Modern-kapitalist şehirciliğin hızla yayıldığı Türkiye’de şehirlerimizin şeddadî binalarla betonlaştığı ve ruhunun kaybolduğu, dolayısıyla şehirlerin kimliğinin de erozyona uğradığı hakkında son yıllarda sıkça yazılar yazılıyor.
Müslüman şehirciliğin bilge mimarı Turgut Cansever’in “İslâm şehri” ne dair düşünceleri çokça dile getirildi. Fakat yüz ağartacak bir değişiklik yok. Şehirlerimizin kimliksizleştirilmeye devam ediliyor. Bundandır ki her şehrin kimliği üzerine mücadele eden müdafilerin çoğalması gerek. Herkes kendi şehrinin elinden tutmalı.
Sadede geleyim: Ne zaman bir şehir yazısı okusam duygulanır ve “kendi şehrim Kahramanmaraş hakkında birkaç yazımız dışında, efradını câmi, ağyarını mâni bir yazı yazmadığıma öteden beri hayıflanırım.
Ne zaman ki Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi’nin Cilt 8-Sayı 2, Aralık 2018 sayısında (hakemli bir dergi ve basılı yayındır) web sitesinde (iibfdergisi@ksü.edu.tr) İbbf kamu yönetimi bölümü öğrt. gör. İsmail Göktürk ve sosyal hizmet bölümü dr. öğrt. gör. Mehmet Yılmaz tarafından kaleme alınan “KAHRAMANMARAŞ ŞEHİR KİMLİĞİ ÜZERİNE TOPLUMSAL YAPI ÇÖZÜMLEMESİ” başlıklı yazıyı okuyunca bu hayıflanmam geçti.
Çünkü okuduğum yazı Maraş’ın tarih, kimlik, şahsiyet, gelenek, örf-âdet ve şehir yapısı da dâhil her şey içinde mündemiç olan bir yazıydı. Kaynakçası çok yoğun olan 33 sayfalık bir yazıda kitap çapında bilgiler hem akademik tarzda, hem de akıcı güzel Türkçeyle serbest makâle tadında veriliyordu. Şehirlerin ruhundan fikrî haz duyanlar için adı geçen yazıdan uzun iktibaslar yaparak duygularımı değerli okuyucularımla paylaşmak istiyorum:
“Şehir kimliği, toplum kültürünün kurumsallaşmasıyla oluşan maddî yapılarla insan ilişkilerinin tezahürü olan, örf-âdetlerden, geleneklere, oradan mimari üsluba kadar bir dizi unsurun birleşiminden oluşur. Kahramanmaraş’ı nev-i şahsına münhasır kılan kendine mahsus bir takım özellikleri vardır. Şehir karakterinin ana özellikleri olan bu faktörler, Kahramanmaraş’ta kahramanlık ruhu, dini hayatla ilgili duyarlılık, kültür ve edebiyat adamları yetiştiren bir şehir olması vb. şeklinde sıralanabilir…
Adamın su gibi akanıdır Maraşlı
Biberde çeltikte pamukta elleri
Sim işler, oyma yapar, edik diker gibidir
Sinsin oynar, halay çeker, diz kırar gibidir
Kuşanıp ava giderken, bataktan alırken turacı
Giyinip çarşıya varırken, kara şalvar ak içlik Gözleri ışığı ve geceyi paylaştırır
Kaşları onuru ve sevdayı
Adamın su gibi akanıdır Maraşlı (Gülten Akın)
Şehirler vardır, ülkelerinin atardamarlarıdır. Tarihin kırılma noktalarında millet hayatının sürekliliğini sağlayacak dinamiği, enerjiyi açığa çıkaracak gücü içinde barındıran kentler vardır. Artık bitti denilen yerde, ben varsam bitmemiştir diyerek her şey yeniden başlıyor duygusunu uyandıran kentler... Maraş bu kentlerden biridir. Milli Mücadele’de ilk kurşunu atarak, içinde saklayıp büyüttüğü kahramanlık duygusuyla, tarihin koptuğu yerde yeniden millet olma coşkusunun kazanılmasını sağlamıştır. Maraş bir bütün olarak; çocuğu, kadını, erkeği yaşlısıyla yani ‘Milli Mücadeleye katılmayan tek bir fert bile yoktur’ dedirten ölçüyle bu ödevini yapmıştır.
Onun içindir ki 5 Nisan 1925 tarihinde TBMM’ce kendisine verilen İstiklâl Madalyası ile yeryüzünde emsalsiz bir onurun sahibi olmuştur. Bu yönüyle Maraş, kültürümüzün bir unsuru olan kahramanlığın kurumsallaşmasını sağlamıştır; 7 Şubat 1973’de ‘kahramanlık unvanı’ ile de taltif edilmiştir. Maraş kahramanlık ruhunu Sütçü İmam’ın torunları olarak hem unvanında hem yüreğinde hala barındırmaya devam ediyor.
Şairinin dediği gibi, ‘kim var? diye seslenince, sağına ve soluna bakınmadan, fert fert ‘ben varım!’ cevabını verici, her ferdi ‘benim olmadığım yerde kimse yoktur’ duygusuna sahip insanların yaşadığı bir kent olmaya devam ediyor. Maraş sadece Milli Mücadeledeki kahramanlığıyla değil; kültürümüzün hemen her şubesindeki kahramanlarıyla da öne çıkan bir kentimizdir. Kuddûsi’den Necip Fâzıl’a, ondan günümüz şairlerine uzanan çizgisiyle edebiyat alanında her dönemde öncü olan bir kentimizdir. Bulunduğu her mecliste hemşehrimiz olmakla daima övünen ve bizim de gurur kaynağımız merhum Necip Fazıl, Cumhuriyet döneminin şiirde, fikirde ve diğer edebî alanlarda verdiği eserleriyle en öne çıkan ismidir. Bu öncü kahramanlar kültürel sürekliliğe vesile olmuşlardır ki şimdi, Maraş’ta üç genç bir araya gelse bir edebiyat dergisi tasarlıyor olur.
