“İslâm Medeniyet Tasavvuru”na dair çaplı bir kitapseti
Ehli bilir ki Batılılaşmanın getirdiği medeniyet buhranları, medeniyettârifleri ve teklifleri bir asır vardır ki bu ülkenin çatışmalı toplumyapısının zeminini oluşturmaktadır. Kemalist ve Türkçü kanadın laikleştirilmişTürklük ve İslâm’ın yanında “Batı medeniyetimden…” absürdlüğünü teklif edenler, doğrudan doğruyaher şeyimizle Batı medeniyetine iltica etmemiz gerektiğini söyleyenler var.Bütün bu sentezci ve eklektik medeniyet görüşlerinin bir asırdır medeniyettasavvurumuzu delik deşik ettiğini erbabı bilir.
Türk fikir hayatında okuduğumuz nice yazarların medeniyet üstüne yazdıklarındaparça doğrular mevcut olmasına rağmen bütünlüklü bir târif yaptıkları ve teklifsundukları söylenemez. Bu sahada tesbit ve teklifleri olan müstakil yazılarelbette mevcut. Fakat kitap çapında bir baştan bir başa İslâm medeniyettasavvurumuzu ele alan ve teklif sunan kitap yok diyebiliriz.
İşte bu sahada Fikir Teknesi Yayınları’nın kurucusu Haki DEMİRbirbirinin mütemmim cüzü niteliğinde yazdığı dört ayrı kitapla İslâm medeniyettasavvurunu, kütüğünü, medeniyet aşamalarını, zeminini, sütunlarını ve muhtevaufkunu ayrıntılarıyla anlatıyor.
Okumak üzere başucuma koyduğum kitapların en başında duran
“İslâm MedeniyetTasavvuru -1/ Terkip ve Tefekkür”, “İslâm Medeniyet Tasavvuru-2 / İnşa MuhafazaTecdit”, “İslâm Medeniyet Tasavvuru-3 /Şehir ve Medeniyet”, “Medeniyetin GöçVakti”ni bu sahada yol almak isteyen herkesin okuması gerektiğine inanıyorum.
Serinin 1. Kitabı “İslâm MedeniyetTasavvuru-1 / Terkip ve Tefekkür” birbuçuk asırdır kirlenmiş medeniyet idrakimizi temizleyici suallerle başlıyor:
“Medeniyet tasavvuruna neden ihtiyacımız var? Böyle bir tasavvurasahip olmazsak ne kaybederiz veya neleri elde edemeyiz? Medeniyet, insanfaaliyetlerinin en hacimli havzasıdır. Bu sebeple ‘medeniyet tasavvuru’ insantefekkürünün en hacimlisidir. (…) Medeniyet tasavvuru, bir dünya görüşündenistihsal edilebilecek en hacimli ‘insani verim’dir. Bir dünya görüşünün muhtevaufkudur. Tabii ki dünya görüşlerine mensup olanların fikir ve idrak ufkudur.Dünya görüşünün muhteva ufku ile ona mensup olanların idrak ufku umumiyetleaynı olmuyor. Bu husus her dünya görüşünde böyleyse de, İslam için muhakkakböyledir. Zira İslam, birinci kaynak olarak Allah’ın beyanına (kelamına)dayanır ki, ‘ilahi muradı’ tam olarak anlamak iddiası, akılsızlığın en çarpıktezahürüdür. Medeniyet tasavvuruna neden ihtiyacımız var? Çünkü İslam’ın mümkünolan en geniş ufkunu göstermek gerekiyor. Çünkü İslam’ın insanlara (insanlığa)teklif ettiği ‘muhteva’nın ne olduğunu gösterebilmek için, cemaat, gurup, sınıfvesaire küçük içtimai bünyeler kafi değil. Daha da ileri giderek söylemekgerekirse, İslam’ın muhtevasını göstermek için ümmet de kafi gelmez. İslam, tüminsanlığa kendini teklif ederken, nimetlerini sadece kendine