Osmanlı’da askerlik meselesi

Ahmet Doğan İlbey

“Sizin Osmanlınız” başlığıyla e. posta ile fakîre gönderilen bir metinde, Osmanlı’da, evli olsun, bekâr olsun izni alınmadan zorla dayakla asker toplanarak ve köle gibi bakımsız bir şekilde oradan oraya sürüklenerek on yıllarca süren bir zaman içinde memleketine gönderilmeyen zorba bir askerlik sisteminin olduğu anlatılıyor.

 

Metnin kaynağı belirtilmemiş. Âciz kanaatimce metinde geçen asker toplama usulündeki ifadelerde indîlik ve subjektiflik var. Küçük adî vak’alar genelleştirilerek verilmiş ki, devrin askerlik kanununa göre doğru değil.

Usta tarihçilerden Halil İnalcık, Yılmaz Öztuna gibi aklıma gelen birkaç tarihçinin yazdığına göre mevzuat olarak zorla ve dayakla askere götürme vak’ası yok.

 

Devrin şartları gereği askerlik sisteminde hatalar olabilir, bu ayrı bir konu. O asırlar bir bozgun süreci… Bu vak’a veya benzeri ârızalardan yola çıkılarak genelleme yapmak asıl Osmanlı anlayışımızı ideolojik / modernist bakışla yıpratacağı kanaatindeyim.

 

Elbette Osmanlı’nın idari bakımdan eleştirilebilir yönleri vardır. Eleştirilemez değildir. İdeolojik olmamalı, eleştirilen mevzu hangisi ise bağlamından koparılmadan anlatılmalı. Osmanlı’ya böylesine reddiyeci yaklaşılırsa o asırlardan tevarüs edilen ve hüviyetimizi oluşturan medeniyet ve irfanî değerlerin bir süre sonra değersiz ve soğumuş olarak dimağlarda yer etme tehlikesi var.

 

İdeal olmasa da mağlubiyet psikolojisinin başladığı şartlar çerçevesinde bir arayış olan İnhitat Dönemi Osmanlı asırlarında askerlik meselesinin hülâsası şöyle:

 

Asakir-i Muhammediye, Sultan İkinci Mahmud’un Yeniçeri Ocağını ortadan kaldırmasından sonra bu teşkilâtın yerine tesis edilen ordunun adıdır. Bozgun ve fitne yuvası hâline gelen bu ocak 1826’da lağvedilir. Yerine Peygamber Efendimiz’in adına izafeten “Asakir-i Mansure-i Muhammediye” adı verilen teşkilât kurulur. Hazırlanan nizamnâmeye göre kimliği belirsiz kimselerle, dönmeler bu teşkilâta alınmayacaktır. Şartları elverişli ve yaşları on beş ile otuz arasında bulunanların kaydı yapılacaktır. Tâlibliler arasında on beş yaşından

 

Yeni kurulan ordunun asker ihtiyacı Müslüman halktan karşılanmaktadır. Bu sistemde, maaşlı olan asker ve zabitandan isteyen on iki yıl hizmetten sonra ticaret ve ziraat gibi işler için maaşsız olarak terhis edilebiliyor. 1834 yılına gelindiğinde, yine Prusya ordusunda örnek alınarak “Redif-i Mansure-i Muhammediyye” adıyla yedek bir ordu kurulur ve tedrici olarak tüm vilayetlerde teşkilâtlandırılır. Redif ordusunun esas görevi, kırsal kesimde asayiş ve kanun hâkimiyetini tesis etmektir.

 

1830’lu yıllarda, Mısır’da Mehmet Ali Paşa’nın kurmuş olduğu zorunlu askerlik sistemine dayalı ordunun başarıları, Osmanlı devletinde mecburi askerlik sistemine geçiş tartışmalarını başlatır. 1839’da Tanzimat Fermanı’yla “askerlik hizmetinin tüm halkın vatan borcu olduğu ve her şehirden talep edilen asker miktarının uygun bir usulle, dört veya beş yıllık bir süreyle ve sırayla alınması” esası getirilir.

 

Böylelikle Avrupa’da (Fransa, Prusya, Avusturya ve Rusya) uygulanan mecburi askerlik sistemine geçildiği ilân edilir. “Vatan borcu” kavramı devlet ideolojisinde köklü bir değişmeye uğrar.  Farklı etnik köken, dil ve dine mensup bulunan tebaa artık “vatandaş” olarak kabul edilir ve herkese ortak aidiyeti ifade eden vatanın savunmasında askerlik hizmeti yapma mecburiyeti getirilir.

