Evvel emirde beyan edelim ki, bir yazarın ifadesiyle “Türkçülük, Türk olmayanların uğraştığı bir iştir.” Türkçülük, Avrupalı oryantalistlerin Türkler üstüne yaptıkları Türkoloji çalışmalarıyla başlamıştır. On asırdır İslâm medeniyet dairesinde millet olan ve İslâm medeniyetinin en önemli ayağını vücuda getiren Türklerin yaşattığı tarih ve cemiyet temellerinden kopuk, tamamen kültürel bir Türklük oluşturma anlayışının mahsulüdür.
İslâm öncesi dönemlerin ele alınıp, İslâm’ın devre dışı bırakılmasındaki asıl maksat, Türkleri İslâm üzerine inşa ettikleri geniş bir medeniyet ve hilafet zemininden uzak tutmak ve İslâm temelli Osmanlı Türklüğünün dışında İslâm öncesi Türklükle Batılı değerlerin terkip olduğu bir tarih şuuru oluşturmaktır. Bir sonraki aşamada ise, Türk milletini köklü değerlerinden uzaklaştırılmış Batılı aydınlanmacı ve seküler bir “ulusçu” kimliğe dönüştürmektir.
Türkçülüğün kültürel ve siyasî gelişmesinin kaynağı olan erbabınca bilindiği üzere Macar Türkolog Vambery’nin çalışmalarıyla 1864 yılında başlıyor. Bu çalışmaların Osmanlı aydınları üzerinde tesirleri üzerinde en çok duran Türkçü Ziya Gökalp, Vambery, Radlof, Leon Cahun, Mustafa Celaleddin Paşa, Arthur Lumbey Davis, Joseph Guignes gibi Türkologların Türkçülüğün ortaya çıkışının ve gelişmesinin temel isimleri olduğunu hayranlıkla belirtir.
Türkçülüğü siyasî bir toparlanma hareketi olarak gören Osmanlı’nın son dönem aydınları bu fikir akımını, Ruslara ve Panslavizme karşı Türk dünyasını Batı’dan
mülhem ulus temelli anlayışla birleştirmek isteyen Kazan ve Azerbaycan’daki Türkçü aydınlardan tevarüs ettirmişlerdir.
Rusya’daki Türkî aydınların, Türkçü fikirlere kattıkları kavram ve ideolojik prensipler Panslavizm’den alınma olduğu belli. Türkçülüğün öne çıkmış isimlerinden “Ahmet Ağaoğlu Türk kültürünün korunması için Batı medeniyetinin doğrudan kabul edilmesi ve bu yolla da Türk milliyetçiliği düşüncesinin geliştirilmesinde ısrarcı olmuştur”( Mehmet Karakaş, Türk Ulusçuluğunun Doğuşu).
“SİZLERSİNİZ EY KAVM-İ MACAR BİZLERE İHVAN (…) MÜMKÜN MÜ AYIRSIN BİZİ İNCİL VE KUR’AN”
Vambery’den büyük tesirler alan ve onu taklit eden Azerî Hüseyinzâde Ali de Türkçü aydınlar üstünde iz bırakmış isimlerden… Bütünüyle Batılı aydınlanmacı-seküler ve pozitivist temelli Türkçü “ulus” birliğini ifade eden şu mısralar onundur: “Sizlersiniz ey kavm-i Macar bizlere ihvan / Ecdadımızın müştereken menşei Turan / Bir dindeyiz hepimiz, hakperestan / Mümkün mü ayırsın bizi İncil ile Kur’an”( Yusuf Akçura, Türkçülük, s.413).
Anlaşıldığı üzere Türkçüler için Kur’an, “ihvan”, yani kardeş olmak için hiç de önemli bir unsur değildir. Onlara göre karındaşlığı ve “kavim” kardeşliğini din birliğinde değil, “menşeye doğru kemik kırıntılarında” ve üç beş kelime benzerliğinde aramak gerek. Öyle ki, Türkçe bilen Hıristiyan Gagavuzlarla “ihvan” olmamız, Türkçülerin ileri sürdüğü Türkçü ulusa uygun olabilir, fakat Türkçe bilen bir Suriyeli Sunni Arap böyle bir “ulus” telifine uygun düşmez.