iman edenleresunmaz. Gayrimüslimlerin de içinde yaşayabileceği ve huzur bulabileceği bir‘havza’ inşa eder. Böyle olmasaydı gayrimüslimlerin siyasi hakimiyeti altındayaşamasına müsaade etmezdi. İslam, Müslümanların fikir ve fiilleri ile dünyadatanınacaktır. Müslümanlar İslam’ı, bir cemaat hacminde anlar ve dünyayasunarlarsa, ufku cemaat hacmini aşan insanları (mesela dehaları) ikna ve tatminetmeleri mümkün değil. Cemaat çapındaki idrak ve ifade, aklın, kabileseviyesinde kaldığını göstermez mi? (…)Medeniyet, ‘yapabilmenin’, medeniyettasavvuru ise tefekkürün ufkudur. (…) hiçbir şeyin yekunu görülmeden parçasıinşa edilmez. Parça neye nispetle inşa edilecek, neyin parçası inşa edilecek,hangi ihtiyaca karşılık gelmek üzere inşa edilecek? Küçücük bir evin biletoplamı tasavvur edilmeden inşaatına başlanmaz. İslam’ın hayatını, ahlakını,siyasetini, hukukunu, sanatını, iktisadını vesaire çok sayıda alt sisteminiinşa etmek için ‘yekunu’ görecek mesafeye kadar nüfuz etmek gerekmez mi? Külliolan ile cüzi olan arasındaki münasebet, mutabakat, muvafakat, muvazeneparçadan bütüne doğru kurulabilir mi? İslam’ın muhteva ufkuna ulaşamayacaksak,medeniyet tasavvuruna teşebbüs etmek ne demek? Çabamız, bu istikamette birmecra açmak, bu hususa dikkat çekmek, bu ihtiyacı hissedilir kılmak, akıllarıtahrik şuurları teşvik etmek gibi bir niyete tekabül eder. Her iş için birbaşlangıç gerekmez mi? Çünkü ümmet, yaşadığı her devrin medeniyet tasavvurunuoluşturmalı ve mütemadiyen de muhtevasını derinleştirmeli, ufkunugenişletmelidir. İslam’ın muhteva (mâna) yekununu ihata edememek, ondan istihsaledilecek mana haznesi ile medeniyet kurulamayacağını göstermez.”
Serinin 2. Kitabı “İslâmMedeniyet Tasavvuru-2 / İnşa Muhafaza Tecdit” ten:
“…İslam’ın (dinin) inşası tamamlanmıştır. İki Cihan Serveri(s.a.v.) Efendimizin irtihalinden başlamak üzere, kıyamete kadar devam edecektüm kalbi ve zihni faaliyetler, dinin inşası değil, ‘din ile inşadır’. Din(İslam) ile hukuk nizamı inşası, iktisat nizamı inşası, siyaset nizamı (devlet)inşası, hayat inşası, nihayet medeniyet inşası ila ahir… Günümüzde Müslümanlarındüştükleri temel yanlışlardan biri de, ‘din ile inşa faaliyetini’, din inşasıfaaliyeti ile karıştırmalarıdır. (Allah muhafaza). Asr-ı Saadette inşasıtamamlanmış olan din, ümmetin kesintisiz muhafaza vazifesinin konusudur. Din,emanet olarak muhafaza edilecektir. Din, kitap ve sünnettir. Birincisimünhasıran Allah’a aittir, ikincisi Allah’ın tasarruf ve murakabesinde olmaküzere Resulüne aittir. Ümmet için dinin muhafazası, her şeyden, hayatından,namusundan, malından, neslinden vesaire her türlü kıymetinden daha mühimdir.Dinin muhafazasına karşı en büyük tehdit, din ile inşa faaliyetini, dinin inşafaaliyeti ile karıştırmaktır. Zira bu ikisini birbirine karıştıran akıl veanlayış, ‘yeniden din inşa ettiğini’ fark etmiyor. (…) Bu