Bu coğrafya üzerine oynanan kirli oyunların bir başka cephesinden bir ismi ve karanlık ilişkilerini tanıtacağım sizlere. Okurken hayrete düşeceksiniz belki. Kimler kimlerle nasıl kol kola şaşıracaksınız ama bu coğrafyayı anlamak için okumak ve düşünmek lazım. Buyurun;
“Orta Doğu coğrafyası; tarihin her döneminde olduğu gibi günümüzde de çeşitli savaş ve çatışmalara, ihanet ve darbelere, isyan ve baskıcı rejimlere sahne olmuş, gücü kontrol edenlerin satranç tahtasına dönüştürmeye çalıştıkları bir bölge olmaktan kendini kurtaramamış ve bölgenin kaderinin burada yaşayan insanların iradeleri değil de dış mihrakların, belli başlı iç dinamiklerin ve küresel bazı aktörlerin zaten çatışmaya meyilli olan bu coğrafyada savaşı ve kaosu körüklemesiyle belirlendiği bir bölge haline gelmiştir.
ABD ve Rusya güdümündeki çift kutuplu dünya düzeninin kurulmaya çalışıldığı bu dönemde, bölgeye yapılan yüksek askeri harcamalar bölgenin adeta bir silah deposu haline dönüşmesine neden olmuştur.
Bölgede uzun süredir yaşanan Şii-Vehhâbî gerginliği, bu gerginliğe bağlı olarak yaşanan vekalet savaşları, ABD’nin bölgeye dolaylı olarak piyonları Suudi Arabistan, BAE ve İsrail aracılığı ile müdahalesine karşılık, Rusya'nın bölgede var olduğunu Suriye müdahalesiyle hissettirme çabaları, Türkiye'nin hemen yanı başında yanan ateşe sessiz kalamaması, DAEŞ’in iyice kontrolden çıkması ve İran'ın Şii politikalarının yanında ABD ve İsrail düşmanlığı ile sempati kazanma çabaları, İsrail’in yıllardır süren güvenlik endişeleri, Mısır'ın darbeden sonraki sıkıntılı süreci, körfez ülkelerinin oluşan bu durumda kendilerine taraf bulma telaşları ve bölgede uygulamaya konulan; ‘’Üç Muhammed Projesi’’ bölgenin dinamiğinin, çatışma potansiyeli ve tansiyonunun hiç düşmemesine neden olmuştur.
‘’Yeni Orta Doğu Düzeni’’ni bölgede uygulamak isteyen ABD ve İsrail ‘’Arap Baharı’’nın sonuçlarını olumlu yönde aldıklarında bölgede hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmayacağı aşikârdı. Küresel aktörlerin yön verdiği bölgede artık yeni bir proje uygulanması gereği de iyiden iyiye hissedilmeye başlanmıştı.
Bunu da kendilerine en yakın ülkelerde bulan ABD yönetimi, ‘’para kasası’’ olarak gördükleri Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed, 'Orta Doğu'nun kiralık katili' olarak bilinen Filistin asıllı 'devşirme' Muhammed Dahlan ve belki de Orta Doğu’daki en yakın müttefiki ‘’ılımlı İslam’’ savunucusu Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ile düğmeye çoktan basmıştı bile.
Proje öyle güzel ve planlı işliyordu ki etkileri neredeyse her yerde hissedilecekti. Cemal Kaşıkçı suikastı, 15 Temmuz darbe girişimi, FETÖ lideri Fethullah Gülen’e mali destek, Mısır darbesi ve Sisi’nin başa getirilmesi, Katar’a uygulanan abluka, Yaser Arafat’ın zehirlenmesi, el-Fetih ve Hamas çatışması, Yüzyılın Anlaşması, bu projenin konu başlıklarından sadece bazılarıydı. Projenin en önemli konu başlığı ‘’Yüzyılın Anlaşması’’ BAE öncülüğünde, sonucunda Filistin’in sindirileceği ve Filistin topraklarının İsrail’e bırakılacağı bir İsrail-ABD projesiydi. Projenin mimarı ABD Başkanı Donald Trump'ın damadı ve başdanışmanı Siyonist Jared Kushner, BAE adına bu işi yürüten çetenin başında ise Üç Muhammed’den biri olan Dahlan vardı.