Kuddûsî Ahmed Efendi (1769-1849), Maraş’tan Niğde’ye göç eden Nakşibendî şeyhi ulemâdan Hacı İbrâhim Efendi’nin oğludur. Mar‘aşîzâde ve Kuddûsî Baba olarak da tanınan Kadiri Şeyhi Kuddusi Ahmed Efendi, Allah’ın kuddûs ismine mazhar olduğu veya bu ismin mazharı olmayı umduğu için şiirlerinde Kuddûsî mahlasını kullandığını söyler. XIX. yüzyılda Anadolu’da yetişen şair mutasavvıfların en önemlilerinden biridir (Uludağ ve Köksal: 2002:315-316)
Maraş’ımızın bu kadar çok şair, yazar, sanatkâr yetiştirmesi, bu toprağın, bu suyun, bu havanın, insanın mayasına kattığı cevherle ilgilidir. Bu memleketin havasıdır Mahzûnî’nin türkülerindeki hüzün. Bu toprakta yaşadığı için şairinin ‘isminin baş harfleri acz tutar.’ Şevket Bulut’un ‘Kör Kuyu’lardan en güzel hikâyeleri çıkarması belki de içtiği sudandır. Bu şehirde herkes bir sanatkâr ruh taşır. Dünyayı global bir köy haline getirmek için devasa şirketlerin kurulduğu bu dönemde, bu şehrin insanı bakır döver, semer yapar, keçe yuvarlar ve külek yapar. Bu şehirde çocuklar para kazansın diye değil; sanat öğrensin diye çırak durur ustalarının yanına. Oymacılık öğrenir, kuyumculuk öğrenir. Yâni hayata sanatkâr bir ruhla bakmayı öğrenir. Bu şehrin genç kızları gergeflerine gönlünü gerer. Gözünün nurunu yüreğinin sevgisini yansıtır oyalı yazmasına, işlediği sim sırmaya. Onun sanatçı duruşu, yaptığı her işi sanatlı kılışıdır ki Fatih’in eşi, Yavuz’un annesi yapmıştır onu. Sanatkâr ruhudur ki emeksiz iş yapmamayı öğretmiştir ona, yaptığı yemekler baş tacıdır Türk mutfağında. Süt, sahlep, şeker dünyanın her yerinde bulunur ama ancak Maraşlının elinde adı dondurmadır onun.
KAHRAMANMARAŞ ŞEHİR KİMLİĞİ VE SOSYO-KÜLTÜREL YAPISI
Şehirlerin, insanlar gibi kendilerine özgü kimlikleri vardır. İnsanlar, yaşadıkları çevreyi dizayn ederken, coğrafya, doğal ve tarihsel olaylar, üretim ilişkileri, bilim ve icatlar gibi somut etkenler; inançlar, korkular, güzellik anlayışları, farklı olma gibi soyut etkenlerle düzenleye gelmişlerdir. Şehirlerin kimliği oluşurken, toplumun inançlarının, geleneklerinin sosyal yapıya yansıması kaçınılmazdır. Hacı Bayram-ı Veli’nin bir dörtlüğünde bu çok güzel ifade edilir: Nagehan ol şâra vardım/Ol şârı yapılır gördüm / Ben dahi yapılır oldum/Taş-u toprak arasında Bizim dilimizde medeniyet kavramı, ‘medine’ yani şehir kavramından türemiştir.
Bizde insanın ve şehrin inşası, dolayısıyla medeniyet, inanç ve din kaynaklıdır. Şehrin inşası, sosyal kurumların, yapıların, insan ilişkilerinin ve bunların neticesi olan sanat ve estetiği içeren her türlü eserin inşası anlamına gelir. Şehir inşasında somut yapılarla soyut değerler ilişki içerisindedir. Sosyal yapı, bir sistem özelliğine sahip olduğu için, kültürel ve fiziki yapı unsurlarındaki her değişim diğerini de etkilemektedir. Toplumsal yapılar, toplumun inanç sistemi ve onun ürettiği kültürün tezahürüdür.
Türkiye’nin modernleşme macerasına maruz kalan bütün şehirler gibi, Kahramanmaraş da modernleşmeye maruz kaldığı ölçüde değişime uğramıştır. Bir sosyo-kültürel değişme modeli olan modernleşme, bilindiği gibi tarımsal üretimden endüstriyel üretime; kapalı köy ekonomisinden kent/pazar ekonomisine; insan hayvan enerjisinin kullanımından makine enerjisinin kullanımına doğru yapılan geçişler olarak tanımlanmaktadır. Bizde ise, oryantalist bir yaklaşımla, Batıdaki modern şehir yapılanmasının taklidi, ihtiyaçtan çok statü sembolüne dönüştürülmüştür. Batıda esasen işçi kitlelerinin oturduğu apartman tipi yapılaşma, bizde bir statü sembolüne dönüştürülmüştür. Maraş’ın genellikle zahire kültürüne uyumlu olarak yapılmış düz damlı iki katlı, engebeli araziye de uyum sağlayan ev modeli, 1950’lerden itibaren yerini apartmanlaşmaya bırakmıştır. Özellikle, yeni açılan yollarla başlangıçta 1960’lı yıllarda güney; sonradan 1980’lerden sonra kuzeybatı istikametinde gelişen şehir, geleneksel kent dokusunu yavaş yavaş ortadan kaldırmaktadır. Modern şehirde, sadece kendini düşünen, başka şeylerle kendi çıkar ve konforunu ilgilendirdiği ölçüde ilgilenen insanların gelir seviyesine yahut sınıfına uygun mahalleler, siteler, semtler inşa edilmektedir.
Oysa, Türk toplumunda geleneksel mahallenin en bariz vasfı, şehrin bütün renklerini bünyesinde barındırmasıdır. Eşraftan birinin konağının yanında bir rençberin mütevazı evi yer alır. Şehrimizde son yıllarda konakların restorasyonunda da dikkat edileceği üzere, varlıklı kimselere ait konaklar, şehrin eski mahallelerinin her yerine dağılmış vaziyettedir. Dolayısıyla, varlıklı ailelerin konaklarıyla, yoksul mahalleler iç içedir. Komşuluk hukuku içerisinde geçmişten beri yaşamışlardır.