sebeple meselenin temeli esasalınarak, inşa, muhafaza, tecdit safhaları üzerinde durduk. İçinde bulunduğumuzdevir, İslam medeniyetinin inşası bakımından tarihte benzeri yaşanmayan birzaman dilimidir. İslam tarihi, medeniyet tarihidir. İslam tarihinde ilk defaMüslümanlar medeniyet çerçevesinde ve seviyesinde yaşamadıkları bir devirdeler.Dünyanın herhangi bir coğrafya parçasında İslam medeniyeti yok. Oysa İslamtarihinde, İslam coğrafyasının bir bölgesinde çökmeye yüz tutan İslammedeniyeti, başka bir bölgesinde inşa edilmeye başlanmıştır. Dolayısıyla ümmet,dünyanın herhangi bir bölgesinde İslam medeniyetine sahip olmuş, medeniyetiçöken ve gerileyen bölgelerdeki Müslümanlar oradan fikir, ilim ve tatbikatmisalleri elde edebilmişlerdir. (…) İçinde yaşadığımız devir, İslam medeniyetiniinşa faaliyetine neredeyse baştan başlamamızı gerektirecek kadar zor şartlarıihtiva ediyor. Muhakkak ki İslam’ın inşası tamamlanmıştır, muhakkak ki İslamnakısa kabul etmez. Bu günkü şartlar, İslam medeniyetinin tamamen tasfiyeedilmesinden kaynaklanan bir yeniden varoluşu, yeniden dirilişi, yeniden birmedeniyet inşasını gerektiriyor. İnşa, muhafaza, tecdit silsilesi kopmuş,silsilenin başına ihtilal süreci eklenmiş, önce yıkıp sonra inşa etme ihtiyacıbelirmiştir.”
Serinin 3. Kitabı“İslâm Medeniyet Tasavvuru-3 / Şehir ve Medeniyet” ten:
“Bir şehirlemedeniyet olmaz ama bir şehirde olmayan medeniyet hiçbir yerde olmaz. Şehir,medeniyetin nüvesidir, numunesidir, timsalidir. Şehrini inşa edemeyen birmefkure, medeniyetini inşa edemez, bir medeniyet tasavvuruna sahip olduğunuiddia edemez. Bu manada her İslam Şehri, bir medeniyet timsalidir, böyleolmalıdır. İslam medeniyet tasavvuru muhakkak ki bir şehre sığmaz. Şehrinbüyüklüğü bu meselede ehemmiyetsizdir, mevzuu, medeniyet tasavvurunun bir şehirlesınırlandırılamayacak olmasıdır. İslam medeniyet tasavvuru, bir şehri, o şehriniçinde olduğu ülkeyi, o ülkenin içinde olduğu İslam coğrafyasını ve nihayet tümdünyayı kuşatacak hacimdedir. Ne var ki medeniyet tasavvurunun ilk inşa edeceği(veya ilk imtihan sahası) şehirdir, bu manada bir ülkedeki siyasi sistem dedeğildir. Bir ülkede İslam’ın hukuku, siyaseti, ahlakı devlet çapında kurulsabile, o ülkede İslam medeniyetinin kurulduğunu söylemek kabil olmaz, ta kiİslam şehri inşa edilene kadar. İslam medeniyetine giden güzergahın anaistasyonu devlet değil şehirdir. Belki de şehir, İslam medeniyet inşasındakarargah mahiyetinde ve ehemmiyetindedir. Devlet kurmak güç ile ilgilidir vedevlet kuracak güce ulaşanlar onu elde edebilirler, devleti kurduklarındagüçleri daha da artar. Fakat medeniyet o kadar hassas ve naif bir meseledir ki,dünyanın en büyük gücüne (bu günkü dünya ölçülerinde ABD’nin gücüne) sahipolsanız bile medeniyet kuramayabilirsiniz. Medeniyet inşası için belli miktardagüce ihtiyaç olduğu doğrudur ama güç, devlet