 

Vatan temelinde yeni bir “Osmanlı Milleti” oluşturma çabası, Müslümanlar için problem oluşturmaya başlamıştır. Şeriatın hüküm sürdüğü her yeri vatan olarak kabul eden Müslüman bakışını değiştirmek için İslâmi bir dayanak bulunur. ”Hubb-ül vatan min el-iman” (vatan sevgisi imandandır) hadisi ile Müslümanlar için vatanın kutsallığına yönelik bir anlayış oluşturulur.

Bu anlayış teknik bakımdan olmasa da, duygu ve düşünce yönüyle milletin vicdanında ve kalbinde yer ettiğini söylemek lâzım.                                               

 

1843’de “Tensîkât-ı Celile-î Askeriye Kanunu” yla beş yılı muvazzaf, yedi yılı rediflik olmak üzere on iki yıllık mecburi askerlik süresi getirilir.1846’da “Kanunname-i Askeri” ye ile Osmanlı ordularının asker ihtiyacını karşılamak üzere yeni bir sisteme geçilir. “Kur’a Kanunnamesi” olarak bilinen bu düzenlemede ordunun asker ihtiyacı belirlenir. Beş yıllık hizmet süresi göz önünde bulundurularak, her yıl terhis edilenlerin yerine alınacak askerin, yapılacak nüfus sayımına göre belirlenen 20-25 yaş grubundan kur’a usulü ile alınması kararlaştırılır.

 

Mecburi askerlikten İstanbul, Mekke ve Medine halkı, müftüler, hâkimler, imam, hatip, müezzin, şeyh çocukları, medrese öğrencileri gibi vazifesinden dolayı bazı zümrelere muafiyet tanınır. Kur’a da ismi çıkanların, kendi yerlerine “bedel-i şahsi” adıyla bir başkasını vekil olarak göndermesi mümkün olduğu gibi, “bedel-i nakdi” ödemek suretiyle askerlik vazifesini bedeli karşılığı yerine getirmeleri de mümkündür. Ayrıca Kur’a da adı çıkmayanlar “gönüllü” olarak askerlik yapma imkânına sahiptir.

 

1855 tarihli bir kararnâme ile, vatandaşlık hukuku gereği olarak gayrimüslimler için cizyenin kaldırıldığı, askerliğin bütün Osmanlı halkı için mecburi kılındığı, bundan böyle gayrimüslimlerin de Müslümanlar gibi askerlikle mükellef tutulacağı açıklanır. Ancak, hıristiyan halk bu borcu yerine getirmeye pek istekli olmadığı için, cizye adıyla ödedikleri vergi yerine bu defa, “bedel-i nakdi” ödeyerek, fiilen askerlik yapmama yolunu tercih eder.

 

1870 yılında yapılan ikinci bir düzenlemeyle, altı orduya ayrılmış Osmanlı ordularında askerlik hizmeti, tayin edilen müddet içerisinde, nizamiye, redif (yedek asker) ve müstahfaz (kırk yaşından sonraki ihtiyat askeri) şeklinde yapılandırılır. 1909’daki düzenleme ile, askerlikten muaf tutulan halk da askerlik mükellefiyetine alınır. Bu sistem, 1914 yılında düzenli ordu ile redif sisteminin birleştirilmesine kadar sürer.

 

Hâsıl-ı kelâm; Osmanlı’nın askerlik yapısı bugünden bakıldığında tenkit edilebilir tarafları var. Ama ideal olmadığını bilsek dahi o günden bakmak daha insaflıdır. Biz bugün o şartlar da değiliz. Mâzide kalanları kendi şartlarına bırakmak lâzım. Mâziyi, yâni Osmanlı’yı bugünün şartlarından bakarak tenkid etmek doğru değil. Türklük fikrini parlatmak için yapılıyor olması da Türk anlayışımız bakımından sağlıklı değil.

 

Şimdi farkına varılmasa da, bir süre sonra Osmanlı’ya modernist bakış tarzının zararları ortaya çıkacaktır. Bugün hepimiz ve bütün İslâm âlemi için baştâcı ve elzem olan Türklüğümüzü ihmal etti önyargısıyla Osmanlı’ya genelleme yaparak modernist bir tavırla bakmanın doğru olmadığını düşünüyorum.

 

Müsamahanıza sığınarak söyleyeyim ki Osmanlı’dan koparılmış bir Türklük anlayışının, ne ümmet le ne Türkî dünya ile irtibatı kalır. 

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.