KAHRAMANMARAŞ’TA ŞEHİR KİMLİĞİNİN OLUŞUMUNU ETKİLEYEN ÇEVRESEL FAKTÖRLER
Doğal çevre, coğrafi konum, dağlar, ovalar, platolar, akarsular, göller vb. gibi yeryüzü şekilleri, şehrin iklimi ile bunlara bağlı olarak oluşan bitki örtüsü ve hayvan varlığıdır. Doğal olmayan çevre ise insan eliyle ihtiyaçlara yönelik yapılan binalar, ibadethaneler, yollar, köprüler, barajlar, alışveriş merkezleri, eğitim mekânları vb. gibi unsurlardır. Coğrafya, iklim, konargöçerlik, tarım ve hayvancılık, doğal çevre unsurları olarak zahire kültürünü doğurmuştur. Ekonomik anlamda kendi kendine yeten bir toplum olması, kapalı bir aile ve kapalı bir kent görünümüne yol açmıştır. Türkmen kültürünün de etkisiyle, bu coğrafya ve kültür, dışarıdan talepkâr olmayan bir yapıya dönüşmüştür.
Dolayısıyla sosyal açıdan ve sanayileşmenin sonuçları bakımından değişim yavaş olmuştur. Şehrin doğal çevresi ve güzellikleriyle ilgili olarak Maraş’ın meşhur müftülerinden Hâfız Ali Efendi’nin dönemine yetişen büyükler, onun şöyle söylediğini rivayet ederler: ‘Cennet Maraş’ta olmasına Maraş’ta ama; altında mı üstünde mi bilemiyorum’ Doğal olmayan çevre bakımından Kale, Ulu Câmi, Kapalı Çarşı, Ashab-ı Kehf Külliyesi, Elbistan Ulucâmii, Maraş konakları ve evleri vb gibi tarihî yapılar şehir kimliğinin oluşmasında önemli faktörlerdir. Malik bin Eşter, Ukkaşe Hazretleri, Ashabı Kehf, Sütçü İmam, Şeyh Ali Sezai Efendi, Rıdvan Hoca gibi isimler şehrin karakteristik özelliğini kazanmasında önemli bir pay sahibidir. Bu anlamda şehir, kahramanlık unvanından önce yiğit ve kahramandır. Doğal olmayan çevre anlamında Maraş’ta evler bir avlunun içinde bir ya da iki katlı olarak yapılır. Avlu insan boyunu geçen bir duvarla çevrilmiştir. Avlunun ortasında küçük bir çeşme akmaktadır. Köşede yahut alt katta bir ahır, ortada bir dut ağacı bulunan avlu, zahire tutulmasında önemli bir fonksiyon icra eder. Avluda büyük bakır kazanlarda pişirilen zahire, genellikle toprak olan düz damlara çıkarılır, damlara serilirdi.
1920 başındaki Maraş Harbi’nde şehrin yarısı harap olmuştur. Divanlı, Mağaralı Mahalleleri ve Akdere tamamen olmak üzere, Şekerdere, Kümbet, Kuyucak, Çukuroba ve Tekke Mahallelerinde 1000 ev, çarşıda 350 dükkân, 2 câmi, 15 okul ve Kışla binası tamamen yakılmıştır. Böylece, şehrin yarısının yandığı, üçte birinin de top mermileri ile yıkıldığı bilinmektedir. Şeyh Turan Câmii minaresinde halen duran patlamamış top mermisi bu yıkımdan günümüze ulaşan bir hatıra olarak durmaktadır (Koç, 2010:102).
Cumhuriyet döneminde kültür ve tarih varlıkları satılmış, yağmalanmış, yıkılmıştır. Dolayısıyla şehrin kültürel dokusuna İstiklâl Harbi’nden sonra da devlet eliyle büyük zarar verilmiştir. Tarihî yapılar ortadan kalkarken bu yapıların kimlik oluşumundaki fonksiyonları da kaldırılmaya çalışılmıştır. Evliya Çelebi iklimi, suyu ve havasının güzelliği ile Maraş insanının bedeni, yüz kızıllığı, zekiliği, ehli safa oluşu, zinde ve muhabbetli oluşu arasında bağ kurmaktadır. Evliya Çelebi, din büyüklerinin çokluğunu, Maraş’ın kadimliği ile izah eder. ‘Ve şehr-i Maraş’ta şeyhülislam ve nakîbü’l eşrâf ve sipahiyân kethudayeri ve yeniçeriyân-ı dergâh-ı âli serdârı ve dizdârı ve âyân-u eşrâfı ve ulemâ ve sulehâsı vardır’ (Okumuş, 2009:30).
MARAŞ’TA DİNÎ HAYAT VE DİNÎ DUYARLILIK
Maraş’ın en temel vasfı, dindarlık ve muhafazakârlıktır. Maraş geleneksel kültüre önem veren bir şehirdir. Örf-adetleri, geleneği yaşatmak için gayret sarf eder. Kendisi yaşamasa bile yaşayan insanları teşvik eder; çocuklarının yaşamasını teşvik eder. Bir imam arkadaşımızın yaşadığı şu olay buna güzel bir örnektir: Sabah namazına camiye giderken imam arkadaşı yolda elinde bıçak olan bir sarhoş durdurur ve cüzdanını ister. Parayı alan sarhoş uzaklaşırken, arkadaşımız arkasından seslenerek şöyle söyler: ‘Kardeşim ben şu caminin imamıyım. Benden aldığın para sana helal olsun. Ancak aldığın parayı lütfen ailene harca; kötü yolda harcama’ der. Bunun üzerine arkadaşın imam olduğunu öğrenen sarhoş, geri dönerek özür diler ve parayı iade etmek ister. Arkadaş almak istemeyince, bıçak tehdidiyle zorla verir. Akabinde yine bıçak tehdidiyle ‘sırtıma bin, seni camiye ben götüreceğim’ der. Arkadaşımız çaresiz, camiye sarhoşun sırtında gider (Hattat Arif Yücel’den alıntıdır).
Dini duyarlılığın zaman zaman suistimallere de yol açtığı Maraş’la ilgili, 1978 Maraş Olayları’nı konu alan bir belgeselde o dönemde görevli olarak Maraş’ta bulunan bir üsteğmenin ‘Maraş halkı kapısını çalan herkesle ekmeğini paylaşan güzel insanlardır. Fakat, Maraş’ta asla, Allah’ını seven gelsin demeyeceksiniz. İşini, gücünü bırakıp sonunu düşünmeden gelir.’ şeklindeki tespiti önemlidir (Dönemin Kayseri Hava İndirme Tugayı’nda muvazzaf subay Üsteğmen Ümit Aydil, Maraş Katliamı Belgeseli, 1978).