Yusuf Akçura ile Sadri Maksudi Arsal’ın Türkçülüğü de İslâm’ı sâdece mânevî unsurlardan sayan ve diğer Türkçüler gibi modernist ve sekülerdir. Rusya’nın sultasından kurtulup istiklâllerini kazanabilmek için geliştirilmiş olan Türkçü hareketi dönemin şartları itibariyle ideolojik olarak İslâm’a mugayir olduklarını söyleyemeyiz.
Öncelikle Rusya çevresindeki Türk kökenli bölgelerdeki şartların doğurduğu bir harekettir. Harekete dair fikirler o bölgenin sosyal ve siyasi şartlarıyla alâkalıdır. Bu bakımdan İslâm’a seküler bakışları ve Batı’dan mülhem siyasî ve sosyal programları kendi şartları için geliştirilmiştir.
Bu bakımdandır ki Türkçü hareketin fikrî ve sosyal değerleri, İslâm medeniyetinin bânisi olan İslâmlaşmış Türklüğün içtimaî ve siyasî yapısıyla uyuşması tabiî olarak mümkün değil. Bu suni ilkah bugün dahi hissedilmektedir.
Peş peşe savaş ve bozgunların yaşandığı dönemlerin “mağlubiyet psikolojisiyle” Meşrutiyet ve Cumhuriyet’in devletlû ve münevveri Türkçülük hareketini Batılı devletlerle işbirliği vasıtası olarak tercih ettiler. Şu da söylenebilir. Rusya’nın Panslavizm siyaseti, 1919’lardan itibaren Bolşvevik Rusya’nın sosyalizmi yaymaya başlaması ve Türk dünyasının istiklâlini gasbetmeye başlaması, Rusya’daki Türklerle Osmanlı Türkçülerinin yeni siyaset ve medeniyet arayışları “konjonktürel” olarak varlığını öne çıkarmıştır.
Türkçülük, Batı karşıtı olmayan, laik muhtevaya sahip bir fikir hareketidir. Özellikle 1909’dan sonra İttihat Terakki döneminde Almanların desteğiyle Ruslara karşı bir siyasî koz olarak kullanıldı. Slav tehlikesine karşı Türk-Alman ittifakını destekleyen Türkçülerin, dağılması mukadder Osmanlı Devleti’nden sonra oluşturulacak yeni Türk Devletinin yapısına dair fikir kaynakları iki temellidir:
TÜRKÇÜLÜK, RUS HALKÇILIĞI, ALMAN KÖYLÜLÜĞÜ VE FRANSIZ İÇTİMAÎYETİNİN TAKLİDİDİR
Rus Halkçılığı (Narodnizm), yâni “halka doğru” görüşünden “Rus ulusçuluğunu” oluşturma hareketi ki, daha sonra Marksizm’le ters düşer. Diğeri ise Alman Völkisch ideolojisidir. Alman köylüsünün, Germen ırkının ve kültürünün en saf ve otantik kaynağı olduğu görüşünden hareketle Büyük Almanlığı yeniden inşa etme fikridir ki, Hitler’in Nazi Almanya’sının ideolojisi de bu kaynaktan beslenmiştir.
Bu iki kaynak, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu ve Hüseyinzâde Ali gibi aydınların Türkçülük hareketinin fikir kaynaklarını oluşturmuştur. İttihat Terakki’nin ilk zamanlarında Alman tarih ve içtimaîyet düşüncesiyle Rus ve Bulgar Halkçılık anlayışının taklit edilmesiyle dilden içtimaî meselelere, tarih anlayışından “yeni ulusun” inşa edileceği maddî ve mânevî değerlere kadar pozitivist-seküler zeminde bir Türklük projesi oluşturulma faaliyetleri vardır ki, bir hayli problemli ve geniş bir mevzudur.
Türkçü derneklerin hâlen bu fikirleri işlediği malûm. Türkçülüğün ideologlarından Ziya Gökalp, 1918’den sonra Durkheim’in toplum anlayışını taklit ettiği ve pozitivizmin kurucusu A. Comteu’da olduğu gibi “bir insanlık dinidir” ki fertlerin kendini seküler ve pozitivist temeller üzerine inşa edilen topluma adaması fikrini Türkçü düşünceye zemin olarak aldığını bir daha belirtelim.
