“Yapmakta olduğumuz inkılâpların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen asri (çağdaş), bütün mâna ve eşkâli ile uygar bir toplum hâline getirmektir. Memleketler çeşitlidir fakat uygarlık birdir ve bir milletin ilerlemesi için de bu yegâne uygarlığa iştirak etmesi lâzımdır” ifadesi, İslâm medeniyetine kasteden pozitivist-seküler inkılâpçı Cumhuriyet’in kurucu kadrosuna aittir.
Kurucu kadro, medeniyeti pozitivizm ve lâ-dinîlik üzerine yükselen Batı’da aramış ve millete müracaat etmeden ilân ettirilen Cumhuriyet’in yönünü Kur’ânî mânada medeniyet vasfını haiz olmayan Batı’nın sömürgeci “uygarlığına” çevirmiştir. “Yegâne uygarlık” tan maksadın “muasır medeniyet”, yâni lâ-dinî Batı’nın fen-bilim, hukuk ve sosyal değerleri olduğunu belirtelim.
“MUASIR MEDENİYET SEVİYESİYLE” ALDATMAK
Cumhuriyet’in “önderi” “Muasır medeniyet seviyesine ulaşmayı” Batı medeniyeti ile çatışmada değil, barışıp uzlaşmakta ve Batı’nın temsil ettiği çağdaş toplumlar ailesine katılmakta görür. “Çağdaşlaşma” için “İslâm kültürünü aşıp laik millî kültürü yaratmak zorunda bulunduğumuzu” söyler:
“Cumhuriyetin ilke ve inkılâpları, Türkiye’yi çağdaş uygarlık düzeyine bir an önce ulaştırabilmek için Batılı aklın ve mantığın çizdiği yolları gaye edinir. Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâpların amacı Türkiye Cumhuriyeti halkını her bakımdan uygar ve çağdaş bir toplum hâline getirmektir. İnkılâplarımızın temeli budur.”
Âmâ üstad Cemil Meriç’in sözleriyle cevap verelim: “Bu, kendi derisinden çıkmak, kendi mukaddeslerini inkâr etmek ve peşin peşin köleliğe razı olmak değil mi? Biz apayrı bir medeniyetin çocuklarıyız; düşman bir medeniyetin, bambaşka ölçüleri olan, çok daha eski, çok daha asil, çok daha insanca bir medeniyetin.”
Cumhuriyet “önderinin” sık kullandığı “çağdaşlık” kavramı da İslâm medeniyet değerlerinin reddi ve Batı medeniyet değerlerini kabul, yâni “muasır medeniyet seviyesine ulaşmak” mânasına gelir. Dahası, düşünme, yeme-içme, giyinip kuşanma ve bütün sosyal hayatımız ve müesseselerimizle Avrupalılar gibi olmaktır.
“Muasır medeniyet seviyesine” nasıl ulaşılacağının cevabını kendisi verir: “Memleketimizi asrileştirmek istiyoruz. Bütün mesaimiz Türkiye’ye asrî, binaenaleyh Garbî hükümet vücuda getirmektir. Medeniyete girmeyi arzu edip de Garba teveccüh etmemiş millet hangisidir?”
“HAYATTA EN HAKİKİ MÜRŞİD İLİMDİR” ALDATMACASI
Cumhuriyetin “redd-i miras” ideolojisiyle idraki kirlenen zavallı aydınlar Cumhuriyet “önderinin” “…Medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir...” sözünü yerli bir medeniyet hamlesi olarak yaydılar. Oysa “en hakiki mürşit ilimdir” sözüyle İslâm’ın varlığını reddeden Batı’nın pozitivist bilim ve aklından oluşan seküler “uygarlığını” işaret ediyordu.
Bu mânada “Bilim ve akıl” insan ve toplumun “Tanrı” ya ihtiyaç duymadan düşünmesi ve dinin müeyyidelerinden bağımsız olarak ilerlemesi demektir ki, medeniyetsiz Cumhuriyetin temel gayesi buydu.
Cumhuriyet “önderinin” 1924’de Samsun’da söylediği “…Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sözü pozitivist ve deist şair Tevfik Fikret’indir. Medeniyetsiz Cumhuriyetin resmî tarihi yazmasa da, “önder”, bu sözün sahibinin “ilham kaynağım büyük şair” dediği Tevfik Fikret olduğunu söylemiştir.