Muhammed Dahlan, 29 Eylül 1961 yılında Gazze’nin Han Yunus mülteci kampında doğdu ve çocukluk yaşamını kamplarda her Filistinli çocuk gibi İsrail nefreti ile büyüyerek geçirdi. Dahlan, gençlik yıllarından itibaren ateşli bir Fetih fedaisi olarak Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) içerisinde yer almıştır. FKÖ içerisindeki kod ismi ise Ebu Fadi’dir. El-Fetih’e bağlı Fetih Şahinleri isimli bir gençlik örgütlenmesinin kurucu liderliğini yapan Dahlan, bu örgütün kuruculuğu ve üyeliğinden ötürü 11 kez tutuklanmış ve İsrail hapishaneleri ile tanışmıştır. Bu tutuklamalar sebebiyle Filistin siyasetinde üst makamlara tırmanan Dahlan’ın 1981 ve 1986 yılları arasındaki hayatı İsrail hapishanelerinde geçmiştir. Burada İsrailli üst düzey yetkililer ile yakın ilişkileri olmuş ve cezaevinden çıktıktan sonrası Dahlan’la İsrailli yetkililer arasında sık sık görüşmeler olmuştur.
Tutuklu olduğu dönemde İbraniceyi öğrenen Dahlan, Gazze İslâm Üniversitesi İşletme bölümünden mezun olmuş, ardından İngiltere’de bulunan Cambridge Üniversitesinde İngilizce eğitimi almıştır.
1980’li yıllarda İran İslâm Devrimi sonrası politik etkilerin de neticesinde Filistin’de İslâmî gruplar (Hamas, İslâmî Cihat) yükselişe geçmiş ve el-Fetih’e rakip olmaya başlamışlardır. Dahlan bu esnada hem Fetih lideri hem de Yaser Arafat’ın yakın adamı olarak İslâmî gruplarla mücadele halinde olmuştur. 1987’de Birinci İntifada gibi Filistin davasının en önemli kilometre taşlarından birini temsil eden olayın başlatılmasında Yaser Arafat'ın da talimatı ile büyük rol almıştır. İntifada sırasında İsrail’in en önemli hedeflerinden biri haline gelmesinin ardından 1987 yılında önce Ürdün ardından Kahire, Bağdat ve en sonunda da Tunus'a kaçmak zorunda kalmıştır. 1993 yılına kadar Tunus’ta siyasi sığınmacı olarak yaşamıştır.
1993 yılında Oslo Barış Görüşmelerinde Dahlan da Yaser Arafat gibi İsrail ile anlaşmaktan yana tavır almış ve Arafat’ın kararlarını bir fiil desteklemiştir. Oslo Barış görüşmelerinin akabinde Dahlan, Yaser Arafat’ın yakın ekibine girmiş ve Filistin Özerk Yönetiminin Gazze’deki Filistin Güvenlik Birimlerinin (Gazze Önleyici Kuvvetleri) başına getirilmiştir. Bu birim, 20 bin kişilik Gazze’nin kontrolünü sağlayan muazzam bir güçtür. Dahlan, bu gücü kullanarak CIA, MOSSAD, Ürdün, Suudi ve Batı istihbarat birimleri ile ilişkiler kurmuştur.
Aynı zamanda Gazze’yi İsrail’e ve Batı Şeria’ya bağlayan Karni Geçiş Kapısı vasıtası ile gümrüklerde gerçekleştirdiği yolsuzluk ile 1994-1997 yılları arasında büyük bir servet de elde etmiştir. Nedeni ise; İsrail ile varılan anlaşma gereği,İsrail’in sınırlardan aldığı vergi gelirlerinin %60’ını Filistin Özerk Yönetimi’ne vermesi gerekmektedir. İsrail tarafından gümrük geliri olarak toplanan aylık 1 milyon şekelin Dahlan’ın şahsi hesabına yatırıldığı yönündedir. Dahlan, özellikle görevi süresince Hamas mensuplarına yönelik yürüttüğü tutuklama, işkence ve soruşturma gibi faaliyetlerinden ötürü insan hakları ihlalleri gibi suçlamalarla karşı karşıya kalmıştır.