kurmak için yalnız başına kafiolsa da medeniyet inşası için asla kafi değildir ve zaten birinci unsur dadeğildir. İslam devletininolmadığı veya Müslümanların kafi derecede güçlü olmadığı bir vasatta İslamşehrini ve İslam medeniyetini inşa teşebbüsü tabii ki akim kalır. İçindebulunduğumuz zaman diliminde, İslam şehri veya medeniyeti bir tarafa,kadınların başörtüsüne bile tahammül edemeyen, onları tüm haklarından mahrumbırakan bir vahşet var, bu şartlarda İslam şehrini veya medeniyetini, devlettenbağımsız şekilde inşa düşüncesi, tabii ki ham bir hayaldir. Ne var ki İslammedeniyeti, İslam cemiyetinden ve şehrinden bağımsız şekilde düşünülmemelidir,böyle düşünmeye başlandığı andan itibaren İslam devletinin kurulması da imkansızlaşır.Müslümanlar, İslam cemiyetini ve şehrini inşa etmeden devlet kurduklarında, odevlet, (lâ teşbih) Kemalist rejimde olduğu gibi sadece güce dayanır, gücünhakimiyeti kurulmuş olur. Böyle bir devlet, kurallarıyla İslam devleti tarifineuysa da, ruhuyla İslam devleti değildir. Mesele şu açıdan mühim; Türkiye’ninmevcut durumu, İslam devleti olmayan ama Müslümanların hakimiyetinde bulunanbir şartlar manzumesi oluşturmuştur. Türkiye’de artık, İslam şehrini inşaetmek, tamamen olmasa da, nispeten mümkün hale gelmiştir. İslam şehri vemedeniyetini gündemimize almamız için İslam devletini kurmayı beklemekyanlıştır. Böyle bir erteleme, ülkenin mevcut durumdan İslam’a doğru taşınması,toplumun İslam cemiyetine dönüştürülmesi konularını, sadece devlet gücüneyüklemek olur ki bu durum yanlıştır.”
Serinin 4. Kitabı “Medeniyetin GöçVakti” nden:
“Tarih boyuncasanki bir nöbet değişimi gibi medeniyetlerin coğrafya değiştirdiği, genelanlamda uğramadığı coğrafya olmadığı, ilanihaye bir coğrafyada kalmak gibi‘yerleşik’ özellik taşımadığı, aynı zaman diliminde birkaç coğrafyada da (birbirlerine ulaşma imkânının olmadığı dönemlerde) bulunduğu vakadır. Ancakbirbiriyle temas ettiği halde beraber yaşayabilmiş iki medeniyetin varlığı(çatışmasız halde) görülmemiştir. Medeniyetin çok nazik ve narin, aynı orandanazlı ve kıskanç olduğu, kendine gerekli ve yeterli değerin verilmediğicoğrafyada ve toplumda kalmadığı bilinir. Medeniyetlerin kıskançlığı ,‘kıskançlık kavramının’ en üst düzeyindedir. Hiçbir medeniyet bir diğeriylemukayese edilmeyi ve diğerinin daha üstün özellikler taşıdığı fikrini kabul edebilecekkadar kıskançlıktan uzaklaşmamıştır. Mukayese edilmeye ve hafiftendeğersizliğinin düşünülmeye başlandığı toplumlarda barınmaz. Medeniyet , ‘büyükaşk’ ile kendine bağlanılmasını talep eden paranoyak derecede kıskanç kadıngibidir. Aşığının gözlerindeki küçük bir dalgalanmaya (tereddüde) dahitahammülü yoktur. Ne kadar zor elde edildiği bilinir ama ne kadar kolay eldenkaçabileceği pek düşünülmez. Hoyratça kullanılmaya rızası yoktur çünkü aşığını‘medenileştiren’ bir fonksiyonu vardır ve bu özelliği