Vecdinizi bir kazığa bağlamazsanız tepetakla götürür, kontrolsüz bir sarhoşluğun ve coşkunun girdabında akıl ve kalp dengenizi kaybedersiniz. Bu mânada vecd veya vecd fazlası tehlikelidir. Vecdiniz dîni yahut tasavvufî hâl ve mukaddeslerden beslenmiyorsa, istikâmeti belirsiz bir divaneliğin kıskacında kıvranır durursunuz. Böyle bir vecd trajik ve sefil bir hayata mahkûm eder, mesuliyetlerden alıkoyar.
İman ve kemâlin kaidelerine, irfanî bir düşünceye, bir mürşide tâbi olmayan vecd hâli, sahibini neye niçin hüzünlendiğini veya sevindiğini bilmeyen bir divâneye dönüştürür, haddini hududunu bilmez hâle sokar, yardan aşağı uçurur.
İnsanın eşrefi vecd hâlindeyken mânevî olanla rabıta kurar, helâlinden bir aşkla hüzün ve duygulara gark’olur. İnsanın şeytanı vecd hâlindeyken haram olan duygu ve coşkunluklara kapılır. Şeytanî vecde edepsiz söz, fiil ve bunalım hâkimdir. Dinden uzaklaşmış seküler duygu ve coşkuya sahip Batılı insanın sanat, şiir ve mûsikinin vecde geçirdiği halleri maddî haz olarak yaşaması bundandır. Bu mânada vecd mukaddeslerden kopuktur.
VECDİN RAHMÂNİSİ İNSAN-I KÂMİLİN VECDİDİR
Vecdin rahmanisî mümini aşklı kılar. En kudretlisi ve ulvî olanı peygamberlerin vecdidir. Böyle bir vecd ile yapılan dua, Hz. Mevlânâ’nın ifadesiyle Tur Dağı’nı bile parça parça etme kudretine sahip. Allah aşkının, kemâlin ve vakarın hâkim
olduğu vecd, âriflerin ve insan-ı kâmillerin vecdidir. Verdiği haz vuslata yâni “Sevgiliye” yaklaştırdıkça tezahürleri değişir, mecraını bulur ve sakinleştirir.
Tasavvufta vecd kendinden geçme, "kendinden dışarı çıkma", istiğrak hâli, herhangi bir çaba olmadan kalbe doğan ilham, his ve feyizdir. "Zevk" de denilen vecd, havf (korku), recâ (ümit hâli), gaybet(kendinden geçme), sekr (mânevî sarhoşluk), fenâ (mâna âleminde yok olma), neşe (mânevî sevinç) ve hüzünden doğan hâllerdir ki müşahhaslaştırmak zor; ancak yaşamakla öğrenilir.
VECDİNİZ RUHANÎ Mİ, CİSMÂNÎ Mİ?
Ârifana göre iki tür vecd var: Ruhanî ve cismânî. İlki ruhanî kuvvetin taşmasından gelir. Güzel sesle okunan Kur’ân-ı Kerim, şiir ve zikir esnasında hâsıl olur. Allah âşıklarının inlemesi böyle bir vecddir. Kalbe gelen, ferah ve hüzün veren bir hâl bu. İkincisi şeytandan ve maddî duygulardan doğduğu için ilahî değildir. Hezeyan hallerini gerçek vecd halleriyle karıştırmamalı. Vecd hâlindeyken dış dünya ile bağ kesilir. İrade ve şuur geçici olarak kaybolur. Ruh ve gönül kendi arzu ettikleriyle buluşur ve mâna âleminde dolaşır. Bu hâl sözle ifade edilemez, benlik yok, hemhâl olduklarıyla başbaşadır.
Cüneyd-i Bağdadî Hazretlerine göre vecdin ilimde erimesi, ilmin vecd içinde kaybolmasından yeğdir. İmam-ı Rabbanî Hazretleri Mektubat’ının 36. mektubunda seyr u sülûkta geçici olması gereken hâl ve vecdi gaye ve müşahede sananları ikaz ediyor. “İhya u Ulumiddin” de vecdin ulvî korku ve neşe, latifeli konuşma, kaybolan şevk gibi hâller olduğunu söyleyen İmam Gazâlî Hazretleri de vecd mevzuunda temkinlidir. Vecd gereklidir diyen mutasavvıfların görüşlerini destekler, fakat ölçü koyar.
