Millet, din ve şeriat mânasında gidilen yol demektir; yâni millet kelimesinden maksat İslâm’dır. Peygamberlerin getirdikleri vahye bağlı düzen yazıya geçirildiği için bu kelimeden hareketle şeriata ve dine millet denilmiştir.
Dolayısıyla “millet meclisi”, “milletvekili” gibi ifadeler İslâm’ın ve şeriatın yolunu tutan topluluğun meclisi ve vekilleri mânasına geliyor.
Din, şeriat ve millet kelimeleri birbirine yakın mânâda olup her biri başka yönden aynı mânayı ifade eder. Bakara, Âl-i İmrân, Nisâ, En’âm, A’râf, Yûsuf, İbrâhim, Nahl, Kehf, Hacc ve Sâd sûrelerinin birçok âyetlerinde “millet” kelimesi “din” mânasında kullanılmaktadır. Hadislerde de “millet” kelimesi din mânasındadır:
“Kim ki İslâm’dan başka bir millet (din) adına yalan yere ve kasden yemin ederse, o kimse dediği gibidir...”
Millet kavramı, gönderildiği peygamberin adıyla söylenir. “İbrahim milleti”, “Musa milleti” gibi… Osmanlı’da millet sözünden Allah (c.c.)’ın, Peygamberleri vasıtasıyla kullarına meşrû kıldığı ahlâk ve nizamı” kastedilir. Bundandır ki Osmanlı ulemâsı, “Ehl-i sünnetin mezhebini naklederken: ‘millîler şöyle demiştir…” ifadesini kullanırlar.
MİLLET KAVİM DEĞİLDİR
Din, amel ve uygulama bakımından şeriat kavramının sosyal bakımdan ifadesi de millet kelimesiyle ifade edilir. İtikat ve amel edilen ne ise, üzerinde birlik sağlanan şey de odur. Buna göre millet bir toplumun etrafında toplandığı, uyduğu ve üzerinde yürüdüğü, bağlı olduğu ilkeler ve takip ettiği yoldur.
Millet deyince, İslâm’a inanan ve ona uyan topluluklar akla gelir. Kamus-ı Türki’ye dair kitaplarda İslâm ümmetlerinden bahsedilebileceği, fakat yalnızca bir İslâm milleti olduğu, bunun çoğul olarak kullanılamayacağı belirtiliyor.
Millet, kabile veya kavim demek değildir. Millet, toplumun adı olmaktan çok, toplumun üzerinde toplandığı inancı ifade etmektedir. “Ehl-i millet” denildiği zaman, bir millete uyan kimseler anlatılmış olur ki bu hiç bir zaman ulus, kavim, ırk, kabile mânasına gelmez.
MİLLET DEMEDEN SÖZE BAŞLAMAYIN
Millet, mübarek bir kelimedir. Millet demeden söze başlamayın. Her sohbetinizde, tebliğinizde, yazınızda, şiirinizde mutlaka millet kelimesini zikredin. Câmide, bayramlaşmalarda, çarşıda ve cemiyet içinde muhakkak ki birkaç kez “biz bir milletiz” deyin, birbirinize millet olduğunuzu hatırlatın. Kavga edeni, küskünleri, gruptan ve cemaatten ayrılanları “biz bir milletiz” diyerek gönlünü yapın. Çünkü millet din, yâni şeriat demektir.
Ah, millet! Seni çok özledik. Ne güzel olurdu şimdi bir daha millet olsak, millet kelimesinin mânasınca yekvücut olabilsek… Mehmet Âkif’in dediği gibi “Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz / Gelmişiz dünyaya millet, milliyet nedir öğretmişiz.”
Millet hüviyetimizin dilimizden, mekteplerimizden, siyasetimizden ve kamudan çekip yasaklandığı yıllar Kemalist Cumhuriyetin en şedit olduğu yıllardı. Fakat yüreğimize kazıdığımız millet güçlü kıldı bizi. Düşmana karşı, tefrikaya karşı durmanın tek yolu millet hüviyetini kuşanmaktır.
“MİLLET” KAVRAMI TAHRİF EDİLMİŞTİR
Türkiye’de, bir asırdır İslâmî kavramlar tahrif edilerek milletle İslâm arasındaki köprüler yıkılmaya çalışıldı. Cumhuriyet’le başlayan tahrifler ve yanlış târifler neticesinde üç kuşağın idrakinin kirlediğini milleti târif edemeyen muhafazakâr çoğunluktan anlıyoruz. Kemalist ve seküler Türkçü hareketlere göre millet “Dil, tarih, ülkü birliği, örf-adet, vatan ve din gibi unsurlardan” meydana gelmektedir.
Din, milleti meydana getiren unsurlardan herhangi biridir ve asıl zemin değildir.
Öyle ki tarih, ülkü birliği ve vatan gibi kavramlar dinden ayrı bir kavram durumundadır. Erbabı bilir ki bu târif, Batılı zihniyet şablonuna uygun bir târiftir ve dinin fonksiyonu sadece kültüreldir ve zemini sekülerdir.
------------------------------------
FİKİR DÜKKÂNI’NDAN NÜKTELER
Ey azizan!
Fakir, tahrirlerinde ara sıra “ağır maişet mesaisinden dolayı…” deyi söze başlar ve dost sohbetlerine yetişemediğinden, Türk fikir hayatına “katkıda” bulunamadığından dert yandığını izhar eder.
Bu beyânım som bir hakikate dayanmasına rağmen bazı dostlar “ağır maişet mesaim…” ifademi bir türlü kabullenmeyip inandırıcı bulmadılar. Hattâ maişet mekânımı dışarıdan dikizleyip inceleme yapanlar dahi çıktı. Oysa bazı hakkaniyet ve rikkat sahibi dostlar maişet mekânımda halkıma hizmet ettiğimi kameralarla belgelediler. Buna rağmen ağır maişet mesaime tam olarak kanaat getiremeyenler var.
Çevre halkım şahittir ki bu mazlum ve mazrur emekli emekçinin ağır maişet mesaisi hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde devam ediyor. Bütün gece boyu, halkıma hizmet vermeme rağmen bazı dostlar ağır maişet mesaimin ciddiyetini kabullenmedikleri gibi, “efendim, burada fikir var mı veya satılır mı?” deyi zarf atanlar oldu.
Gönül yârenliğinden şifa bulan fakir, bu zarflardan çokça memnun olduğu içindir ki, gönül ve fikir dostlarımdan şair ve türküdar Fazlı Bayram, “Bir maişet savaşçısı olarak maişet mücadelenizin serzendiğiniz kadar ağır olup olmadığını görmeye geldim. Burada ne alır, ne satarsınız?” deyi bir zarf attı ki, pek hoşnut oldum ve inanın baş ağrılarım bir müddet kayboldu.
Hülâsa, derim ki; ağır maişet mekânımda halka ve dostlara hizmet vardır. Gıda da satılır, fikir ve gönülde…