Dinî duyarlılık, bu bağlamda tarihten bu yana üst safhadadır. İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra, meşrutiyetin getirdiği kardeşlik, eşitlik prensiplerini Maraş’ta da hissettirmek amacıyla Mutasarrıflık tarafından, o güne kadar hutbelerde okunan ‘Allah’ım, din düşmanlarını ve kâfirleri kahret’ anlamına gelen duanın hutbelerde okutulmaması kararı alınır. 27 Aralık 1908 günü ikindi namazından sonra Ulucâmi’deki sancağı alan 200 kişilik bir grup, çarşıdaki 700-800 kişinin de katılımıyla kalabalık bir grup olarak Mutasarrıflığa doğru yürür. Bu olay üzerine, Maraş’ta örfi idare (sıkıyönetim) ilan edilir ve kurulan Maraş Divan-ı Harb-i Örfi’sinde (Sıkıyönetim Mahkemesi) onlarca kişi yargılanır ve cezalandırılır. Olaydan sonraki ilk Cuma günü, Ulucami’ye yaklaşık 5000 kişi hutbeyi dinlemek için Ulucâmi’ye gelir. Hutbenin eski usulde okunmasıyla cemaat sükunet içinde dağılır (Günay, 2013:240 vd.).
Maraş Kurtuluş Harbi, Şeyh Ali Sezai Efendi’nin önderliğinde yapılmış; Rıdvan Hoca gibi din adamları öne çıkmıştır. Maraşlılar, sosyal meselelerin hallinde de din adamlarına müracaat etmeyi sürdürmektedirler. Şehrimize Muş’tan gelip yerleşmiş, halen ilerlemiş yaşına rağmen Maraş halkına hizmet etmekte olan meşayihten Muşlu Ahmet Efendi, insanların özellikle aile ve sosyal hayatla ilgili meslelerinin çözümünde başvurdukları kişi olma vasfını sürdürmektedir. Maraş’ın Fransızlar tarafından işgali sırasında, Ermeni eşrafından Hırlakyan’ın Fransız askerinin davul-zurna ile karşılanması isteğini, Maraş’ta abdal diye anılan davulcuların reisi Abdal Halil Ağa geri çevirmiş ve Hırlakyan’a şu cevabı vermiştir: ‘Ne ben, ne de arkadaşlarım davul çalar. Değil bir kese altın, davulumun kasnağını altınla doldursan gene de tokmağımı din kardeşlerimin bağrına vurmam. Bu din bahsidir’ (Gökşen, 2017:9).
Abdal Halil Ağa’nın bu cevabı, Maraş’ta meşhurdur ve bütün Maraşlılar tarafından bilinir. Şapka İnkılabının akabinde Maraş’ta idam edilenler arasında bulunan Maşallah lakaplı kişinin İstiklal Mahkemelerindeki yargılama sırasında söylediği şu söz, Maraş’ta herkes tarafından takdirle anılır: ‘Benim adım Maşallah, şapka giymem inşallah.’ Müessif 1978 Maraş Olaylarının da bu dini duyarlılığın suistimal edilmesiyle üretilmiş bir psikolojik harekât olduğu, bilinen bir gerçektir. Tekkeler kapatıldıktan sonra Maraş’ta, Duruş Efendi (1865-1938) namıyla bilinen bir şeyh efendinin vefatının ardından kızları, tekke geleneğini ve dini hayatın duyarlılığını, kadınlar arasında ‘Cumaya gitmek’ şeklinde adlandırılan sohbet geleneği şeklinde sürdürmüşlerdir. Mağaralı mahallesinde Duruş Efendi’nin konağı, bu sohbetlerin sürdürüldüğü bir mekân olma özelliğini korumaktadır. Mahallelerde dinî bilgisi ileri olan kadınlar, ‘hoca’ olarak anılmakta; haftanın belli günleri, mahallenin kadınlarının toplanarak sohbet ve mevlit geleneğini sürdürdükleri bilinir. Bu kadınların bir vasfı da dini tedrisatın yasaklanmasından itibaren, evlerinde okuma’ tabir edilen bir yöntemle, evlerinde mahallenin çocuklarına Kur’an okumayı öğretmeleridir. Maraş’ın kadınları, her dönem, dini hayata erkeklerinden çok daha fazla hassasiyet göstermişlerdir.
Maraş’ta dinî hayatın canlılığı noktasında bir diğer önemli husus da Cumhuriyet döneminde açılan İmam Hatip okullarından birinin Maraş’ta Evliyalarının büyüklerinden Mehmet Ali Maraşî (Duruş Efendi) ismiyle maruf bir şeyh efendidir. Darende’ye bağlı Somuncu Baba Ekolünden olup, Nakşibendiliğin Halid-i Bağdadi kolundan bir Allah dostudur.
Maraş’ın yetiştirdiği şair, yazar ve düşünce adamlarının muhafazakâr, dindar çevrelerin aydınları olması hem bu dinî duyarlılığın neticesi hem de bu dini duyarlılığı canlı tutan unsur olmuştur. Geleneksel hayat tarzında, Maraş’ta da câmiler, önemli fonksiyonu olan yerlerdir. Erkekler, namazları câmide kılardı. Genellikle yatsı namazlarından sonra ‘hücre’ denilen camide sohbet ve eğitim amaçlı olarak kullanılan bölümde erkekler oturur sohbet ederdi. Yine tekkelerin kapatılmasıyla zikir geleneği, bu cami hücrelerinde ve evlerde toplanılarak bir süre devam etmiştir. Özellikle Ramazanlar, dini hayatın çok yoğun yaşandığı günlerdir. Teravihe kadın, erkek ve özellikle çocukların rağbeti çok fazladır. Teravihe gitme geleneği, çocuklar için de bir eğlence vesilesi olmaya devam etmektedir. Mübarek gecelerde, sakal-ı şerif ziyaretleri heyecan içinde geçer. Sakal-ı şerif ziyaretleri, bu toplumun hangi özlemlerin insanı olduğunu yansıtmaya devam etmektedir. Dinî duyarlılığın bir göstergesi olarak Maraşlılar, bugün de Cumhuriyet döneminin ülkemizdeki en büyük camilerinden biri olan Abdulhamid Han Câmii’ni inşa etmekle de övünmektedirler.
