"Atatürk şöyleydi böyleydi” hurafesi yine hızlandı. İktidara mensup faal bir milletvekili de yalan söyleyen Atatürkçüler gibi konuşmuş:
“…Atatürk ve arkadaşları Lozan’da bir anlaşma yaptılar. Bana göre o günkü şartlar içinde yapılan en iyi anlaşmadır. Devletin tapusudur. Lozan’dan gelenler Ankara’ya gelince ağladı. Artık 100 yıl savaşmayacağız geleceğimizi kurtardık diye. Mustafa Kemal ölmeden önce Hatay’ı da memleketimize dâhil etti. Ömrü yeterse Musul ve Kerkük’ü de vatan topraklarına katacaktı fakat ömrü yetmedi.”
Bu beyanata aklın ola da inanasın. “Lozan o günkü şartlar içinde iyi anlaşmadır” demek bir fasaryadır. Beyan sahibi kafadan atmış. Lozan anlaşmasını bilmediği veya zamâneye uyarak popülizm yaptığı açık.
Haçlıların, yâni Avrupalıların Lozan’da verdiği sertifikaya “Devletin tapusudur” demek, Türk millet ve devletine ağır saygısızlıktır, cehalettir, tarih bilmemektir. Devletimizin tapusu 1071’de tescil edilmiştir. 1453’de ve 1920 İstiklâl Harbiyle de devletimiz tapusunun tescili şüheda kanlarıyla tescili bir daha yapılmıştır.
Diğer yanlış ise, Lozan delegeleri Ankara’ya gelince M. Kemal ağladı, ifadesi de kopkoyu bir yalan… Ağladığını yazanlar Kemalist yandaş dostları ve gazete mensuplarıdır ki, bütünüyle propaganda maksadı taşıyor ve bir hezimet faturası olan Lozan anlaşmasını millet nezdinde önemli göstermenin reklâmlarından sadece biridir.
Beyanattaki üçüncü fasarya da “Ömrü yetseydi Musul ve Kerkük’ü de vatan topraklarına katacaktı…” ifadesidir. Böyle bir durum kesinlikle söz konusu değil. Bırakın ömrü yetseydi vatana katacak olmasını, Musul/ Kerkük’ten hem Batılı modern Cumhuriyet projesini hayata geçirmek, hem de Lozan’da kabul edilen sınırlar haricinde asla savaşmamaya karar verdikleri için böyle bir düşüncesinin olması gayr-ı kabil.
Çünkü bugün Musul / Kerkük’ün başına gelenlerin ardından “Musul’u unutmadık, Musul’u ve Türkmen soydaşları esaret altında bırakanlar” gibi yaftalarla ağzı dolusu konuşarak şimdiki zaman sorumlularını suçlamak gerçeklerden uzaktır. Oysa Musul’un başına gelenlerin ilk müsebbibi Kemalistlerdir.
Musul ve Kerkük’ün Türkmenleriyle birlikte Türkiye eliyle esaretten kurtarılmasını arzu edenlerdenim. Musul ve Kerkük’ün makus talihini Lozan ve Lozan sonrasında İngiltere’ye bırakanlar M. Kemal ve İnönü hükümetleriydi. M. Kemal ve kadrosu Millî Mücadele’nin sürdüğü 1922 yılı sonuna kadar Anadolu’daki Kürtleri hayli İslâmî bir dille “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Türklerin olduğu kadar Kürtlerin de hükümetidir. Çünkü Kürtlerin gerçek ve meşrû temsilcileri Millet Meclisi’ne girmiştir. Türklerin temsilcileriyle aynı ölçüde ülkenin hükümetine ve yönetimine katılmaktadırlar. Kürt halkı ve meşrû temsilcileri, Musul Vilayeti’nde oturan kardeşlerinin anayurttan ayrılmasına razı değillerdir” tarzında siyaset yapıyordu.
MİSAK-I MİLLÎ BEYYANNÂMESİ’NDE MUSUL ÖNCE VAR, SONRA YOK
Efsanevî belge diye yutturulan Misak-ı Millî Beyannamesi defalarca delinmiştir. M. Kemal, Millî Mücadele öncesi Erzurum ve Sivas Kongresi konuşmalarında “haksız işgal edilen” yerleri sayarken Misak-ı Milli sınırları içindeki Musul’un adını saymaz. ABD’nin Anadolu’ya gönderdiği gözlemci General Harbord ile görüşmesinde Musul’un adı bile geçmez.
M. Kemal, başından beri Musul’u Misak-ı Milli sınırları içine katmak için savaş yapmaya razı değildi. Ancak Anadolu’daki Kürtleri Millî Mücadele’ye katılmaya razı etmek için bir müddet Musul’u kurtarma hedefini İslâmî üslûpla kullandı.
Mustafa Armağan’ın “Gerçekler ve Efsaneler” kitabına göre, M. Kemal 1920’de TBMM’nin açıldıktan sonra ki, İstiklâl Savaşı’nın ve Kürtlerin bulunduğu İslâmî dozlu Meclis’in durumunu hesaba katarak millî sınırımızın İskenderun’un güneyinden doğuya doğru uzanarak Musul’u, Süleymaniye’yi ve Kerkük’ü içine aldığını söyler. Doğudaki Kürt aşiretleri Millî Mücadele katmak siyasetiydi ki samimiyetle sürdürülseydi doğru bir siyasetti.