Anladığımız kadarıyla ölçüsü şu: Zâhirin zâhirle, bâtının bâtınla, gaybın gaybla, sırrın sır ile ortaya çıkmasını sağlamak… Her vecd rahmanî değil, kişinin mertebesine göredir. Hangi hâldeysen ondan mesulsün. Vecdin ulvisini yaşamak vehbî gayret ister, bunun da kişiye ait bir sınırı vardır.
İYİ VECD, KÖTÜ VECD
Abdülkâdir Geylânî Hazretleri hadis olarak kabul ettiği “Vecdi olmayanın dinî zevki yoktur” sözüyle vecdin gerekli olduğunu söyler, fakat vecdi “kötüler ve iyiler” diye ikiye ayırır. “Sırrü'l Esrâr” (Sırların Sırrı) kitabından hülâsa edilen satırları vecdini rahmanî kılmak isteyenler meşk etmelidir:
Ulu zâta göre vecd hâlinde doğan hareketler ikiye ayrılır. İlki insanın kendi arzusuna bağlı. Diğeri irade ötesinde bir hâl. İhtiyarî olan arzu ile hareket meşru
sayılmaz. Meşru olan içten gelen harekettir ve ruhun tesiriyle oluşur. Bu hâli insan kendiliğinden yapamaz. Ruhî sayılan vecd dışardan, yâni mânevî bir gücün tesiriyledir. Sıtma ateşinin verdiği hararet gibi ulvî bir ateş bastığında insanın hareketleri irade dışıdır. Zümer sûresi 23. âyeti bu tür vecdin kaynağıdır: “Onlar Rablerinden korkarlar, tüyleri ürperir; sonra bedenleri yumuşar, kalpleriyle Allah’ı anmaya koyulurlar.”
Müslümanın vecdi nasıl olmalı diyenler bu zâtı iyi okumalı. Ona göre vecd hâli ruhanî kuvvetin gelip gelmesi sonucunda anlaşılabilir. Allah’ı zikretmek, Kur’ân-ı Kerîm okumak, ağlamak, iştiyak duymak gibi haller vecd sayılır.
MUTASAVVIFLA AFYONKEŞİN VECDİ AYNI DEĞİL
Prof. Dr. Erol Güngör “İslâm Tasavvufunun Meseleleri” kitabında “Mutasavvıfın vecdi ile afyonkeşin veya akıl hastasının ekstaz hallerini birbirinden ayırabilmek için vecdin metodu, muhtevası ve neticesine bakmak” lâzım diyerek, tasavvuf âlimi Hucvirî’nin görüşlerine dikkat çekiyor. Vecdin İslâm tasavvufunda gaye olmaktan ziyade vâsıta değeri taşıdığını söyleyen Hucviri’nin görüşleri, vecdini dinin ölçülerinde tutmak isteyenler için çok önemli. Vecd fazlasına sahip olanlar yahut vecdsiz yaşayamayanlar, onun vecdin değerini öne çıkaran “Kuşeyrî Risâlesi” ni meşk etmelidirler.
“Vecd hâlinde ilim ve şuur olmaz; ilim ve şuur olunca da vecd olmaz” tarzında görüşlerinden dolayı akılcı âlimlerin muhalefet ettiği mutasavvıf âlim Kuşeyrî, vecdi tasavvufun bir disiplini olarak görüyor. Vecd, sûfinin zihnini her türlü dünyevîlikten ayırıp, onu tertemiz hâle getirdiği zaman kalbi aydınlanır. Peygamberlere gelen hakikat gibi bazı hakikatler kalbine akseder. Arayan ile aranan arasında bir sırdır ve mâna âleminde seyretmek isteyen sâliklerin (dervişlerin) hâllerindendir. İlk hâli “Tevâcüd”dür, yâni kemâle ermemiş dervişin kendi çabasıyla kendinden geçme hâli... İkinci hâli, dervişin kendi iradesi dışında kalbine gelen hâl sebebiyle kendinden geçmesidir. Üçüncü hâl ise, “Vücûd” tur; dervişin kendi benliğinden geçip yalnızca Allah’ın varlığını hissettiği hâldir.