Maraş’ta gerçek din adamlarına ve ulemaya her zaman saygı gösterilir. Maraş’ın meşhur müftülerinden Hâfız Ali Efendi (vefatı 1967), Ulucami’den çıkıp Çarşıbaşı’ndaki müftülük binasına giderken Belediye Çarşısı’ndan geçer, iki taraflı esnafa selam vererek ilerler. Namaz kılan kılmayan bütün esnaf, dükkândan dışarıya çıkarak Hâfız Ali Efendi’ye selam verir. Dükkânda işi olup da Müftü Efendi’nin ne zaman geçeceğini kestiremeyen esnaf, çırağını kapıya diker ve Müftü Efendi yaklaşınca haber vermesini tembihler. Müftü Efendi ordan geçerken, dışarı çıkıp el bağlayarak onu bekler (Alparslan ve Özturan, 2010:202-203).
Netice olarak hem yetiştirdiği ilim adamları ve ilim adamlarına gösterdiği hürmet, hem de hayat tarzı olarak dini duyarlılık Maraş’ın önemli hususiyetlerinden biri olmaya devam etmektedir. Kahramanmaraş’ta Kurtuluş ve ‘Maraşlılık Ruhu’ Maraş halkının eski yaşantısı basit ve kanaatkâr olup, insanları doğru düşünceli, açık sözlüdür. Eski aşiret alışkanlıkları yaşantılarında önemli bir yer tutmuştur. Metanet, sebat, inanç, doğruluk, iffet, teslimiyet, kanaat, ümit, iman vs. mânevî kültür unsurları, Maraş halkının ahlâkî özelliklerini belirlemiştir. Bütün Türklerde olduğu gibi, Maraş ahalisini dünyaya ağlayan üç şey tespit edilmiştir. Bunlar: Allah’ı, Devleti ve Ocağı’dır (Atalay, 2008:121).
Maraş Millî Mücadelesi’ne katılan bir Fransız Tabip Yarbay’ın, 1939 yılında bir gazeteciye verdiği beyanatında, Maraşlıların kahramanlığından hayranlıkla bahsettiği belirtilmektedir. Savaşta kolsuz yaralıların dişleriyle tetiği çekmeye çalıştığını, kadınların cephane taşıdığını ve daha birçok olaya şahit olduğunu anlatmıştır. Yarbay, Maraş Milli Mücadelesi’nden sonra insan havsalası ve mantık denilen şeylerin saçmalığına inanmaya başladığını ifade etmektedir. Ayrıca Maraş taburlarının yiğitliği yüzyıllardır anlatılagelmiştir (Koç, 2009:319).
Maraş, kurtuluş savaşından sonra şehir olarak kırmızı şeritli İstiklâl Madalyası ve Kahramanlık unvanıyla taltif edilmiştir. Bu madalya 17 Ağustos 1925 günü kaledeki bayrağa takılmıştır. Ahmet Hamdi Tanpınar, Maraş’la ilgili hatıralarında ‘Maraş’ta 12 Şubat 1920’den sonra Kahramanlık herkesin malı olmuştur. Çünkü her evde veya dükkânda, kahraman veya çocuğu veya torunuyla karşılaşılmakta’ tespitini yapmıştır (Tanpınar, 2006).
Maraş’ta hâlen devam eden ve günlerce süren Kurtuluş etkinlikleri yapılır. Bütün mahallelerin gençleri, ‘çete’ elbiseleri giyerek davul zurna ile eğlenceler tertip edilir ve İstiklal Harbi’nde gösterilen kahramanlıklar yadedilir. 12 Şubat Kurtuluş gününe ilçelerden ve köylerden de çeteler katılır. Maraş Kurtuluş Harbi’nin iki temel faktöründen biri, Kale’den Türk Bayrağı’nın indirilmesi; diğeri ise Türk kadının peçesinin açılmaya çalışılmasıdır. Dolayısıyla, Maraş, değerler etrafında bütünleşmiş bir şehir olarak manevi değerlerini her zaman savunmuştur. Bu özelliğini halen de devam ettirmekte olan bir şehirdir.
‘Maraşlılık ruhu’ diye bir kavram vardır. Bunu zaman zaman Maraş’ın deli poyrazına bağlayanlar olsa da varlığının birlik ruhu ile devam edeceğinin bilincinde olmasından kaynaklanmaktadır. Eski Meclis Başkanlarından hemşerimiz Ferruh Bozbeyli, 1969 veya 1970 yıllarında Kurban Bayramı için Maraş’a gelir. Maraş’ta kurbanlarını kesen İstiklâl Madalyalı bir Gâzi, Bozbeyli’ye şöyle sorar: ‘Bizim 30 milyon dolar dış borcumuz varmış, doğru mu?’ Bozbeyli de ‘Evet, daha fazla’ der. Gâzi, ‘Bana şu madalya yüzünden 3 ayda bir maaş veriyorlar. Benim bir ayağım çukurda, 3 aylık maaşımın tamamını vereyim; bütün memurlar da birer aylık maaşını versinler, borcumuzu ödeyelim. Yoksa mahşer günü elin gâvuru yakamıza yapışacak.’ Bozbeyli, bu duruma şöyle bir yorum getirir: ‘Bu Maraş Harbi’ni sizin gibi fedakârca düşünen insanlar kazandı. Burada şöyle bir incelik var. Bu Maraşlı, devletin borcunu kendi sırtında hissediyor. Yarın Allah kendinden hesap soracak diye düşünüyor. İşte bu ve buna benzeyen insanların yaşadığı yerdir Maraş’ (Öztürk, 2005:110).
Milli Savunma Bakanlığı terörle mücadele raporlarında Türkiye'nin nüfusu en kalabalık üç ili İstanbul, Ankara ve İzmir dikkate alınmadığında ve Güneydoğu illeri dışarıda tutulduğunda, nüfusuna göre en fazla şehit veren ilin Kahramanmaraş olduğu görülmektedir. (www.medyafaresi.com, 02.02.2015).