Bu dönemde uygulattığı işkenceler ile nam salan Dahlan, binlerce kişilik polisi ve silahlı adamı ile Gazze’de işkencelere doymuyor, onlarca Filistinli öldürülüyor ve çoğu da sakat kalıyordu.
Öyle ki, Gazze artık ‘’Dahlanistan’’ olarak anılmaya başlanmıştı. Filistinlilere yönelik tutuklamaları öyle noktaya gelmişti ki adeta İsrail ile yarışır vaziyetteydi.
Hatta bu süreçte Hamas’ın manevi lideri Şeyh Ahmet Yasin ve yine Hamas’ın önde gelenlerinden Dr. Abdülaziz Rantisi’nin öldürülmesinde parmağı olduğu iddia edilmiştir.
2001 yılında gerçekleşen İkinci İntifada'dan sonra Dahlan kendisini Yaser Arafat’a karşı lider adayı ve güvenilir siyasi aktör olarak parlatma çabalarının içine girmiştir. Dahlan, Filistin Yönetiminde reform çağrısında bulunarak Arafat rejimini yolsuzlukla suçlamış ve istifa etmesi gerektiğini belirtmiştir.
Daha 2001 yılında Filistin Yönetimine liderlik iddiasında bulunmaya başladığı söylenebilir. Dahlan hakkında daha bu tarihlerde İsrail gizli servisi ile yakın ilişkide olduğu iddiaları ortaya atılmaya başlamıştır.
Ancak Muhammed Dahlan, el- Fetih içerisinde daima destek bulmuştur. Arafat ile ters düştüğü zamanlarda Mahmut Abbas ile yakın ilişki içerisinde olmuş 2003 yılında Abbas tarafından devlet ve güvenlik meseleleri bakanlığına atanmıştır.
2003 Temmuz ayında ABD Başkanı Bush'un girişimiyle, Ürdün Akabe'de İsrail-Filistin barış görüşmeleri gerçekleşiyordu. Filistin'i Başbakan Mahmut Abbas, İsrail'i ise Ariel Şaron temsil ediyordu.
O sıralar Filistin yönetiminin güvenlikten sorumlu en üst düzey yetkilisi olan Muhammed Dahlan'dan, İsrail'in işgali altındaki Filistin topraklarındaki yerleşimlerin güvenliği hakkında sunum yapılması istenmişti. Dahlan, tam sunumuna başlamışken ABD Başkanı Bush tarafından susturuldu. Katılımcıların şaşkın bakışları arasında Bush'un ağzından çıkan şu sözler herkesi şaşırtmıştı. "Burada durabiliriz. Tek istediğim gözlerine bakmaktı, sana güveniyorum. Tam olarak Bay Şaron’a güvendiğim gibi." demişti.
Tarihler 11 Kasım 2004'ü gösterdiğinde ise Filistin’in efsanevi lideri ve Dahlan’ın en önemli siyasi rakibi Yaser Arafat şüpheli şekilde zehirlenerek vefat etmişti. Arafat'ın vefatına en çok İsrail sevinmişti. Onun ölümünün ardından kutlama bile yapmışlardı. Çünkü Arafat'ın ölümü İsrail için çok önemliydi, o sağken yapılamayan Filistin topraklarını işgale dair birçok proje bu tarihten itibaren adım adım hayata geçirildi.
