Üstad Necip Fâzıl’da Türklük İslâm’la aynı mânaya geliyor. Türk tarihi aynı zamanda on bir asırlık İslâm tarihidir. Hilafet’in kaldırılması ve Devlet-i Âliye’nin yâni Osmanlı Devleti’nin yıkılışı Türk’ün siyasî ve medenî hâkimiyetinin dağılması demektir. İslâm ümmetinin ayağa kalkması yalnızca Türklerin yeniden dirilişiyle mümkündür. Türkler, Doğu ve Batı hesaplaşmasında topyekûn Doğu’nun mümessili olmuşlardır. (İdeolocya Örgüsü, s. 63)
Bu sebeptendir ki Türklüğü kavmiyetçi veya ulusalcı kimlik zannedenler üstadın şu sözleri üstüne çokça tâlim etmeli:
“TÜRK’TE DÜZELİNCE HER YERDE DÜZELİR…”
“Türk'te bozulan ancak Türk'te düzelebilir. Türk'te düzelince de her yerde düzelir ve her yeri düzeltir. Türk'te her şey bozulunca ondan kopma parçalarda da bozulacağı ve her biri maketlik bir kopyanın eseri olan Batı kölesi güdücüler elinde şimdiki hâle geleceği (sosyolojik) bir kanun icabıydı; ve hâkim millet Türk’te başlayan bir bozuluşun bütün cüzlere sirayet edeceği…belliydi (a.g.e.,s. 421).
Onun, İslâm yahut ümmet yerine Türk mefhumunu sıkça kullanmasını tenkid edenler, İslâm âleminin 20. asır sonrası çözülüş şartlarını hesaba katmadıkları gibi, ırk mânasına gelmeyen Türklerin siyasî tavır, kültür ve medeniyet olarak millet kavramını temsil etme mesuliyetini bin yıldır taşıdığını dikkate almayanlardır.
Mefhumların asliyeti değişmez. Fakat İslâm çağlarının yüklediği şartlardan dolayı mefhumların taşıdığı mâna ve muhtevayı medenî ve siyasî olarak temsil eden fail ve yapıcılar değişebilir. Bin yıldır Türklüğün Müslümanla aynı mâna taşımasının verdiği bir hakikatle millet mefhumunu Türkler için kullanmak mefhuma muhalif değildir.
TÜRK MÜSLÜMAN OLDUĞU İÇİN ÜMMET YANINDA DEĞERLİDİR
Üstada göre Türk Müslüman olduğu için ümmet yanında değerlidir. Bunun içindir ki bu muhtevayı taşıyan Türk’e büyük kıymet biçer: “Ruhumuzla, imanımızla mensubu olduğumuz aziz Türk milletinin hak ve haysiyet dâvacısı olarak Türk için orta yol, yarım oluş yoktur. Türk, olunca her şey olmağa, olmayınca hiçbir şey olmamağa mahkûmdur. İslâm’ın zaferi, Türk’ün olmasına bağlıdır.”
“Bâbıâli” kitabındaki, “Biz, Türk’ü Müslüman olduğu için sevecek ve Müslümanlığı nispetinde değerlendirecek bir milliyetçilik anlayışının peşindeyiz…” sözleri hüviyet krizini halledememiş Türkiye için son derece değerlidir.
Ona göre Türk’ün kurtuluşu, dolayısıyla İslâm milletlerinin kurtuluşu için tek çâre vardır. Târif ettiği istikâmette yeniden Türk olmak… Bu sebeptendir ki üstadın “Türk” ifadesini içini doldurarak kullanmakta bir beis yok. Türk ırk ve kavmiyet derecesinde bir isim değil, İslâm’ın içinde eriyerek yeni bir hüviyetle tecessüm etmiştir, Bu yeni hüviyet öyle bir hüviyet ki bünyesindeki kavimleri millet ve medeniyet sıfatının içinde barındırıyor.
Türklüğün üst kimlik olarak ehemmiyetini mürşidi Abdülhâkim Arvasi Hazretlerinin beyanıyla daha da öne çıkarır: “Ben bir seyyidim. Yâni bu demektir ki Türk değilim. Ama yeryüzünde bütün Türkler silinse üç Türk kalsa biri ben olurdum. İki Türk kalsa yine biri ben olurdum. Son Türk kalsa da gene ben olurdum. Çünkü Türkler olmasa bugünkü mânada İslâmiyet de olmazdı."
Mürşidinin vecd ile söylediği bu sözler üstüne üstad “İşte Türklük... Türklük bir ruh hâlidir. Büyük bir okyanustur. Hangi yağmur damlası buraya girerse, hangi dere akarsa o okyanustandır” diyor. Üstadın sözlerinden de anlaşılan şu ki: Ümmet birliğinin siyasî bakımdan kesintiye uğradığı bir asırda Türkler üst kimlik olarak bu birliğin temsilcisidir.
Hülâsa ettiğimiz şu tesbiti de son derece isabetli: Türk ismini bu mânada idrak edemeyenler, Türk'de İslâmı, İslâm da Türk'ü tasfiye etmeye çalışanlar Batılılaşmış Kemalist aydın ve idarecilerle beyinleri tavla zarı kadar küçülmüş ham softa, kaba yobazlardır. Türk ismini bu mânada kullanmayan sözde bâzı İslâmcılarla ulusalcı Türkçüler, üstadın Türk anlayışından nasiplenseler bu ülkede üst kimlik meselesi vuzuha kavuşacaktır.