Bozbeyli’nin sohbeti ve şehit sayıları gibi unsurlar bir arada düşünüldüğünde, bu durum, Maraş halkının devletine ve milletine olan sadakatinin bir göstergesidir. Bu sadakat, David Easton’ın duygusal ve yaygın destek diye adlandırdığı (Vergin, 2003: 46-47), toplumun tarihsel birikiminden ve değerler sisteminden kaynaklanan tutumun yansımasıdır. Maraş’ın bu tutumu, siyasal davranışına da yansımaktadır. Maraşlı, ülke ve millet çıkarlarını kendi şehrinin ve şahsi çıkarının her zaman üstünde tutmaktadır.
Maraşlılık ruhu öyle bir ruhtur ki, yeri gelir insana pire için yorgan yaktırır. Yeri gelir işgalci Fransız’a kafa tutturur. Millet-i Sâdıka’nın beklenmeyen tavrı karşısında Abdal Halil Ağa olur. Tarihî Uzunoluk Hamamı’ndan çıkan bacılarına sarkıntılık etmek isteyen Fransızların karşısına Sütçü İmam’ı diker. Ulu Câmi imamı Rıdvan Hoca’ya ‘Kale’de düşman bayrağı dalgalanırken, cuma namazı kılmak bize farz değildir’ dedirtir (Öztürk, 2005:110).
Kale’ye Fransız Bayrağı çekilmesinden sonra, Kısakürek ailesinden Avukat Mehmet Ali Bey tarafından kaleme alınan bildiri, Maraşlılık ruhunu özetler (Çelik, 2005:717, Kurtaran ve Çoğalan: 77) :
‘Âlem-i İslâm'a Hitap Ey millet-i necibe-i Osmaniye, vaktine hazır ol. 1300 küsür seneden beri Hz. Allah ve Peygamber-i Zişan'ının hizmetine razı ettiğin bir din ölüyor. Yani ecdadının kanı pahasına fethettiği bir kalenin burc-u banusundaki Al Sancağın bugün Fransızlar tarafından indirilip, yerine kendi bandıraları konulmak üzeredir. Şimdi acaba bunu yerine koyacak sende birkaç yüz İslam gayreti hiç mi yok! İğtişaş arzu etmeyin. Yalnız pür vekar ve azamet olarak Al Sancağımızı geri yerine koyalım. Tekrar kemal-i mehabet ve azametle yerlerimize avdet edelim. Korkma, seni buradaki birkaç Fransız kuvveti kıramaz. Sen mütevekkilin Alellah kendi mevcudiyetini gösterecek olursan, değil birkaç Fransız kuvveti, hatta bütün Fransız milleti kıramaz. Buna emin ol.’ (28 Teşrin-i Sani 335 (28 Kasım 1919 Cuma).
Maraş’ta İstiklal Madalyası’nın tek tek fertlere değil de Maraş halkına verilmesi de önemlidir. Kurtuluş Savaşı sonrasında Maraş'a bir yazı gönderilerek, Millî Mücadele’ye katılanların listesi istenir. Şehrin ileri gelen yöneticileri toplanır, bir durum tesbiti yapar. Sonun da Ankara'ya ‘Maraş’da Millî Mücadele’ye katılmayan tek bir fert bile yoktur’ cevabı verilir. Bunun üzerine 5 Nisan 1925 yılında toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi, İstiklâl Madalyası'nın Maraş'ta fertlere değil, şehir halkına verilmesini kararlaştırır ve Maraş, bir adet Kırmızı Şeritli İstiklâl Madalyası ile taltif edilir.
Kıbrıs Barış Harekatı’na katılan subaylarımızdan birinin anlattığı şu anekdot da Maraşlıların kahramanlık ruhunu yansıtması bakımından kayda değerdir: Harekatın üçüncü ya da dördüncü günü, henüz çatışmalar devam ederken prefabrik karargahta korna sesi ve askerin hareketlenmesi üzerine görevli subay dışarı çıkar. Zira o dönemde Kıbrıs’ta kamyon yoktur ve korna sesi bir BMC kamyona aittir. Kamyonun şofürüne kim olduğu, ne yaptığı sorulduğunda şu cevabı verir: ‘Ben Maraşlı bir şoförüm. Ordumuzun harekat yaptığını duyunca ne yapabilirim diye düşündüm. Kamyonuma karpuz yükledim ve askerimize dağıtmaya karar verdim. Bir kamyon karpuzla Mersin Limanı’na geldim. Askeri sevkiyat vardı; gelmeme müsaade edilmedi. Karpuzu Liman’da teslim etmem istendi. Ben de cephedeki askerlerimize dağıtmak konusunda ısrar ettim. Birkaç gün bekleyince, başka bir sevkiyat için yüklenen gemide boşluk kalınca haydi bin dediler. Ben de kamyonumu alıp geldim. Askerimize karpuz dağıtmak istiyorum’ der (TRT Kıbrıs Harekatı Belgeseli, 2014).
KÜLTÜR VE EDEBİYAT ŞEHRİ OLARAK MARAŞ
Dulkadiroğlu Beyliği’nin merkezi olması; ayrıca Osmanlı döneminde de eyalet merkezi olarak varlığını sürdürmesi hasebiyle öteden beri kültür üreten merkezlerinden biridir. Maraş kültürü, coğrafi konumu ve siyasi ilişkileri çerçevesinde Memluklu, Osmanlı ve Safevi kültürlerinin ortak izlerini taşır. Bunun sebeplerinden biri, Dulkadiroğlu Beyliği’nin ne Osmanlı’ya ne Safevilere tam tabi olmadan beylik halinde varlığını devam ettirme politikasıdır. Vilayet hudutları içindeki nüfusun büyük kısmı son iki asırda iskân edilmiş göçebe aşiretlerdir. Nihayet Cumhuriyet sonrasında çevre illerin güzergâhından taşra düşmesi, Maraş’ı ekonomik ve sosyal sahada uzun müddet yerinde saydırmış; göç vermeyen ama göç de almayan kapalı bir şehir haline getirmiştir. Ancak Osmanlı Dönemi’nde Tezkirelere göre tekke şiirinin önemli bir ismi Maraşî Zade Ahmed Kuddûsî, Halîl-i Meraşî, Elbistanlı Yemliha Zâde Mustafa Kamil Efendi, Muîd Zade Muhammed bin Abdulaziz el Meraşî, Sünbülzade Vehbi Efendi, Hamacızade Hafız, Kurrazade Nadiri, Saçaklızâde Muhammed bin Ebi Bekr el-Maraşî vb. gibi 22 divan şairi ve eserler vermiş ilim ve irfan adamları vardır (Alıcı, 2008).
