Bu ülkede Atatürkçülük zincirine beyinlerinden bağlı bürokratik ve oligarşik güçlerle bu zincirin Türklük ve Cumhuriyet’in kendisi olduğuna inanan Beyaz Türkler, ulusalcılar ve Chp’liler var.
Bu ülkede Atatürkçülük zincirinin “millî” bir zincir olduğunu zanneden statükocu donuk-milliyetçilerle, Atatürkçülük zincirine vurulduğunu fark etmeyen nâdanlar var.
ATATÜRKÇÜLÜK ZİNCİRİYLE BAĞLI OLANLAR
Ulusalcılar, laikçiler, modernler ve benzerleri Atatürkçülük zinciriyle bağlı ve zincirlerinden kurtulmak istemeyen bir sürüdür. Lâ-dînî Cumhuriyetin karanlığından geldiler ve bu karanlıkta yaşamakta ısrar ediyorlar.
Târihi yok kendini Atatürkçülük zincirine vuranların. Medeniyet-i İslâmiyesi, İslâmlaşmış Türkçeleri, gönülleri ve vicdanları yok. İslâm’ın mâneviyatından habersizler. Atatürkçülük tapınağında öğrendiklerini tekrarlayan bir sürü bunlar.
Bu zavallı sürü Atatürkçülüğün karanlığına bir uyuşturucu müptelâsı ve bir yarasa gibi alışmış. Aldandıklarını, aldatıldıklarını ve hakikati anlamaya mecalleri yok. İdrakleri ve beyinleri Atatürkçülük ayinleriyle sulanmış bir kere.
Boyunlarında sağcı, solcu, ulusalcı, Kemalist, liberal ve milliyetçi künyeler olan bir kısım akademisyen, yazar ve televizyon allâmeleri, “Atatürkçülük beyazdı, maviydi, sarıydı, sertti, yumuşaktı...” iddialarıyla sanki Atatürkçülük, devletin ve milletin kendisiymiş gibi başı sonu yanlış olan bir ideoloji üstünde tartışıyorlar. Farklı görüşler ileri sürüyor gibi görünseler de hepsi de iddialarında Atatürkçülüğü esas almaktadır. Onların bu durumu Cizvit papazlarının tartışmalarına benziyor. Erbabının bildiği bir hâdise:
ATATÜRKÇÜLÜĞE GÖRE ATIN AĞZINDA KAÇ DİŞ VAR?
Ortaçağ Paris’inde papazlar “atın ağzında kaç tane diş olduğunu?” tartışmak gayesiyle bir kilisede toplanmışlar. Rahatsız edilmemek için kilisenin kapılarını kapattırıp nöbetçiler dikmişler. Birkaç gün geçmesine rağmen kapılar açılmamış ve tartıştıkları “önemli mevzuda” bir türlü anlaşmaya varamamışlar. Çünkü, “Atın ağzında kaç tane diş olduğu İncil’de bildirilmemiş.”
Genç bir papaz, “Tartışmaya son verecek kolay bir çözüm var, dışarıya çıkıp bir at bulalım, ağzını açtırıp kaç tane dişi olduğunu sayalım” demiş. Kıdemli papazlar, “İncil’de bildirilmeyen bir bilginin gerçekliği kabul edilemez” diyerek onu aforoz etmişler.
ZİNCİRLİLERE GÖRE, ATATÜRKÇÜLÜKTEN ÖNCE BİR ÖNCE YOK, ATATÜRKÇÜLÜKTEN SONRA BİR SONRA YOK
Atatürkçülüğü esas alarak tartışan her grubun hareket noktası, papazların hareket noktasına benziyor ve “Atatürkçülükte bu var mı yok mu?” tartışması yapıyor, aynı ikonu savunuyorlar. Atatürkçülüğü devlet ve millet kimliğimizi belirleyen temel ölçü olarak görenlerin bu tartışmaları utanç vericidir. Bunlara göre Atatürkçülükten önce bir önce yok, Atatürkçülükten sonra bir sonra yok.