Türkçülerin dinî bir akide gibi sıkça kullandıkları “Batılı ilmî zihniyet”, bu “yeni Türk toplumun yaratılmasında” önceliğe alınır. “İlmî zihniyet” İslâm’ın emri gibi gösterilse de dinden arındırılmış seküler ve eklektik bir ilmi anlayış
hâkimdir. Din, laik bir ahlâkın diğer adıdır. Bu ahlâk din ve dünya işlerinin birbirinden ayrıldığı bir ahlâktır.
Durkheim kopyacısı olan Gökalp’in ve Akçura gibi laikçi Fransız kültürü taraftarının düşüncelerinde tevarüs edilen ve günümüzün bir kısım Türk milliyetçileri ve Türkçü kuruluşların anlayışlarında hiçbir değişikliğe uğramadan “Türklüğün Esasları” diye hâlâ yaşatılması Türklük mefahirine sarılan gençlik için yanlış bir modeldir.
Anlaşılan şu ki, Türkçü düşünce, İslâmlaşmış Türk milletinin değerleriyle bütünüyle paralellik arz etmez. Devlet ve millet yapısını tanzim etmeyen İslâm seküler bir değer olarak yer alır. İslâm öncesi Türkî değerlerle Batı’nın içtimaî ölçüleri ve medeniyet zihniyetini, belirleyici olmayan İslâm’la sentez yaparak Batı medeniyet dairesinde bir Türklük modelidir.
-----------------------------------------------------
MEDENİYET DEĞERLERİMİZİ TEBLİĞ İÇİN MOSTAR GENÇLİK SÖYLEŞİLERİNE ÇIKAN DOSTLAR DÖNDÜLER
Türkiye Yazarlar Birliği K. Maraş Şube Başkanı Öğrt. Gör. İsmail Göktürk, medeniyet anlayışımızı tebliğ için Çanakkale’den sonra Mostar Gençlik Söyleşileri konferanslarına Malatya’da devam etti.
Semerkand-Mostar Grubu’nun Türkiye ve medeniyet coğrafyamızın her köşesinde tertip ettiği “Mostar Gençlik Güz Söyleşileri” adıyla Tarih İhtisas ve Medeniyet Topluluğu, 12 Aralık’ta İsmail Göktürk ile “Medeniyetin İhyası için İnsanın İnşası” konulu konferans düzenledi. Söyleşisini Malatya’da yapıp gelen fikirli dostumuz neler anlattı, neler gördü Fikir Dükkânımzda biz de dinleyeceğiz.
Mostar Dergisi yazarı ve Fikir Dükkânı müdavimi Mehmet Raşit Küçükkürtül de “Medeniyetimizde kitap okumak” konulu konferansı için yine “Mostar Gençlik Güz Söyleşileri” nin Türkiye genelinde tertip ettiği medeniyet tebliği için Bursa ve Sakarya’ya gidip geldi. Dağarcığında neler getirdi, çok okuyan bu fikirli dostumuzu da dinleyeceğiz.
Medeniyet ihyası bununla da bitmiyor; Şehr-i Maraş Semerkand-Mostar Grubu’nun temsilcilerinden ve fakirin tercümanı Ferhat Ağca da Mostar Gençlik Faaliyetlerinin İstişare Toplantısı için gittiği İstanbul’dan döndü ki, dili şirin bu dost çok fikirli havadisler getirmiştir. Dahası var; Dükkânın Mes’ul Müdürü H. Ahmet Eralp’te de gün görmemiş çokça aleyh olduğuna eminim.
Dükkâncılar için sevindirici bir havadis daha var; Semerkand Dergisi yazarı âlim ve fâzıl insan Ali Yurtgezen hoca da “Mostar Gençlik Güz Söyleşileri”
programları çerçevesinde İslâm medeniyet değerlerini tebliğ için Malatya’ya gidip geldi ve ardından Kayseri Mostar Gençliğiyle söyleşi yapacak.
Hâsıl-ı kelâm, bu Cuma Dükkânımızda sohbet ziyade demektir. Müdavimler bu hafta medeniyet tebliğinden gelen dostların sohbetleriyle âbad olacaklar…
------------------------------------------------
“BANA KİM ENSAR OLACAK?”