Meşhur şairlerimizden bir diğeri Sebkî’dir. Tezkirelerde geçen tek beyiti şöyledir: ‘Ser-te-ser verse ziyâ âleme hurşîd-i kerem / Yine erbâb-ı dilin zulmeti zâil olmaz’. Bunların dışında Osmanlı döneminde, Maraş’ta büyük ilim ve irfan adamları arasında meşhur hattat Hayreddin el-Maraşî, Saidzâde Mehmed Efendi (Şam müftülüğü yapmış ve 1576’da Kudüs Mollası iken vefat etmiştir), Maraşî Abdurrahim Efendi, Semin Veli Efendi, Mehmet Şem’î Efendi, İbrahim Evliya Efendi vb. gibi zatlar sayılabilir. Maraş’ta ilim adamı ve şair yetiştirme geleneği Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir.
Maraş’tan fikir adamı ve şair yetişmesinin önemli sebeplerinden biri Necip Fazıl faktörüdür. Necip Fazıl, Cumhuriyet döneminin en fazla ses getiren, kitlelere en fazla tesir edebilen öncü bir fikir, aksiyon ve mücadele adamıdır. İstanbul’da doğmuş, orada yaşamış olmakla beraber Maraşlılığını yüksek sesle söyleyen, bunu iftihar vesilesi yapan çok önemli bir şairdir de. Kabuğunu kıramayan, hızla çevre illerin gerisine düşen Maraşlı’nın itilmişliğini, kaale alınmamasını, işe yaramazlık duygusunu izokarakışle edecek, varlığını duyuracak tek faktör Necip Fazıl’ın hemşehrilik vurgusudur. Necip Fazıl’ın Maraş’ta sahiplenilmesini, Maraş’ın dini duyarlılık ve karakteristik Maraşlılık ruhuna da bağlamak mümkündür. Gerekçe ne olursa olsun Necip Fazıl gibi birini genelden daha farklı ve yakın bir sahiplenmeyle gündeminize almanız demek, kaçınılmaz olarak yazıyla, kâğıtla, kalemle, matbuatla, şiirle ünsiyet peyda etmeniz demektir; öyle de olmuştur. Bugün ülke çapında tanınan Maraşlı birçok yazar Necip Fazıl’ın tilmizidir. O yıllarda farklı sebeplerle İstanbul’a giden Maraşlı gençlerin ilk işi Necip Fazıl’la tanışmak ve onun sohbet yahut hizmet halkasında yer almaktır. Çokluğu merak edilen Maraşlı yazarların daha ziyade 70’li yıllardan itibaren kalem oynatan ve Büyük Doğu fikriyatından beslenen isimler olması Necip Fazıl faktörünü bir kere daha ön plana çıkarmaktadır (Yurtgezen, 2014).
Edebî faaliyetlerdeki yoğunluk, genellikle bir arkadaş grubunun etkileşiminden ortaya çıkar. 60’lı yıllarda Maraş Lisesi’nde böyle bir arkadaş grubu vardır. Nuri Pakdil, Cahit Zarifoğlu, Özdenören kardeşler, hatta Urfalı olmasına rağmen rahmetli M. Akif İnan bu hevesli grubun sürgünleridir. Necip Fazıl tesiri ve kılavuzluğu mahfuz olmakla birlikte bu ekiptekiler daha sonra bulundukları metropollerde çıkardıkları dergilerle, sanat anlayışlarıyla ‘ağabey’lik statüsüne ulaşmışlardır. Yüksek tahsil için gelen sonraki kuşaklara hemşehrilik sorumluluğuyla sahip çıkarken bile bu ağabeylerin ‘edebiyatçı’ kimlikleri kendiliğinden yönlendirici bir rol oynamıştır. Nitekim ‘Edebiyat Dergisi Çizgisi’ diyebileceğimiz bir damar hâlâ sürmektedir.
Daha sonra dergicilik geleneği diyebileceğimiz bu etkileşimin sonucu olarak Hamle, Mavera, Dolunay, Dâvâ, Edebiyat Yaprağı, İnsan Saati, Andırın Postası’na ek olarak yayınlanan Kırkikindi Yazıları, Alkış, Edik, Dört Mevsim Maraş, vb. gibi daha pek çok uzun ya da kısa süreli dergi Maraş mahreçli olarak yayınlanmıştır. Kurtuluş Bayramı etkinliği şeklinde yayınlanan Sütçü İmam, Kurtuluş Dergisi, Madalyalı Şehir, Tarihî Uzunoluk, gibi dergiler de bu dergicilik geleneğinin farklı bir boyutunu yansıtmaktadır. Türkiye Yazarlar Birliği’nin yayınlamış olduğu Gülbang, Genç Adım gibi dergiler internet ortamına da taşınmıştır. Günümüzde Yoldaki Kalemler örneğinde olduğu gibi internet dergiciliği, edebiyat dergisi şeklinde Maraş merkezli olarak sürdürülmektedir.
Maraş’ta kültür ve edebiyat faaliyetlerinin gelişmesinin bir diğer nedeni olarak Türkiye’deki ilk İmam-Hatip okullarından birinin Maraş’a açılmış olmasını zikretmek lâzım. Açıldığı ilk yıllarda yedi yıl boyunca Arapça ve Farsça öğretimi vermesi, bu okullardaki talebelere Türkçeyi daha iyi öğrenip kullanmak, çok zengin bir kelime dağarcığına sahip olmak gibi bir imtiyaz kazandırdı. Nitekim birçok Maraşlı şair ve yazar İmam-Hatib’in ilk dönem talebelerindendir. Şüphesiz bu Maraş’a mahsus bir avantaj değildir. Bu okulların açıldığı diğer birkaç il de Türkçesi kavi talebeler yetiştirmiştir; dili iyi kullanan mahdut sayıdaki yazarlarımızın çoğu da bunlar arasından çıkmıştır. Dil imtiyazımızın bir diğer ve derin sebebi Maraş’ın üç dört kuşak öncesine kadar müşahede edebildiğimiz “hanım okur” kitlesidir. Altmışlı yılların sonuna kadar Maraş’ta erkeklerin berduşluğuyla tezat teşkil eder tarzda kadınlar son derece mütedeyyindi ve hemen hepsi mütevazı de olsa bir kitaplığa sahipti.