Gazze’nin ablukaya alınması, Kudüs’ün Yahudileştirilmesi, Batı Şeria topraklarının gasp edilmesi başta olmak üzere İsrail’in elini rahatlatan birçok önemli gelişme Arafat'ın ölümünün ardından yaşandı. Arafat'ın ölümünün ise doğal bir ölüm olmadığı yıllar sonra eşinin yaptırdığı araştırmalar sonucu ortaya çıkarılmış hattaArafat'ı zehirlemek suretiyle ölümüne sebep veren kişinin Muhammed Dahlan olduğu öne sürülmüştü. Eşi Süha Arafat'ın yıllarca devam eden Arafat'ın ölümündeki sır perdesini aralama girişimi dosyanın kapatılmasıyla noktalanmıştı. Dahlan Arafat'ın ölümü sonrasında yine Mahmut Abbas tarafından İsrail ile ilişkilerden sorumlu bakan olarak atandı. 2006-2007 yılları arası ise Dahlan için Filistin siyasetindeki en önemli yıllar olmuştur.
2006 yılına geldiğimizde Filistin genel seçimlerinde Hamas büyük bir zafer elde etti. Hamas’ın 2006’daki seçim zaferi Bush yönetiminin planlarını altüst etmiştir. Hamas’ın bu durdurulamaz yükselişi, Bush’un Orta Doğu'daki İsrail merkezli vizyonuna ters bir hamle olmuştur. Bu nedenle Dahlan bir Fetih lideri olarak içeriden süreci baltalaması amacı ile desteklenmiş ve Hamas’ın bitirilmesinde görevlendirilmiştir.
Dahlan’ın Gazze’deki hâkimiyeti süresince Gazze’ye ‘’Dahlanistan’’ isminin verilmesi onun Gazze üzerinde ne derece otoriter bir yönetim kurduğunu ispatlamaktadır. Yıllarca Hamas ile en sert şekilde mücadele eden Dahlan ile Hamas yönetimindeki Gazzeliler için bundan sonra yeni bir dönem başlıyordu.
2007 yılına kadar Hamas ile el-Fetih arasında anlaşmalar ve çatışmalar hiç durmadı. Filistin Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanlığına atanan Dahlan aynı zamanda Gazze’de yükselişe geçen Hamas’la da mücadelenin mimarı konumuna geldi. Hamas’ı dizginleme operasyonunda Dahlan’ın arkasındaki gücün Bush hükümeti olduğu ise artık bilinen bir gerçekti. Çatışmalardan dolayı Mart'ta kurulan hükümet, Haziran'da Mahmud Abbas'ın Batı Şeria ve Gazze'de olağanüstü hâl ilan etmesiyle son buldu. Geçici hükümet atandı ve Gazze artık tamamen Hamas'ın kontrolüne girdi.
Hükümet yıkıldıktan sonra Hamas üyeleri, Gazze'de el-Fetih'in denetimindeki İstihbarat Karargâhını ele geçirdi ve bazı belgelere ulaştı. Belgeler oldukça önemli ve Dahlan’ın kaderini belirler nitelikteydi.
Katar’ın en güçlü medya organı El Cezire Dahlan’ın tüm tehdit ve engellemelerine rağmen bu belgeleri kamuoyuna duyurmaya karar verdi. Bin altı yüzden fazla belge Dalan'ın ihanetlerle, işkencelerle, kumpaslarla dolu gizli siyasi hayatını ortaya seriyordu. Ses kayıtları, e-mailler, haritalar, gizli toplantılardan notlar, yüksek meblağlı para transferlerinin belgeleri, strateji belgeleri ve sunumlardan oluşan bu belgeler 1999 yılından başlayan süreci kapsıyordu.
Ele geçirilen belgeler, Muhammed Dahlan'ın İsrail'in yabancı istihbarat teşkilatlarıyla ortak operasyonlarını, İsrail'le ortak çalışan Filistinli yetkililerin adlarını, silah ve kara para transferini içeriyordu.
Belgeler arasında özellikle Dahlan'ın İsrail Dışişleri Bakanı Mofaz'a gönderdiği bir mektup, kamuoyunda bir hayli ilgi çekti. Mektupta, İsrail'le birlikte yaşama düşüncesini kabul etmeyenlerin kökünün kazınacağını, Filistin Parlamentosundaki birçok bakanı teşvik veya şantajla kendisine çekmeyi başardığını yazan Dahlan "Başkan Bush'un önünde verdiğim sözleri yerine getirmek için hayatımı vermeye hazırım" demişti. Dahlan, Bush'a bu sözü muhtemelen Ürdün toplantısında vermişti. Bu belgeler Filistin-İsrail görüşmelerinin yıllarca nasıl sabote edildiğinin ve neredeyse tamamının neden İsrail lehine sonuçlandığının da çok açık ispatıydı.