ATATÜRKÇÜLÜK MAĞARASINA BEYİNLERİNDEN ZİNCİRLENMİŞ SÜRÜLER
Atatürkçülük bir “izm”ler “mağarası”dır. Bu mağarada konuşanlar, millî değerlerimizi bu mağaranın kavramlarıyla tesbit etmeye çalışanlar, hakikati bu mağaranın duvarlarındaki tâgutî “önder” gölgelerinde arayanlar, Atatürkçülük zinciriyle bağlanmış sürülerdir.
Beyinlerinden zincirlenmiş bu sürüye göre Atatürkçülük, menşeimizin umdeleri ve milleti meydana getiren bin yıllık medeniyetin esaslarıdır. Oysa Atatürkçülük idrakleri iğdiş edilmiş, millî varlığını bu sun’î ideoloji üzerinden açıklamaya çalışan bir zümrenin putudur. Bu ülkenin, bu milletin doksan yıllık zamanını heba eden ceberrut lâ-dînî bir sistemdir.
Atatürkçülüğü milletin yeniden doğuşu ve tecdidi gibi gösterenler, devletin ve milletin varoluşuna dair her meselenin çâresini bu ucube ideolojide arayanlar bu ülkeye en büyük zarar veren eblehlerdir.
Solcuların karşısında görünüp, fakat bu güruh gibi Atatürkçülüğe sarılarak Türk Devleti’ni bu indî ideoloji ve ilkelerle târif eden, millet oluşumuzu ve millî kimliğimizi Atatürkçü kavramlarla açıklamaya çalışan bir kısım statükocu “milliyetçiler” de İslâmî köklerimize bağlı yolun önünü en az solcular kadar kapatmakla vebâl altındadırlar.
ATATÜRKÇÜLÜĞÜN ORTASI DA VE KENARI DA BİRDİR
Farklı kutuplarda durduğunu sanan herkes bu zararlı ideolojinin son kenar çizgisinde de olsa, tenkit de etse, Atatürkçülüğü kökten reddetmedikçe Atatürkçülük lekesi taşıyor demektir. Çünkü Atatürkçülüğün ortasında ve kenarında olmak mahiyet farkı arz etmez.
İslâmî mânasıyla millî bir hareketin içinde olduğu iddiasıyla yola çıkıp da ucundan kenarından Atatürkçülükten bir dirhem fikir alınsa o hareket Atatürkçülük lekesi taşımaktan kurtulamaz.
Târihimizi Osmanlı-İslâm asırlarından koparıp Hitit, Sümer târihine bağlayan, “Hakk’a tapan millet” hüviyetimizi ve İslâm medeniyetimizi “redd-i miras” ederek bizi Garbın pozitivist “uygarlığına” yamayan Atatürkçülük zincirini ne zaman koparacağız?
Âmâ üstad Cemil Meriç’in söyleyişiyle idrakimize vurulan Atatürkçülük zincirini ne zaman kıracağız?