Bazı sohbet ve yârenlikler var ki gönüllere şifa, zihinlere bin miligramlık fikirler verir. Sıradan gibi görünen birkaç dostun telefondaki yarenlikleri birbirine zarf atmalarında dahi şimşek gibi parlayan, insanın hiç de aklına gelmediği, tasavvur edemediği ifadeler ortaya çıkar ki, vecize değerindedir.
Yoldaki Kalemler dergisinin yayın müdürü şair ve hikâyeci Hasan Ejderha dostumuz bu mânada yaşadığı bir yarenliği mektuplaştırıp fakire göndermiş. Eh-il dilin ve ehli- fikrin hoşuna gider deyi paylaşmak istedim:
“Üniversite kütüphanesindeki odamda oturuyoruz… İsmail Göktürk hoca çayını içiyor. Konumuz fikir, medeniyet, edebiyat az bir siyaset… Derken aklıma Memduh Atalay hoca geldi. Hüzünlendim. ‘Niye hüzünlendi’ diyeceksin, anlatayım.
Memduh hocayı düşündüm; o dik duruşunu, şaşmaz isabetli fikri mülahazalarını ve her konuda sağlamlığını. Ama bir anda durduğu yer ve hepimizin gönül verdiği fikir hareketini idare edenleri düşündüm. Hocanın tırnağı kadar dâva adamlığı olmayan, dâvayı başka emeller doğrultusunda kullanan kaygısız bu adamlar aslında yok mesabesindeydi ve Memduh hocanın dağ dibi durduğu o yer aslında boştu.
Bir an aklıma bir fikir geldi ve Memduh hocayı aradım. Telefonunu açınca dedim ki: “Hocam şu anda telefonumun mikrofonunu açtım ve odadaki herkes sesini duyuyor. Odada; İsmail Göktürk Hoca, Ben, Mehmet Yaşar ve Şeyhşamil Ejderha var.” Memduh hoca odadakileri selâmladıktan sonra “Buyur” dedi. Dedim, “Hocam seni Süleyman Şah türbesi gibi taşımak istiyoruz.”
Memduh hoca bir dakikaya yakın durdu. Birkaç kere hafif gülmesi bizlere kadar ulaştı.
‘Türbe yerinde durmalı’ dedi.
İtiraz ettim. Hocam o ihtişamda sizi çevreniz boş olarak bırakamayız, buna asla gönlümüz razı olmaz. Kesinlikle sizi çevrenizde sizin fikrinizde-zikrinizde insanların olduğu bir yere taşımalıyız dedim.
Arka arkaya kahkahalar attıktan sonra ‘İsmail hoca ne diyor’ dedi. İsmail hoca Memduh hocanın sesini duyar duymaz ‘Teslim ol kurtul’ dedi.
Memduh hoca: ‘Benim teslim olmayacağımı bilir’ dedi.
İsmail hoca tekrar ‘Teslim ol kurtuuul!’ dedi biraz uzatarak.
‘Hocam sancak bu tarafta. Sen çok yiğit ve dik durduğun için sancağa hâkim vaziyette bir konumla sancağın altında olduğunu düşünüyorsun ama hem sancağın altında değilsin, hem de etrafın iyice boşaldı seni Süleyman Şah türbesi gibi taşıyalım’ diye tekrar ettim.
Memduh hoca: Peki bana kim ensar olacak. Sor bakalım İsmail Hoca bana ensar olacak mı?
‘Seni duyuyor şu anda” dedim.
İsmail hoca cevap verdi: ‘Teslim ol kurtul!’
‘Hocam İsmail hoca sana ensar olmaz olur mu; hepimiz sana ensar oluruz dedim.’
Memduh hoca yine birkaç kere hafif kahkaha attıktan sonra, ‘Evvela sohbetinizde adım geçtiği için teşekkür ederim; çok mutlu oldum. Fakat gelmem. Şimdi gelsem hurma için geldi dersiniz’ dedi.
Hepimiz gülüştük: ‘Hurma için geldi demeyiz; hatta sana hurmanın çoğunu veririz’ dedik hep birlikte gülüşerek.
Memduh hoca: ‘Yok yok, siz hurma için geldi dersiniz’ diyerek veda etti.”