Bu sebeple olmalı Maraş’ta ‘ohuma’ denilen eski mahalle mekteplerinin büyük kısmı “kadın hoca”ların eviydi. Nineler, Ahmediyye’den Muhammediyye’ye, Envârü’l-Âşıkîn’den Tûtînâme’ye, Kısas-ı Enbiyâ’dan Müntehâ’ya, Tezkiretü’l-Evliyâ’dan Yusuf ile Zeliha’ya, muhtelif divanlara kadar Osmanlı elifbâsıyla yazılmış onlarca kitabı hemen her gün torunlarına okurdu. Bugün birçoğu mahallî zannedilen kelimelerle kısmen yaşayan bu kitaplardaki bin yıllık Türkçe, kırk yıl öncesine kadar Maraşlının ‘ana dili’ydi. Bugünkü edebiyat zenginliğinin arkasında duran bu dili hesaba katmamak haksızlık olur.
Maraş’taki şiir ve şair mâdeninin ikinci ve önemli bir damarı ise Karacoğlan’dan yahut âşıklık geleneğinden kopup gelmektedir. Yukarıda nüfusun önemli bir kısmının sonradan iskân edilmiş göçer topluluklar olduğunu söylemiştik. Bu göçerlerin hemen hepsinde Karacoğlan tarzı, bir gelenektir. Zaten Karacoğlan da bu coğrafyanın göçerlerindendir. Bu yüzden Maraş’taki cönklere şiirleri dercedilmiş belki yüzlerce mahallî şâir var. Bunlar arasında hem ‘hanım’ hem ‘hoca’ olan Hafize Hoca gibilerine dahi rastlamak mümkün. Abdurrahim Karakoç, bu çizginin bugün de örnek alınan çok güçlü bir temsilcisidir. Ekinözü’nde küçük bir memurken mahallî imkânlarla bastırdığı ‘Hasan’a Mektuplar’ının o günün şartlarında dahi ülke genelinde tanındığı, elden ele dolaşarak ezberlendiği bilinmektedir. Bu geleneğin diğer tanınmış bir temsilcisi de Âşık Mahzûnî Şerif’tir. Bugün de Abdurrahim Karakoç’un türkü formunda bestelenmiş şiirlerini (mesela Mihriban türküsü) ve Âşık Mahzûnî’nin türkülerinden birini (mesela İşte Gidiyorum Çeşm-i Siyahım türküsü) insanlarımız mutlaka biliyordur. Nihayet Karacoğlan çizgisinden evrensel ufuklara havalanan ve rastladığı bütün kabiliyetli şâir adaylarını kanatları üstünde zirvelere taşımaya çalışan şiirin ‘Beyaz Kartal’ı merhum Bahattin Karakoç da önemli bir faktördür. Bahattin Karakoç ne Maraş’la ne de Türkiye’yle kendini sınırlayan bir şair değil ama Maraş’ta yaşıyor. Varlığı dahi bulunduğu yeri bir şiir iklimine çevirecekken o bununla yetinmedi, Maraş’ı şiirin merkezi yapmaya gayret etti. Dolunay Dergisi, Dolunay Şiir Şölenleri, Dolunay Yayınları, Maraş’ı yıllarca Türkiye’deki edebiyat gündeminin başına taşıdı. Bugün eli kalem tutan Maraşlı şair ve yazarların bir kısmı da Dolunay bakiyesi yahut Karakoç’un kültürümüze armağanıdır (Yurtgezen, 2014).
Sonuç olarak, Kahramanmaraş, Türkiye’nin sadelik vasfıyla öne çıkan, içe kapalı bir şehridir. Son dönemlerde ekonomik atılımları, tanıtım çabalarıyla öne çıkmakla beraber, muhafazakâr şehir kimliği, edebiyat, sanat ve fikir alanlarında yetiştirdiği şair ve yazarlar, şehre özgü dondurma, biber, tarhana gibi unsurlarla tanınmış bir şehrimizdir. Gerek yerleştiği coğrafya, gerek tarihi şartlar şehrin karakteristik vasıflarına şekil vermiştir. Tarihte de geçiş bölgesinde yer alması nedeniyle kilit bir rol oynamıştır. Kurtuluş Savaşı’nı başlatan bir şehir olarak bu rolünü devam ettirmiştir. Kahramanmaraş’ta başta Kurtuluş Savaşı dönemi olmak üzere Şeyh Ali Sezai Efendi örneğinde olduğu gibi din adamlığıyla milli kahramanlık aynı şahıslarda birleşmiştir. Şehrin kültüründe din gayretiyle vatan millet gayreti aynı anlama gelir. Devlete bağlılık, vatan ve milletin istikbali söz konusu olduğunda göstereceği gayret hususunda hiç kimsenin şüphesi olmaması gereken bir şehirdir.
Bu vasıfları, kısaca ‘Maraşlılık ruhu’ olarak ifade edilebilir. Öte yandan, Necip Fazıl’ın tek parti dönemindeki mücadelesi de dini kahramanlık örneği olarak zikredilmelidir. Gerek kapalı şehir olma vasfı, gerekse kadınlar arasındaki dinî hayatın canlılığı, ilk açılan imam hatip okullarından birinin Maraş’ta açılmış olması, evlerdeki okuma geleneği, dil üzerinde bir hassasiyet oluşmasına ve şair ve yazarlık alt yapısının oluşmasına sebep olmuştur. Günümüzde de ‘Yedi Güzel Adam’ figürüyle öne çıktığı üzere edebiyat kültürü aynı şekilde devam etmektedir.
Maraş kahramanlarının dilinden söylenen ‘Maraş bize mezar olmadan düşmana gülizar olmaz’ sözü, bugün Maraş Kalesi’nin eteklerinde büyük harflerle kazınmıştır. Maraş kahramanlığının sembol isimlerinden Malik bin Ejder Hazretlerinin yüksek bir tepeden nazarları ve himayesinde, bu söz Maraş kahramanlığının ve Maraşlılık ruhunun ilelebet süreceği anlamına gelmektedir.”