Ona göre, mistik hayatın gâyesi vecd değildir, vecd’in götürdüğü yerdir. Vecd’in son noktası tevhid kavramıyla anlaşılır. Bundan hulûl, vüsûl ve ittihad mânâlarını çıkaranlar, Sünnî itikaddaki sûfiler tarafından reddedilir. Kitap ve Sünnet’in şehâdet etmediği her türlü vecd bâtıldır. Sûfiler bu yüzden marifeti vecde üstün tutarlar, vecd hâlinde iyiyi kötüden ayırt edemeyen insanın marifet sâyesinde emniyet bulduğunu söylerler. Vecd yoluyla ulaşılan bilgi insanın kendi benliğinden tamamen sıyrılması sonucunda Allah’tan başka varlık hissi kalmayışıdır. Bu bir çeşit sarhoşluk hâlidir ki sarhoşun asıl vasfı kendini kaybetmesidir. Sarhoşluk ilk merhaledir, sonra ayıklık gelir. Bu maddî bir
ayılma değil, benlik yine yok, görür ve işitir, ama gördükleri ve işittikleri bu dünyaya ait değildir. VECD ULVÎ AŞK ŞARABINDAN COŞMAKTIR
Ağır vecidkâr, yâni vâcid Necip Fâzıl’ın, Abdülhâkim Arvasi Hazretlerinden sadeleştirdiği “Tasavvuf Bahçeleri” kitabında vecdin vehbî hallerden olduğunu sevinerek okudum.
Vecd, aşk ve muhabbet mânâsındadır. Ham hâli tevacüddür; kemâle ermemiş bir vecd hâli bu. Kemâle doğru yükselen hâl ise vecddir. Hiçbir kazanma gayreti olmaksızın, vehbî hüzün ve sevgiden sâdır olur. Düşünme, isteme ve zorlanma olmaksızın kalbe gelen teessür ve infial hâlidir. Sâlikin bâtınî amelleri de salik için bir vecd kaynağıdır. Hâsılı vecd; Allah cemâlinin erişilmez nimeti ile coşan, ilâhî sırların keşf yolunu açan katıksız aşk şarabından sevinç ve neşeye boğulmuş ruhla, kalbin hayret ve heybet içinde sînesinin parçalanmış olmasıdır.
Kur’ân ve Sünnet’ten sonra asırlardır eserlerini okuduğumuz âliman ve ârifan vecde izin verdiğine göre, biz âcizlere vecde geçmek düşer. Hayatı ve imanını vecdsiz yaşayanlardan olmayınız. Dostlarınız arasında vecd fazlasından her ânını mânevî sarhoş olarak yaşayanlar var mıdır? Bu mânada vecdin tiryakisi ve bağlısıyım.
----------------------------------
BİR DOST DAHA GURBETTEN DÖNDÜ
Ey azizan!
Dostlarından çok bahsettiği için fakiri yadırgamayın. Bu, ne indî ne de sıradan bir duygu ve havadis değil. Bu ifadelerin asıl mesajında irfanımızın öğrettiği mânevî dostluk şiarının millet oluşumuzdaki değerini hatırlamak yahut hatırlatmak düşüncesi var.
Fikir Dükkânı müdavimlerinden olup, uzun zaman önce meslekî tekâmül gurbetine çıkan fikir ve gönül dostum öğretim üyesi Mustafa Günalan, KSÜ’ye tâyin olmuş ve vazifeye başlamış. Bu güzel dost bu müjdeyi gece yarısı elinde “Çay Risâlesi” adlı kitapla fakirin ağır maişet mekânına gelerek verdi. Sevindim, şifâ buldum.
Gurbet hayatından, gönül sızılarından, hâtıralarından neler anlattı neler… Ehl-i dil anlamıştır ki bu anlattıklarım şahsî, harc-ı âlem şeyler değil, irfanımızın hâllerindendir.