M. Kemal ve İsmet İnönü, Lozan görüşmelerine hazırlanırken “Musul Misak-ı Millî sınırları içindedir…” siyasetini yürüttüler. Hattâ Musul’dan fazla toprak almak uğruna Kürtlere Türkiye’de özerklik vermekten, İngiltere’ye de petrol ayrıcalıkları tanımaktan yana olduğunu, dahası Hilafetin kaldırılmasının dahi teklif edilebileceğini ileri sürdüler.
1923’ün başında İngilizlerden Musul ve Kuzey Irak’taki Kürtlere devlet değil, kısmî özerklik verileceğini öğrenen M. Kemal, plânladığı ulus devlet projesinde Kürtlerin problem çıkarması ihtimaline karşı Musul’u Misak-ı Millî sınırları dışında bırakan siyaseti öne çıkarır.
TBMM’de 27 Şubat’tan 6 Mart 1923’e kadar süren görüşmelerde, M. Kemal’e muhalif mebusların oluşturduğu İkinci Grup, hükümetin Musul/ Kerkük politikasını ağır şekilde eleştiriyordu. Grubun lideri Erzurum Milletvekili Hüseyin Avni Ulaş’ın konuşmasını iyi okumak gerek. Musul ve Kerkük’ün başına gelenleri anlamak ve müsebbiplerinin kimler olduğunu bilmek için sadece bu konuşmayı iplik iplik çözmek gerek.
O gün Meclis’te M. Kemal, İnönü ve yandaşlarına karşı yüreğinden fışkırırcasına gür ve samimi bir sesle konuşan gerçek bir vatansever Hüseyin Avni Bey’i dinleyelim:
“Efendim, Cemiyeti Akvam İngiliz şurasından başka bir şey değildir…. Eğer aczimiz varsa resmen veririz. Kendi kendimizi aldatmayız efendiler.… İngilizlerden Mısır’ı aldınız, Kıbrıs’ı aldınız mı efendiler? Musul’u bugün sana vermeyen yarın niçin versin?... Şimdi efendiler, eğer feda etmek icab ediyorsa millete yalancı bir sulh, yarım bir sulh getirmeyiniz…. Bir sene sonra Cemiyeti Akvam vermezse harb edeceğim diye aldatmayınız!”
M. KEMAL: “MİSAK-I MİLLÎ’NİN BELLİ BİR SINIR ÇİZMEDİĞİNİ” SÖYLÜYOR
Meclisteki Kürt asıllı milletvekilleri Musul’un Kürt vatanı olduğunu söyleyerek Musul’un kesinlikle bırakılmamasını istiyorlardı. M. Kemal, Hüseyin Avni’nin Meclis’teki en yakın dâva arkadaşı Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey’in üzerine yürür. Sonra kürsüye çıkıp Misak-ı Millî’nin belli bir sınır çizmediğini, meseleyi bir yıl ertelemenin Musul’dan vazgeçmek anlamına gelmediğini, eğer istenirse Musul’un askerî yollardan alınabileceğini, ancak savaşa girmenin son derece sakıncalı olduğunu söyler.
Tartışmalar bu minval üzere sürerken, İkinci Grubun milletvekili Yusuf Ziya Bey “Musul Misak-ı Millî dâhilinde mi, değil mi?” diyerek Rauf Orbay Paşa’ya soru sorar. Paşa tek kelimeyle “Dâhilindedir” diyor.
Bunun üzerine kürsüye gelen M. Kemal, Misak-ı Millî’de harita ve dolayısıyla sınır olmadığını söyler. Misak-ı Millî yanlış anlaşılmıştır. O milletin menfaati ve Meclis’in isabet-i nazarından ibarettir. Dolayısıyla sabit değil, esnek bir kavramdır. Yerine ve zamanına göre yeniden şekillenebilir.”
Kemalistlerin Meclis’ten yeni hükümete güvenoyu isterken Musul meselesinde 1920’den bu yana oynak ve pragmatist siyasetine dikkatinizi çekerim. Bağımsızlığı tehlikeye düşürecek bir anlaşmanın imzalanmaması, ısrar edilirse savaşılması şartıyla hükümete güvenoyu ister. Oylamaya 190 milletvekili katılır, 170’i güvenoyu verirken 20 üye karşı oy kullanır, 85 üye ise oylamaya katılmıyor.
Tarihe dikkat edilmesini hatırlatırım. Hüseyin Avni’nin liderliğindeki İkinci Grup milletvekilleri listelerden çıkarılarak göstermelik seçime gidilir. M. Kemal’in bizzat yazdığı adayların seçildiği milletvekilleriyle Lozan görüşmelerinin ikinci turu başlar. Yeni meclis açılmadan 24 Temmuz 1923’de Lozan Anlaşması Musul/Kerkük dışarıda bırakılarak imzalanır.
Musul/ Kerkük meselesinin detaylarını öğrenmek isteyenler tarihçi Mustafa Armağan’ın adını zikrettiğimiz kitabıyla resmî tarihi çöpe atan D. Mehmet Doğan’ın “Türkiye Cumhuriyeti Tarihine Giriş” ve Prof. Dr. Mim Kemal Öke’nin “Musul-Kürdistan Sorunu” kitaplarına bakabilirler.