---------------------------
ŞÂKİRTLERİ, BİR HOCAM’IN SUYUN ÜSTÜNDE SOFRA AÇTIĞINI, BALIK TUTTURDUĞUNU, NAMAZ KILDIRDIĞINI ANLATIYORLAR
Ey azizan! Bu hafta da bahtiyarım şükür. Bahtiyarlığımın ilki, Genç Dükkâncılardan olup da Erzincan’da bulunan Oflu Süleyman Kılıçbay’ın kalkıp yanımıza gelmesi. Bol miktarda aleyh getirmiş yanında. En çok da tercümanım Ferhat Ağca’nın aleyhinde konuştu. Bahtiyarlığımın ikincisi, Fikir Dükkânı’nın müdavimlerinden Mehmet Yaşar, Hacı Ahmet Eralp, Oflu Süleyman Kılıçbay ve bu Genç Dükkâncıların hocası öğretim görevlisi İsmail Göktürk, Bir Hocam’la her vakit gittikleri baraj kenarına balık tutmaya gitmişler. Orada yaşadıklarını anlattılar da kendimden geçtim. Bir Hocam, kıyıdan hemen öteye eliyle dikdörtgen şeklinde bir alan çizmiş, “Buraya sofra kurun, burada oturacağız…” demiş. Dr. Hunu, Hacı İbrahim Arıkmert, Tayfun Göktürk, Yunus Barman, Enver Çapar gibi dostların da bulunduğu meclis Bir Hocam’ın çizdiği alana oturup kahvaltı etmişler. Bir Hocam bu dostların bazılarına (Dr. Hunu gibi) suyun üstünde balık tutturmuş ve bazılarına da tutturmamış. Bir Hikmeti var demek ki. Sonra Bir Hocam suyun üstünde namaza durunca diğerleri de durmuş. Bir ara Hacı İbrahim Arıkmert kaybolmuş, dostları telaşlanmış, nasıl olduysa Arıkmert Bir Hocam’ın yanında peyda oluvermiş.
Sözü uzatmayayım. Bu sırlı vak’ayı adını andığım dostlar Cuma Kapısı dediğimiz Fikir Dükkânı’nında etraf bilgisi ve ruhuyla, yâni kaidesiyle anlatacaklar. Kim iyi anlatırsa ona ödül vereceğimi söyledim. Görelim, kim güzel anlatacak?
--------------------------------------------------
ŞAİR MEMDUH ATALAY’DAN BİR FİKİRLİ ŞİİR DAHA…
Ey azizan! Şiir yazmam, fakat Müslüman Türklerin önce şair olduklarını sonra, işçi, memur, esnaf, bürokrat, padişah, şeyhülislam ve asker olduklarını bilir ve iyi şiiri severim. Bu mânada dostumuz eğitimci Memduh Atalay da bir şairdir. Son zamanlar da bir hâl hâle geçiyor olmalı ki yüreğimizi saran, trajik hallerimizi ve hüznümüzü anlatan şiir üstüne şiir yazıyor. Yüreğine ateşler düşüyor, sancılar yaşıyor olmalı ki şu sıralar, akıcılık, belagat, fikir, nakış, ses gibi şiirin birçok unsurunu taşıyan şiirlerle yüreğimizin üstünden geçiyor... Edebiyat ve Sanat dergisi “Yoldaki Kalemler” de okuduğum “Özrüm Bir Asa” şiiri de böyle bir şiir:
“Gece birdenbire ruhumu kaplar /Açılır önümde eski hesaplar / Nereye dönsem kıyamet uğultusu / Can telaşında can dostlar / Dünyanın bir çember gibi çevrildiğinde / Özrüm bir asa gibi tutunduğum / Denizi ikiye bölemesem de / Yaşamak ölüm gibi düşer biz neyiz biz / Her denemede aynı hüzün her kuyuda aynı ses / Çarşı pazar bir marka güvencesinde / Niçin üzerinden çekip alamıyoruz / Bu modern etiketi / İster çocuk ister kadın ister anne / Çiçekleri kuponlara değiştiler / Dolar gözlüm diyen genç aşığın / Hangi sureden hangi hatimden sonra / Takılırdı kalbi yerine / Kalbi bir beygir gibi sağa sola / Kadeh değil kalkan kalplerde eşya yükü / Şaraptan kaçtığınca sarhoşa lanet yağdırdığınca / Keşke konuşsaydık aşktan / Belki yazgısına bir vaha düşerdi ömrümüzün / Bir hırka giyerdik üstü nakış nakış / Baştan sona aynı kitaptan /Aynı soruların yer aldığı / Tekasürün ateş çemberinden / İçimizdeki kurumuş ölülerden geçebilirdik / Bir de gül büyütürdük /Anne toprağında burcu burcu / Peygamber terinden”