“Kadîm kültürlerde hikmet ehli olanların sesi mağaralardan yükselirdi.” Akılcı Mutezilî âlimler tefekkür, itikaf ve ibadet için mağaraya çekilmeyi şirk saymış ve bir başına halvet ve cezbe içinde olmayı tekfir etmişler. Dolayısıyla onların mağarası, yâni ulvi aşk tâlimi yapmak gibi dertleri yok.
Mağara, fizikî olarak gayr-ı medenîliği taşısa da, ilim ve irfan için sığınılan tenhalığın mekânıdır. Mağarayı, “Teolojik dönemin iptidai inanç mekânıydı” diyerek küçümseyen teknoloji çağının modern filozoflarına âmâ üstadım Cemil Meriç şöyle cevap verir: “Mağarasında meçhul kuvvetlere yalvaran uzak ceddimiz, feza çağının zındığından daha mı az bahtiyardı?”
MÂNA VE KEŞF YERİ OLARAK MAĞARA
Mâna cihetiyle mağara “keşif” makamıdır. Ehl-i hâl olanlar için keşiflerin başladığı yer. Bu mânada mağara deyince derviş, âbid, evliya ve mürşid-i kâmiler akla gelir.
Beden bir mağaradır. Nefs-i emmare bedendir, yâni mağaranın kendisi. Nefs-i levvame mağaranın eti ve kemiği, nefs-i mülhime mağaranın içinde kalbin ağzı… Kalp, mağaranın, yâni canın içidir, diğer mânasıyla Ashab-ı Kehf’in giriş kapısı... Bir başka anlamıyla mücerret âlemin başladığı arş’ın sınırı... Burada mücerret âlemden sezgi ve ilham gelir. Bu makamdaki kişi, artık mağaranın içindedir ve keşif makamındadır.
Rasim Özdenören’e göre mağara vahye bağlı tefekkürün mekânıdır. “Acemi Yolcu” kitabındaki “mağara ve yol” yazısında mağarayı Peygamber Efendimiz’in peygamberliğinin tebliğinden önce beş yıl uğradığı yer olarak tasvir eder. Hira Mağarasıdır bu. Vahiy bu mağarada inmiştir. Sevr Mağarası da, Hz. Ebubekir ile uğradıkları ilk zikir yeri. Bu mağaralar sembol değil, gerçek mağaralardır. Sâlih müminler için feyz bulma ve cehaletten bilgiye dönmenin gönüllü sürgün yeridir.
Ulvî arayışı olanlar için uğrak mekânı ve ışığın keşfedileceği mekândır. İster sembolik ve istiare olarak, ister gerçek olarak mağaradan çıkan kimseler nurlanmış olarak çıkarlar. Yunus ve Yusuf Peygamberlerde mağara sembol ve istiare değeri taşır. İlki için balığın karnı; ikincisi için atıldığı kuyu ve sonra atıldığı zindan birer mağaradır. Bu mânada mağara ulvî tecrübenin kazanılması için çilehâne vazifesini görmektedir.
İÇ MAĞARA, DIŞ MAĞARA
Özdenören, insanın içinde ve dışında olabilecek değişikliklerin gerçekleştiği “Bir yeni uğrak yeri daha vardır” diyor: “O yer insanın kendi iç mağarasıdır. Ortalıktan çekilerek kendi iç mağarasına olan göçünü gerçekleştirebilir. Allah’ın Resûlü, bu yolculuğu daha kendine tebliğ ulaşmadan önceki günlerinden itibaren yapıyordu. Mağaradan dışarıya çıkıldığında dünyanın artık eski dünya olmadığı anlaşılıyordu. Çünkü artık mağaranın dışında o eski insan yoktu. Mağaranın karanlığında, ortalıktan el ayağın çekildiği, dünyâlık seslerin, nefeslerin işitilmez olduğu o mübarek anlar her soluk alış verişte bir uğraktan ötekine sabırla, tevekkülle yol açıyor, yol veriyordu. Bu hâlin adı itikâftı. Mağaradan çıkışta, insan, dünyayı avuçlarının içine alır.” (.a.g.e.)