“Mürşid” sıfatını da İslâmî mânada “irşad eden, doğru yolu gösteren rehber” karşılığında kullanmadığını, Batı uygarlığının lâ-dinî bilimini kastettiğini hatırlatalım. Çünkü bu sözün devamında “İlim ve fen haricinde mürşid aramak gaflettir, cehalettir, delalettir” diyerek, Osmanlı-İslâm medeniyetinin inşacılarını kastediyor. O devirde dilde uydurukça kelime inkılâpları henüz yapılmadığı için “mürşid” kelimesini mecburen kullandığını da belirtelim.
Cumhuriyet’in önderi Batı medeniyetinin bir bütün olarak alınmasından yanaydı. Onun için, modernleşme, muasırlaşma, çağdaşlaşma kavramları İslâm medeniyetinin reddi ve “ortak ve üstün Batı medeniyetine” dâhil olmak mânasına geliyor. Bu anlayışa göre Osmanlı-İslâm asırları medenî sayılmadığı için “medenî ve asrî olmak” için Batılılaşmak yönünde inkılâplar yapılmalıydı.
“YA GARPLILAŞIRIZ YA MAHVOLURUZ”
“Ya Garplılaşırız ya mahvoluruz” diyen İkinci Meşrutiyet’in pozitivist aydınlarından Ahmet Muhtar ve “Bir ikinci medeniyet yoktur, medeniyet Avrupa medeniyetidir, bunu gülü ile dikeni ile isticlâs (kabul) etmek mecburidir” diyen Abdullah Cevdet, Cumhuriyet’in önderinin ilham aldığı Garpçı aydınlardır.
“Kayıtsız şartsız Batı medeniyetine girmemiz gerek” diyerek, Cumhuriyet önderinin zihniyetine şerik olan bir kısım seküler Türkçülerin de Kemalistler gibi İslâm medeniyetinin tasfiyesinde rol aldıkları ve sessiz kaldıkları maalesef bir gerçek. Şu sözler Türk millet kimliğine zül değil midir?:
“Çağdaş uygarlık tek bir milletin veya tek bir dinin ortaya çıkardığı bir değer değildir. Diğer uygarlıklar gibi o da insanoğlunun yüzyıllar boyu devam eden katkılarıyla oluşan, rasyonel düşünceye ve lâik bir dünya görüşüne dayalı ortak bir eserdir. Biz batı uygarlığını kendi bünyemize uygun bulduğumuz için, dünya uygarlık seviyesi içinde benimsiyoruz.”
Daha kötüsü, İslâm medeniyet mirasımızı reddeden medeniyetsiz Cumhuriyet’in reddiyeci tavrının “Lüzumlu bir kültür ve medeniyet değişmesi olduğunu” söz de “akademik kitaplarla” meşrulaştırmalarıdır.
Ey azizan! Bu nâçiz yazıdan sonra Sivas’ın fikirli soğuğu gibi fikirli şair Memduh Atalay’ın pek dokunaklı şiiri “Cumhuriyet Şiiri” ni okuyunuz ki maksat hâsıl olsun:
“Kralı Süleyman bilerek yaslandım padişaha / Fermanına boynum kıldan incedir çün tebayım / Cumhurdan olduğum hiç aklıma gelmezdi biz / Eşit kullardık Allah katında / Şimdi saray mahzun Cuma selamlığı öksüzler geçidi / Sarışın korkular tutup ensemizden meydana saldı bizi / On yılda on beş milyon gence dâhil olmadım çok şükür / Gerilerde tutuldum ama hep öncü fermanını taşıdım / Eskittiğim iplerden çeldiğim sandalyelerden bilir beni / Cumhuriyetin matruş haramzadeleri / Takke düştü mâzi göründü gören kel değilse / Şapkadan cumhuriyet çıktı ucube mi ucube / Cumhursuz cumhuriyetle Dolmabahçe sarayında karşılaştım / Müze gibi aksesuar tüm miras ve tarih heyhat / Biz alaturka öfkelerdeyiz hâlâ / Ve sadakatımız dile gelmiş tüm makamlarda / Tebayım derim demesem köksüzlük hastalığı / Padişahım çok yaşa padişahım çok yaşa /
Cumhuriyet bir balo bir şapka yarışı / Kadınlardan erkeğe geçen erkekten kadına / Bir yerlerde ölüsevici bir ruhla mezarlık gösterisi / Hâlâ kraldan yanayım çok şükür / Yaşasın kral demek bir vergi muafiyeti getirse de en azı büyükelçi / Yoksul bir padişah yanlısıyım cumhuriyetin şapkası da yok başımda / Hâlâ kara bıyıklarım kaytan ülküm de içime işlemiş bir kere / Padişahtan yanayım bilsin tüm demokrat olanlar / Padişahım çok yaşa çok yaşa padişahım”