2007 yılının yazına gelindiğinde Dahlan, Hamas tarafından devre dışı bırakılmış ve demokratik yollardan Gazze’nin yönetimini ele geçiren Hamas, Dahlan’ı uzun süren çatışmalar neticesinde Gazze’den sınır dışı etmişti. Önce Batı Şeria’ya sığınan Muhammed Dahlan, burada da eski çalışma arkadaşı Mahmut Abbas ile ters düştü. Hakkında Mahmud Abbas tarafından yolsuzluk ve rüşvet suçlamaları ile ilgili davalar açılan Muhammed Dahlan aynı zamanda Abbas yönetimine karşı darbe planlamakla da suçlandı. Bunun üzerine 2011 yılında Birleşik Arap Emirliklerine (BAE) siyasi sığınmacı olarak iltica etmek zorunda kaldı. Dahlan, bu tarihten sonra çalışmalarına hız verecek ve bu hızlı "yükselişine" devam edecekti. Hedefinde artık tüm Orta Doğu vardı ve ABD ve İsrail maşalığını bırakmaya hiç niyeti yoktu.
Dahlan’ın Gazze’de emniyet şefi iken elde ettiği servet, Abu Dabi ve Dubai emirlerinin desteği ile Birleşik Arap Emirliklerinde daha da fazla katlanmıştır. BAE’de kaldığı sürece burada Veliaht Prens Muhammed bin Zayed’in en yakınındaki isimlerden biri ve özel danışmanı olan Dahlan, Prens Muhammed bin Zayed ile birlikte artık ABD yönetiminin kirli işlerinin en önemli maşası haline gelmiştir.
İşte tam da bu süreçten sonra Dahlan'ın siyasi operasyon alanı da iyice genişlemiştir. Artık sadece Filistin değil, bununla birlikte aralarında Türkiye'nin de bulunduğu, Mısır, Katar, Libya, Filistin gibi birçok ülkede siyasi operasyonlar gerçekleştirmeye başlamıştır. ABD, BAE ve Suudi Arabistan'ın bölgedeki tüm operasyonlarını yürüten kişi olarak son zamanların en etkili isimlerinden biri olmuştur.
Dahlan, son birkaç yıldır BAE'nin finanse ettiği birçok medya kuruluşu aracılığıyla aralarında Türkiye ve Katar'ın da olduğu birçok ülke aleyhine müthiş algı operasyonlarını yönetiyor. Sadece medya değil, sosyal kuruluşlar, sivil toplum ve siyasi hareketleri finanse ve organize ederek devletlere operasyon yapmakta ve elde ettiği gücü Hamas – Katar – Türkiye çizgisi aleyhine kullanmaktan geri durmamıştır.
Dahlan ve ekibi 1,5 milyar dolardan fazla harcama yaparak Mısır Ordusu, medya ve sivil toplum kuruluşları düzeyinde destek zemini oluşturmuştur. Nur Partisi ve sol örgütlerle birlikte medya yöneticileri darbe öncesinde fonlanarak İhvan Direnişi aleyhine yayın yapılması ve Sisi lehine tavır alması için yönlendirilmiştir.
Mısır darbesinde BAE'nin Sisi'ye olan desteğinin arkasında olan Dahlan, Mursi iktidarı boyunca medya ve finans gücünü kullanarak Müslüman Kardeşler'i itibarsızlaştırma ve Mursi'yi devirme planlarını hayata geçirmiştir. Böylece Filistin meselesinde Mısır'ı da yanına almanın hesaplarını yapan Dahlan, hem Gazze'de Hamas’ı etkisiz hale getirmeyi hem de Türkiye ve Mısır dostluğunun sonunu getirmeyi planlıyordu.