Üstad Necip Fâzıl’da “mağara” Allah’a açılan ufukları ehli tarafından görmenin ilk yeridir. Kendisinden dinleyelim: “Mağaranın içinden öyle bir pencere açtık ki, kucakladığı ufukları en kaba topografya nisbetleriyle belirtmek için bile, kütüphâneler dolusu kitap yazmak lâzım. Pencereyi kapatıyor ve sadece dipsizlik âleminden bir işaretçik çekip dış plâna dönüyoruz. İşte bu yolu O, Allah’ın Sevgilisi, Sevr Mağarasında açtı ve ilk bâtın istikâmetini Ebu Bekr’e gösterdi.” (Çöle İnen Nur)
Dücane Cündioğlu’na göre mağara ulvîliğin ilk mekânı... Cebrail Âleyhisselâm’ın, Kadir Gecesi “Yârin mektubuyla” Resûller Resûlü Efendimiz’in huzuruna gelip “Oku” emrini, yâni “Yârin” ilk mektubunu tebliğ ettiği yer.
Demek ki çeşit çeşit mağara var. İç mağara, dış mağara. İç mağara, Kur’ânî yaşayışın safhalarından olan itikâf gibi derûnumuza, kendi iç mağaramıza çekilmenin adıdır; bir mütefekkirin, bir dervişin, bir edibin tefekkür ettiği vakitlerdir; bir müminin câmisi, münzevî bir fikir adamının dosthânesidir.
Dış mağaranın türü de çok. Fikir ve gönül alınıp satılan dükkân’dır, dergâhtır, fikrî ve edebî bir dergidir, kitaplardır. İç mağara gibi dış mağarada da dünyâ menfaati yok. Yolları farklı sadece. Müdâvimlerinin meşrebine göre şekillenir.
Hâsılı, ulularımız velîlerimiz iç ve dış mağaralarında mânevî tâlim yapmışlar. Ya biz, vecdsiz ve cezbesiz bir inanışla şekilden öte geçemeyen modern zaman insanları! Modern-kapitalizmin esaretinden kurtulup iç ve dış mağaramızda tefekkürâne ve âbidâne bir tarzda tâlim yapacak cesaretimiz var mı?
PROF.DR. SUAT KIYAK HOCADAN İKİ KİTAP
Tanbur çalan, tasavvuf mûsikîsi ve türküler söyleyen, bestekâr, hâl ehli, gönül adamı ve biyoloji profesörü Suat Kıyak hoca yayınladığı son kitaplarını fakire imzalayarak, hürmete şâyan abisi Savaş Kıyak hoca eliyle göndermiş.
Geçen yıl, “BİR NEFES, BİR KELÂM, BİR KİTAP…” ve “BİR BAK… BİR GÖR… BİR OKU..!” adlı güzel ve anlamlı kitaplarını kendi yayını olarak yayınlayan Prof. Dr. Suat Kıyak hoca fen-fünunla iştigal etmesinin yanında, içli, hüzünlü ve derviş meşrep bir insan. Bundandır ki, internet dergisi olarak yayınladığı “Nefes ve Kelâm” dergisindeki yazılarını bu kez “BİR HARF… BİR HECE… BİR KELİME...!” ve “BİR AN… BİR GÜN… BİR ÖMÜR…!” adlarıyla iki kitap hâlinde Ankara’da Aralık 2018’de kendi yayını olarak yayınlamış.
Tasavvufî öğütlerden hikmetli sözlere ve kendi yazdığı irfan yüklü şiirlere kadar, kalp ve dimağa faydalı yazılar kitap zarfına girmiş. Okumak üzere başucumuzdaki diğer kitapların yanına koyduk.
Ah, kitaplar! Dijital, görsel ve modern-seküler sosyal medyanın ifsad ettiği hayat içinde seni başucuna koyan kaç kişi kaldı?