PKK’lı nekrofiller, yani ölüsevici câni örgüt, eylemlerinde ölenlerin sayısal varlıklarını hedeflerine ulaşmakta en önemli vasıta kabul ederler. Dolayısıyla her PKK’lı ve bu câni örgütün uzantısı HDP’li yandaşları da nekrofildir.
Bu şenî örgüt ve yandaşlarının ideolojilerinde öldürmek patolojik bir şiddet unsurudur. Sözde “Kürtlük” adına öldürmeyi doktrinleştirdiler. “Öl ve öldür”, bu katil örgütün sloganıdır. Tek gayeleri ABD, İsrail, İngiliz gibi Batı’nın azılı kâfirlerinin desteğiyle Türkiye’yi “ölüm tarlalarına” dönüştürmek ve bölmektir.
PKK VE HDP İÇİN EN İYİ KÜRT ÖLÜ VE ÖLDÜREN KÜRTTÜR
PKK’lı, yâni HDP’li şovenistler, ölümseverliği rantı yüksek bir iktidar vasıtası olarak görüyorlar. Tavırlarına bakıldığında nekrofilik yüzleri daha da belirginleşiyor. Barbar PKK ve yandaşlarının eylem tarzları ve şiddetten haz duymaları, bu şenî örgütün nekrofil ideoloji ve eylemlerin münbit yatağı hâline geldiğini gösteriyor. Haz duydukları câniliğin ve şiddetin hiçbir insanî gerekçesi olmadığı gibi kendi etnik kökeni olan Kürtlere de zarar vermektedirler.
PKK ve uzantısı HDP “Daha çok ölü istiyorum” tâlimatını veriyor cânilerine. Hasan Sabbah’ın Alamut Kalesi’nde yetiştirdiği kaatil haşhaşîyyun militanlarından daha âdi, daha cânidirler PKK ve yandaşları. İslâm düşmanlığı ve Marksistliği tescilli bu iki organik örgüt için en iyi Kürt, ölü ve öldüren Kürttür. Dostluğa, medenîliğe, barışa ve Türklerle devam eden bin yıllık İslâm kardeşliğine düşmandırlar.
RECÜLİYETİ OLMAYAN DEVLET
Otuz yıldır PKK cânileriyle baş edemeyen devlet ve hükümetlerde recüliyet eksikliği olduğu bir gerçek. Lâ-dînî Cumhuriyet devletinin ve askerî vesayet hükümetlerinin ağır yanlış politikalarıyla Kürt meselesi nihayetinde meydan okuyan bölücü bir unsur hâline geldiği ortadadır.
Çivileri hâlâ çekilemeyen Atatürkçü rejimin mamulü olan millî eğitim ve laikçi üniversite intelijansiyasının (devletin resmî ajanı demek) “Zafer” diye beyinlere kazıdığı Lozan Anlaşması’yla Batı eksenine dahil edilen, kolları ve ayakları kesilip güçsüzleştirilen 1923 tarihli Türk devletinin kurucularının hem kişiliklerinde, hem de “mağlubiyet ideolojilerinde” Kürt meselesine hâkim olabilecek hâdim devlet misyonları yoktu. Daha doğrusu bu misyonu elleriyle çöpe attılar.
PKK’LILARIN SİLAHLI OLANLARI ASILMALI
PKK ve benzeri terör örgütlerinin silahlı olanları asılmalıdır. Hz. Peygamberimiz s.a.v.’ın istikameti ve Hz. Ömer r.a’nın merhamet ve devlet nizamı ölçüleri içinde insan hak ve hürriyetlerinin meşrûiyet ve hâkimiyet sahalarını bozmayacak şekilde uygulandığı bir dönemi başlatma zamanı geldi artık.
PKK ADINA SOKAK EYLEMİ YAPANLAR ÂNINDA TEHCİR EDİLMELİ
Âcilen yapılması gereken bir başka iş, PKK yandaşı olan herkes eylem hâlindeyken yakalandığında tehcire tâbi tutulmalıdır. İstanbul’dan İzmir’e, Van’dan Mersin’e kadar PKK için yataklık yapan, sokakta gösteri yapan, molotof atan, mal ve can zararına sebep olan her eylemci Kuzey Irak Kürt Bölgesi’ne insanî ölçüler içinde tehcir edilmeli. Şüphesiz ki tehcir fikri ve uygulamamızda İttihatçıların bazı yanlışlarıyla benzerlik olmamalı.
HDP yanlısı Kürtleri küstürmemek ve bekle gör politikasıyla PKK, HDP yoluyla siyaseten meşrulaştırılmış oldu ki, ileride bunun bedeli Türkiye’ye ağır olacak. Demek ki, PKK ile yeterli mücadele edilmediği ve dindar Kürtler de bu kanlı örgütün ve yandaşı HDP’nin kucağına itildiği açık. Yanlış ve pısırık politikalar yüzünden şımardılar ve azdılar.
