Yaşar, H. Ahmet Eralp, Derviş Ali Yıldırım ve Ahmet Yıldız’la kucaklarında su şişeleriyle ağır maişet mekânıma duhul ettiler.
Âkif Şen, Dükkânın türküdarı şair Fazlı Bayram’la bir olup, fakire götürülebilecek en fikirli hediye olarak, büyüklü küçüklü birkaç pet şişelere Türküdar Fazlı dostun, dergâh ve İstiklâl Marşı dediğim cinsten bin miligramlık türkülerimizi okuduğu suları doldurmuşlar ve şişelerin üzerine kuşak şeklinde sanatkârane bir şekilde “TÜRKÜSU” ismini yazmışlar. Ve “Suyun içindekiler” başlığında: Yemen Türküsü, Kırmızı Gül Türküsü, Seher Yeli, Aslanım Eller, Celâl Oğlan, Hümâ Kuşu gibi on kadar aziz türkülerimizin ismi yazılı. Şişenin kuşağında, yâni şeritte, en şedit edebiyatçının dahi kıskanacağı, su ve türkü üstüne bedii ve anlamlı kısa bilgiler var. Şeridin ortasına bağlama resmi konmuş. “Türküsu’nun adresi şöyle: Türkü mah. Türkü sok. Türkü Apt. Kat: Türkü, No: Türkü, Türküşehir / Türkiye…
Hâsılı, “Türksu’nun hikâyesi böyle… Türküsu’ya, şahsî mağaramın, yâni odamıns insan yüzlü sâdık bekçileri olan başucu kitaplarımın yanına kaidesi ile yer verdim.
Bu meselenin elbette bedii ve fikrî yânı var, yani mazrufu… Dostlar bu mazrufa bir zarf yapmışlar ki, hiç de malâyânilik yok. “”Türküsu” şişesi bir madde bir zarftan ibaret sanmayın. Fakirin nezdinde derini hüzünlü ve fikirli mânası var.
Size, böylesine anlamlı bir hediye getiren oldu mu demek yakışık alır mı bilmem. Özü şu: Türkü ve su kelimesi yan yana, terkip olmuş. Türküdar tarafından okunmuş Hz. Su, yüreğimizin nağmesi aziz türkülerimizle dost olmuş, bir olmuş… Şerhi uzundur. O dostlardan râzıyım, fakiri gönlünü tasavvufâne şenlendirdiler.