Kırıcı değil, yapıcı olmayı önemsiyorum. Bürokraside görev aldığım yıllar içerisinde, öncesinde ve idareci kimliğimin olmadığı son yılda da, sistemi eleştiren yazılarım oldu. Eleştirilerimde asla kişileri hedef almadım. Kişilerin gelip geçici olduğunu ve onların hatalarından yola çıkıp genelleme yapılamayacağını bilenlerdenim. Bazen üzerine alınanlar olduysa da, üslubun nezaketi ve yazıda hissettikleri iyi niyet karşısında, rahatsız olmadılar. Aksine, memnuniyetlerini ifade edenler oldu. Şimdide particiliği ele alarak, Müslüman şahsiyetler olarak kazandıklarımızı ve kaybettiklerimizi tekrar yazmak istemiyorum. Bu konuda yeterince yazı yazdım.
Çok zor bir zamandayız. Açık yazmak gerekirse bundan on yıl öncesinin Akpartilisi ile şimdi ki Akpartili aynı değil. Heyecanlar, bağlılıklar, samimiyetler arasında fark var. Uzun yıllar iktidarda olmanın verdiği yıpranma payını ve metal yorgunluğu anlamak mümkün. Nitekim bu iki konuyla ilgili, teşkilatlarda ve bürokraside önlemler alınmaya çalışılıyor. İl, ilçe başkanları, belediye başkanları, il müdürleri, daire başkanları, genel müdürler, bakanlar sürekli değişiyor. Bütün bunların üstünde, kamu yeniden yapılanıyor ve Cumhurbaşkanlığı sistemine uyarlanıyor.
Buradan; “hiçbir sorun, her şey çok güzel, eleştirenler abartıyorlar, kuyruk acıları var” demeyi çok isterdim. Bunları diyenlerin siyasetçiler tarafından ilgi göreceklerine de şüphem yok. Ancak halk, Reis’i öven yazılara dahi, eski ilgiyi göstermiyorlar. Daha da kötüsü, eleştirenlerin reytingi yükselmeye başladı. Üç insan bir araya gelse, belediyeleri, teşkilatları, ayak oyunlarını, muhabbetsizlikleri, kadir kıymet bilmemeleri, adam harcamaları, eğitimi, aileyi, olumsuzlukları konuşur oldu. Konuşmayanlar da, savunmaya geçmek yerine baş sallamayı tercih ediyorlar.
Önceleri Reis’in bunlardan haberi olsaydı izin vermezdi diye başladıkları cümleler dahi şekil değiştirdi ve “Mutlaka Reis’in haberi vardır” oldu. Bu insanların muhalefet olduklarını ve Reis’e düşmanlıklarından böyle konuştuklarını söylemek imkânsız. Daha düne kadar, partinin en sadık adamlarıydı bu insanlar. Vazgeçmiş de değiller. Bu kişiler, AKPARTİ den tardedilenlerin kurdukları partilere sıcak bakmıyorlar, öncekiler gibi siyaset tarihinin çöplüğüne atılacağını düşünüyorlar ve her seçim sonrasında; “Başka gidecek yerimiz mi var, tabi ki Reis’e verdik” diyorlar.
Genel ve yerel seçimler sonrasında Reis’i dinlerken her zaman olduğu gibi yine heyecanlandı seçmenler. Galiba bir şeyler olacak diye beklediler. Aradan üç beş ay geçtikten sonra, esefle birbirlerine bakarak, “aynı tas, aynı hamam” dediler.
İşin doğrusu, dikkat çekecek boyutta büyük hatası olan; milletvekili, başkan, siyasetçi, yok denecek kadar az. Manzara, her gün en lezzetli yemekleri yiyen insanların bıkkınlığına benziyor ama öyle değil. İstanbul Sözleşmesi gibi, söz verildiği halde kenarda bırakılan ve ötelenen konuların birikmişliğinden şikayetçi insanlar.
Tablo böyle. Suçu algı yöneticilerin ve düşmanların üzerine atarak kurtulmaya çalışmak yanlış olur. Görmezden gelmek hiç olmaz. İş işten geçmiş değil. Ortada ümitsiz bir vakıa yok. Millet, Reis’ten ümidi kesmiş değil. Ondan radikal adımlar atmasını bekliyorlar. Kafa yorulması gereken esas mesele bu. “Kıymetini bilelim, geçmişte yaşadıklarımızı unutmayalım, çok güzel yerdeyiz, bölünmeyelim, bütün dünya bizim zayıflamamızı istiyor” diye bangır bangır bağırmak fayda vermez oldu.
Çok yoğun gündeme, dış politikadaki hareketliliğe, çevremizdeki ateş çemberine rağmen, seçmeni tekrar heyecanlandıracak çözümler bulmalı. Sürekli anketler yapılmalı ve milletin ne istediği öğrenilmeli. Sonrasında gereken adımlar atılmalı. 2023 çok çabuk gelir. Şimdiden kollar sıvanmazsa, geç kalınmış olabilir. Yazık olur, gelinen noktaya, millete ve gönül coğrafyamıza…