MİLLETİN GÖRMEK İSTEDİĞİ BİR DEVLET İRADESİ HÂLÂ TECESSÜM ETMEDİ
Devlet ve hükümet AB ve Batı’nın liberallik ve demokrasi oyunlarına kaptırmamalı. Tarihî misyonu bunu gerektiriyor. Elbette dünün şartlarındaki stratejiler ve savaş siyaseti bu gün için geçerli olmayabilir. Fakat unutulmayacak tek şey var: Millî Mücadele’deki gibi bin yıldır millet-i beyza’dan saydığımız Kürtlerin varlığını Türkiye İslâm Cumhuriyeti mânasınca bir Türk devletinin içinde tutmayı bilmek, PKK ve organik uzantısı HDP’nin tahakkümünden dindar- muhafazakar Kürtleri kurtarmaktır.
1923’den öncesi Millî Mücadeledeki İslâmî ruha sahip İlk Meclis’teki gibi bütün anasırı İslâmî meşruiyet zemininde temsil etme sıfatını haiz olan Türk Devletinin varlığına PKK’ya yandaşlık etmeyen Kürtler can ü gönülden biat edecek ve sahipleneceklerdir. Bunun dışında hiçbir çözüm yok. Nihayetinde
Kürtler PKK / HDP temsiliyetine teslim olmuş durumdalar ki bundan sonra dindar Kürtlerin varlıklarını hissettirmeyeceklerdir.
Sonuçta Güneydoğu PKK ve organik uzantısı HDP’nin iradesine bırakılmış oldu. Yazık oldu Güneydoğu’ya…
----------------------------------------------
“USÛL MÜ ÖNEMLİ SONUÇ MU?”
Ey azizan!
Fakirin, tavsiye etmek haddi değildir. Amma ki Semerkand dergisinin Haziran 2015 tarihli sayısında Ali Yurtgezen hocanın “Ahmet Nafiz Yaşar” müstearıyla yazdığı “USÛL MÜ ÖNEMLİ SONUÇ MU?” başlıklı yazısını İslâmî ölçülere önem veren her Müslümanın can ü gönülden okumasını arzu ediyorum. Yazıdaki şu ara başlıkların, her Müslümanın bir kez daha muhasebe yapmasına ve düşünmesine vesile olacağı kanaatindeyim: “Usûl Asıldır”, “Hedefe Giden Her yol Mübah Değil”, İslâm’ı Öğrenme ve Anlamada Usûl”, “Maksat İlahî Rızayı Kazanmak”, “Usûl Zırhını Çıkarınca”, “Gayretle Mükellefiz”, “Takdire Rıza”, “Hizmette Usûl”, “Ölçüyü Kaçırınca”, Sünnetullaha Riayet”, Tasavvuf Terbiyesinde Usûl”
Bu sebeptendir ki önemli yazıdan birkaç pasajı paylaşmak istiyorum:
“Hâkim kültürün sonuç odaklı anlayışı, artık neredeyse herkesin tekrarladığı bir sözde dile gelir: ‘Amaca giden her yol mubahtır!’ Her ne kadar itiraz edilse de, Müslümanlar da yakayı bu anlayışa kaptırmış görünüyor. Niyetin ya da maksadın iyiliğini öne sürerek İslâmî ilkelerden, ölçülerden taviz verebiliyor. Bunları hatırlatanlar ayak bağı olarak yaftalanabiliyor. Oysa İslâm sonucu değil, ilahî ölçülere riayetle gösterilen çabayı, emeği esas alır. Sonuç hususunda ise tevekkülü, yani Âlemlerin Rabbi’ne havale etmeyi ister. Zaferin değil, usulünce seferin önemli olduğunu öğretir. Yani gayret bizden, tevfik Allah’tandır.
(…)
Kısaca Müslüman boş durmayacak, sürekli bir gayret içinde olacak ama bütün bunları hem güzel hem de en yüksek verimi alacak tarzda yapacak. Bunun da tek yolu var: Yapacağımız her şeyi usulünce yapmaya çalışmak. Gelgelim yaygın zihniyetin nasıl olursa olsun dünyalık kazanmayı yegâne amaç edinmesi ve usule önem vermeden sonuca odaklanması bizi de etkilemiş görünüyor. Şimdilerde gerekliliğine inanmadığımız bir tutumu sergilemek durumunda kaldığımızda, ‘usûl yerini bulsun’ diyebiliyoruz mesela. Kimileri, gönülsüz protokol davranışlarını nitelerken kullandıkları ‘usûldendir’ kelimesine ‘yararsız, göz ardı edilebilir bir formalite’ anlamını yüklüyor. Usûl meselesinin hayli zamandır hafife alındığını söylemek sanırız yanlış olmaz.
Oysa eskiden ‘vusûl usûl iledir’, yani maksada ulaşmak yahut kavuşmak, usule uygun hareket etmeye bağlıdır diyorduk. Bugün bunu unuttuğumuz için bazen onca çabaya, onca imkâna rağmen karşılaşan vusûlsüzlük ve bereketsizliği izahta zorlanıyoruz. Biz her ne kadar maksada nazaran önemsiz görsek de usûl ‘asıl’ kelimesinin çoğuludur ve elde etmek istediğimiz neticenin ortaya çıkmasını sağladığı için son derece önemlidir. Mademki her işin, ulaşılmak istenen her gayenin bir usulü vardır; sözün, sohbetin, tebliğin, ibadetin, hizmetin, ticaretin, ilim tahsilinin, tasavvuf terbiyesinin de mutlaka gözetilmesi gereken belirli usulleri olmalıdır.”