kesintisiz ister.Ailesini tanır, yabancılara kapalıdır. Yabancılar aileden biri olana kadar onauzaktır ve aileye katılmayı tahammül edilemeyecek kadar uzun süre tereddütletakip eder. Medeniyet kendisidir ya, bir coğrafyadan ayrıldığında, o coğrafyayıyerle bir edecek, bir toplumdan uzaklaştığında, o toplumu vahşileştirecek kadarintikamına sahiptir. Ayrıldığı topluma tekrar döndüğü pek vaki olmadığı gözönüne alınırsa, ne kadar affetmez olduğu anlaşılır. Kızdırılmamalı, gönlükırılmamalıdır zira tekrar ikna etmek sanki imkânsız gibidir. Çok gururludur,kendi gururunun taşınmasına müsaade eder ve hatta bunu icbar eder ama kendinekarşı gururun kırıntısına dahi dayanamaz. Kendisi maliktir, kendine malikolunmasına alışık değildir ve sadece kendisine mensup olunmasından hoşlanır.Sözleşme yaptığı topluma kızıp ondan uzaklaşabilir ama asla mağlup olmaz. Kuralve düzeni sever. Soyadı, nizamdır ama göbek adını hürriyet olarakbenimsemiştir. Nizam ile hürriyetin, birbirini yok etmeyecek terkip kıvamınaâşıktır. Beslendiği en büyük kaynak samimiyettir. Samimiyeti inanç olarakanlar. Nizamı inanç, hayatı hürriyet olarak kavrar. İnancı nizamın bedeliolarak ister, hürriyeti bu bedelin mükâfatı olarak sunar.”
--------------------------------
BAŞBAKAN’IN TÜRKÜ DİNLEMESİ VAK’AY-I HAYRİYE’DİR
Bu ülke doksan yıldır milletin kültürüne yabancıçağdaş-laikçi- seküler-jakoben-elitist başbakanlar gördü sıra sıra… Gördükçeyüreğine çirkin bir ağrı girdi, tiksindi halkımız fikirlice… Onları hiç câmidegörmedi milletimiz mütevazı bir câmi cemaati gibi… O bürokratik-elitist başbakanlar sokaktahalkıyla halktan biri olarak musahafa etmedi, halleşmediler. Sokakta birvatandaş can ü gönülden o başkanlara bir kandil simidi ikram etmedi. Milletinetepeden bakan, gönlü ağyar, fikri başka suratsız başbakanlar sokakta yürürkenbir türkü sesi duyunca hemen durup dinlemediler gönülden içeri… Kara yüzlü ceberrutCumhuriyetin o başbakanları opera ve baleriyi, çağdaş müzik ve senfoni dinlerdiçağdaş-laik görüşlü başbakanlar olarak…
Ufukta bir fecir pırıltısı parlayan bugünün başbakanıcâmiden çıkıp sokakta milletiyle musafaha ede ede yürürken gönlüne bağlamatellerinden bir türkü sesi düştü birden. Düştü de döndü baktı bir âmâ türküdarsokak duvarının dibinde bağlaması kucağında cezbe hâlinde türkü söylüyor.Başbakan gördü de bu sazını, sözünü millete duyuran âmâ türküdarı. Kıvrandıfikirlice, yüreğine tâ tarihten bir sızı düştü… Türküdarın elini tuttu, yüzünüokşadı… Türküyü bitirinceye kadar bekledi bir sade insan gibi… Mahiyetindenbiri türküdara “Başbakanımız…” demeye teşebbüs ederken, başbakan onusöyletmedi… Türküdar, karşısında bir başbakan değil, yoldan geçen birtürküseverle hasbıhal ettiğini sandı… Ah, ne güzel!
Efendiler! Bir başbakan yolda türkü söyleyen bir garip ozanı görüp de durupdinliyorsa, bilin ki bu ülke kurtulur inşallah.