Katar'a yönelik olan ablukanın mimarı, BAE veliaht prensi ile ilişkisi dolayısıyla yine Dahlan olduğu biliniyor. Katar'ın özellikle Hamas liderlerine ev sahipliği yapması, Türkiye’ye yaptığı yardımlar, Müslüman Kardeşler'i destekleyen politikalar izlemesi, El Cezire televizyonunun birçok alanda BAE-İsrail ile ters düşmesi ve 2007'deki açığa çıkan istihbarat belgelerini yayınlayarak hem Dahlan'ı hem de İsrail’i zor durumda bırakması bu ablukanın nedenlerinden sadece birkaçı.
Dahlan'ın Katar'ı sıkıştırma stratejilerini ABD'li düşünce kuruluşlarıyla birlikte geliştirdikleri, BAE'nin ABD Büyükelçisi Uteybe'nin sızan e-maillerinden anlaşılıyor. Bu yazışmalarda konuşulan maddelerin tümü daha sonra Katar ablukası sonrasında Suudi yetkililerin ağzından ablukanın kalkmasına yönelik şartlar olarak okunması da ayrıca manidar.
Filistin dışında 13 ülkede etkin faaliyet yürüten Muhammed Dahlan kamuoyu oluşturma ve taraftar toplama amacı ile dernek ve vakıfları kullanıyor. Eşi Celile Dahlan adına kurulan (Muazzamat el Celile) vakfı da aynı kapsamda faaliyetlerini yürütüyor. Ekip, Sırbistan, Ukrayna, Türkiye, Hırvatistan, Fransa gibi ülkelerde ise George Soros tarafından kurulan vakıflardan destek alıyor. Birleşik Arap Emirlikleri tarafından yıllık 550-600 milyon dolar destek verilerek kurulan 3 bin kişilik istihbarat ağında görev yapan şahısların çoğunluğu Filistin asıllılardan oluşuyor. Dahlan öncülüğünde kurulan istihbarat şebekesi tarafından toplanan bilgiler MOSSAD ve CIA ile paylaşılıyor.
Çok özel yöntemlerle korunan Muhammed Dahlan gittiği her ülkede 40 kişilik Sırp ekip tarafından korunuyor. MOSSAD ve CIA ise Orta Doğu'nun bu kiralık katiline hem uzaktan koruma desteği hem de emrine ajanlar veriyor.
2013’teki gezi olaylarının finansörlerinden birinin Dahlan olduğu ortaya çıkmıştı. 15 Temmuz 2016’daki kanlı darbe girişiminin de arkasındaki aktörlerden biri de yine oydu.
Gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayetinden sonra Türkiye’ye gelip bilgi toplayan iki Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) casusu, MİT tarafından İstanbul'da yakalanmıştı. Yapılan sorgularında her şeyi itiraf ettikleri öğrenilen Z.H ve S.S.’nin Orta Doğu’nun kiralık katili olarak anılan Muhammed Dahlan’a yakın olduğu belirlendi.
2012 sonrası İsrail ile ilişkilerini ilerleten BAE, Mısır’daki darbeyle birlikte bölgede Türkiye karşıtı tüm gelişmelerde Dahlan ve çetesini kullandı. Dahlan’ın bugün hala Libya, Tunus, Cezayir, Sudan ve Yemen gibi ülkelerdeki iç karışıklık, çatışmalar ve savaşlarda, kurduğu silahlı çetelerle ön planda olduğu biliniyor. Dahlan ismi ayrıca Suriye'nin kuzeyindeki PKK-PYD terör örgütü yapılanmasında da anılmaya devam ediyor.
Dahlan ayrıca, 15 Temmuz darbecileri ile birlikte hareket eden Afganistan'daki Türk Görev Gücü Komutanı Tümgeneral Cahit Bakır ile Kabil Eğitim Yardım ve Danışma Komutanı Tuğgeneral Şener Topuç'u Dubai'ye kaçıran isim. Ancak işler sarpa sarınca iki darbeciyi Dubai havaalanında bırakıp kayıplara karıştı. Millî İstihbarat Teşkilâtı ’da bu iki darbeciyi alıp Türkiye’ye getirmişti.
