“Biz Müslümanlar olarak dünya insanlığının yönetimi ile vazifeliyiz ve bütün insanlık bizden sorulur. Dolayısıyla, sürü değil çobanız. Bu vazifemizin gerekleri ne ise o uğurda; sabır, sebat, azim, ilim, amel ve ihlasla yürürüz. İdare etmek ve idareye talip olmak manasına gelen siyaseti yaparız. Ancak bunu yaparken dini sınırları kollarız. Dünyevi maksatlarla söz sahibi olmak için her yolu mubah sayan politikadan ve politikacılardan uzak dururuz.
Müslümanlar nice zamandır yöneten değil, yönetilen durumundalar. Bu durum, şuur kaybına sebep olduğu için, ABD’nin veya AB’nin dünya patronluğu emellerinin önü açılıyor. Halkı Müslüman ülkeler, bu Hristiyan-yahudi karışımı hegemonya kamplarından birinde yer almayı, varlığını devam ettirebilmenin temel şartı olarak görüyorlar.
Buna karşılık Kur’an-ı Kerim’e baktığımızda; “Muhammed aleyhisselam’ın ümmetinin bütün insanlık için yeryüzüne çıkarılmış en hayırlı ümmet olduğu…”(1) gerçeği ile karşılaşıyoruz. Burada; ‘bütün insanlık’ ve ‘emr-i bil maruf, nehy-i anil münker’ kalıpları anahtar ifadelerdir. Yani Müslümanlar, bütün insanlığa; doğruları ve yanlışları öğretme ve emretme ile vazifelidirler. Bu ise yönetilen olarak değil, yöneten olarak ifa edilebilecek bir görevdir. Allah’ın Rasulü, valiler, kadılar, elçiler tayin etmiş, ‘müslüman olun, kurtulun’ fermanı ile davetçiler göndermiştir. O’nun vefatından 80 sene sonra İspanya merkezli kurulan Avrupa İslam Devletleri idaresi, yukarıdaki ayetin işaret buyurduğu hedefe yönelik bir hadise değil de nedir? Osmanlı cihan hakimiyeti mefkuresi aynı membadan kaynaklanmıyor muydu? Bütün bunlar; ‘dünya bizden sorulur’ inancının tabii bir neticesi olarak ortaya çıkmıştı. Gittiği ve fethettiği yerlerin maddi manevi servetine el koymak, yani sömürmek de işin içinde olmadığına göre, bu külfete başka maksatla katlanmak mümkün değildi. İşte bunun adı siyaset, yani hükmetmek ve yönetmek. Zulümsüz ve sömürüsüz idare, yani siyaset. Bunun için diyoruz ki, ‘siyaset’ bizim, ‘politika’ prensip ve sınır tanımayanların. Avrupalıların, Rusların ve Amerikalıların zulüm, yağma, yıkma ve sömürü düzenleriyle yaptıklarının adı ‘politika’, ve bu işi yapanlar politikacı olurlar. Yerlileri de öyle.
Bizim siyaset anlayışımızda, hedefin meşruiyeti kadar, vasıtanın meşruiyeti de önemlidir. Bir başka deyişle, gayenin meşru oluşu, buna ulaşmak için her vasıtayı kullanmayı meşru hale getirmez. Yani siyaset yapma iddiasında olanlar, politika yapanların izinden yürüyemezler. Siyasetçi politika yapmayacaktır. Siyasetçinin hareket noktası, Allah’ın rızası, politikacınınki ise, hırs tatminidir.
Müslüman her vesileyle olduğu gibi, siyaset vasıtasıyla da salah ve felahın takipçisidir. Allah, “dünyaya Salihlerin sahip çıkmasını…” (2) istemektedir. Dünyaya sahip çıkmanın yolu da siyasetten geçmektedir. O halde Müslümanlar önce yaşadıkları ülkeyi, sonra da bütün dünyayı yönetmek durumundadırlar. Bu onlara Allah’ın verdiği bir vazifedir. İdare boşluk kabul etmez. Siz ihmalkar davranırsanız, birileri öne atılır, biraz demagoji, biraz zulüm, biraz sahtekarlık ve biraz da münafıklıkla sizi politikacı olarak yönetir.
İşin bir diğer ciheti ise, siyasetçi olarak ve siyaset yapacağım diyerek ortaya çıkanların, bir müddet sonra politikaya kaymaları hadisesidir. Bunun sonucu, bölünmek, parçalanmak, güç ve maneviyat kaybı, sonra da erimek ve bitmektir. Siyasetçiyi bekleyen en büyük tehlike de budur.
Siyaset, belirli prensiplere bağlı olarak yapılması gerektiğinden zordur. Siyasetçi bu işi ölçüler içerisinde yapmaya çalışırken zorlanır ve imtihan olunur. Sabır ve sebat göstermeli, hedef ve vasıta meşruiyeti prensibinden taviz vermemeli, işin gereğini yerine getirdikten sonra, takdire boyun eğmesini bilmelidir. Hoşa gitmeyen tecelliler, siyaset yerine politika yapmaya sebep olmamalıdır…”
Evet böyle yazıyor, ‘Salih insanın yol haritası’ isimli kitabında merhum Osman Öztürk hoca. Ne kadar da bizi ve geldiğimiz durumu anlatıyor. Okurken derin derin düşündüm ve paylaşma gereği hissettim. Belki faydası olur da kendimize çeki düzen veririz diye.
Kitabı şiddetle tavsiye ediyorum. Son zamanlarda okuduğum ve okurken ‘işte kaybettiğimiz şeylerin ilacı!’ diye içimden geçirdiğim en güzel kitap. Biz salih olmayı unutmuşuz. Biz, Allah’ın müjdelediği salih kullardan olmaya çalışmayı, ötelemiş, arka plana itmişiz. Ve bu halde iken Allah’tan medet umar hale gelmişiz. Oysa Allah, Salihlere yardım edeceğini beyan ediyor.
Allah, bize salih olmayı ve Salihlerle birlikte yaşayıp, birlikte haşrolmayı nasip eylesin…
Selam ve dua ile.
- Al-i İmran 110.
- Enbiya 105.