Dahlan’ın FETÖ’ye verdiği desteğin bir başka delili, Mısır’da yayın yapan ve kendisine ait olan El Gad (Yarın) televizyonuna F. Gülen’i çıkarıp Türkiye aleyhine konuşturması oldu. Üstelik 15 Temmuz’un üzerinden daha bir ay bile geçmiş değildi. Dahlan’ın televizyonuna çıkan FETÖ elebaşı Batı’ya Türkiye aleyhinde hareket etme çağrısında bulunmuş ve şöyle demişti:
“Erdoğan kendisini dünya lideri ve Müslümanların Emiri olarak görüyor. Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nı ve Gazze’yi şahsi çıkarları için kullanıyor. Onlara doğru düzgün bir yardımı bile yok.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan 15 Temmuz darbe girişiminin ardında Bin Zayed ve tetikçisi Dahlan’ın bulunduğunu pekâlâ biliyor. Nitekim 9 Mayıs 2017’de yaptığı bir konuşmada aynen şöyle diyordu:
“Türkiye’de darbe girişimi olduğu zaman Körfez’de kimlerin buna sevindiğini çok iyi biliyoruz. Birilerinin istihbarat örgütleri varsa bizim de istihbarat örgütümüz var. Kimlerin o geceyi nasıl geçirdiklerini çok iyi biliyoruz.”
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ise şu sözleri ile Dahlan’ı ve BAE’yi kast ediyordu:
“Türkiye’deki darbe kalkışmasına, hükümeti gayri meşru yöntemlerle devirme çabalarına bir ülkenin 3 milyar dolar para desteğini sağladığını biliyoruz. Üstelik bu Müslüman bir ülke”.
15 Temmuz’un üzerinden fazla bir zaman geçmemişti ki, küresel şebekenin Arap coğrafyasındaki ayağı deşifre oldu. Middle East Eye Genel Yayın Yönetmeni David Hearst, 29 Temmuz 2016’da Muhammed Dahlan’ın darbe öncesi terörist F. Gülen’e para yardımı yaptığını yazdı. Dahlan ise iddiaları reddederek David Hearst’e dava açarak kendisini temize çıkarmaya çalışıyordu.
Uzun düren davada Dahlan ne yaparsa yapsın kendini bir türlü aklayamıyordu. Üstelik David Hearst’ın mahkemeye sunduğu belgelerle daha da zor bir duruma düşüyordu. Derken 11 Eylül 2019’a gelindiğinde ilginç bir gelişme yaşandı ve David Hearst kendi köşesinden Dahlan’ın davadan çekildiğini açıkladı. Üstelik 500 bin Sterlin gibi bir rakamı bulan dava masrafları da Dahlan’ın cebinden çıkacaktı.
Bu ve bunun gibi nice girişim gösteriyordu ki Muhammed Dahlan ve onun gibi niceleri küresel güçler tarafından kurgulanan sadece birer tetikçi durumunda. Olayın arka planında ellerinde cetvel ile iştahlı şekilde önlerindeki Orta Doğu haritasına bakan aktörlerin planları, projeleri ve oyunları hiçbir zaman bitmeyecek.
Kimi zaman ‘Arap Baharı’ olacak adı, kimi zaman ‘Üç Muhammed projesi’…
Ama bilinen o ki Orta Doğu coğrafyası yakın dönemde de sırtını doğrultacak gibi görünmüyor. Bu durumda özellikle İslam coğrafyasının ortak bir akla ve dile ihtiyacı her zamankinden daha fazla.
Tabii olmak ile onur duyduğumuz Âlemi İslam üzerinde oynanan oyunlara her geçen gün yenisi eklenmeye devam ediyor çünkü. Buna nasıl bir tepki göstereceğimiz ise tamamen bizim elimizde...”
Not: Yazı Ali Altunkaya’dan alıntıdır.