Hızır’ın, Çanakkale Harbi’nde yüreğine baktığı asker

Ahmet Doğan İlbey

Orta boylu, geniş omuzlu, gürbüz yapılıydı Koca Seyit Ali. Yaratan onu pehlivan olsun, tuttuğunu yıksın diye yaratmıştı. Köşeli yüzü açık tenliydi. Maviye çalan gözleri, sarıya yakın post bıyığı ve sakalı vardı. Yüz hatları belirgin, elmacık kemikleri çıkıktı. 1913’de Balkan Harbi’ne katıldı. Batı Trakya Birlikleri’ndeyken terhis edilmeden topçu eri olarak Çanakkale Mecidiye Tabyasına gönderildi. Gâzi olarak köyüne döndükten bir yıl sonra İhtiyat Birlikleri’yle İstiklâl Harbi’ne katıldı.

Harbi’nden yine gâzi olarak döndüğünde köylüleri o baharda doğan kuzulara “Koca Seyit kuzuları”, taylara da “Koca Seyit tayları” dediler. “Müracaat et, sana madalya versinler, maaş bağlasınlar” diyenlere “Biz madalya için harp etmedik, ecrini Allah’tan bekledik.” dedi ve devletten gâzilik maaşı talep etmedi. Memleketi Havran’ın Çamlık köyünde dağdan odun getirerek odun kömürü yapıp sattı. Köyde iş kalmayınca Havran’daki zeytin fabrikasında hamallık yaparak sürdürdü maişetini. Hiç yüksünmedi fakirliğinden.

Seyit’in Çanakkale cephesindeki kahramanlığını nasıl anlatsam ki? Ah, Çanakkale! Şehide doymayan cephe. Nice anaların, eşlerin yüreğini yakıp kavurmuştu. Vatan için peş peşe cümleten şehitliğe uçmanın adıydı. Bir diriliş destanıydı… Ölümün dur-durak vermediği bir savaş meydanıydı. Savaş Çanakkale’de çok zâlimdi.

HER YER ŞEHİT, HER YER VATANDI ÇANAKKALE’DE

18 Mart 1915’de sıcakla karışık hafif rüzgâr Rumeli Mecidiye tabyasındaki askerlerin yüzlerini bir alev gibi yalayıp geçiyordu. Her yer şehit, her yer vatandı orada. Gökten ölüm yağıyordu. Bombardımandan nasibini almamış tepelerdeki çiçeklerde hâlâ can vardı. Denizin koyu maviliği üstünde ölüm kusan Ocean zırhlısının bombalarından kaçışan martılar sâhile yakın tepelerle çalılıkların kuytularına tünemişlerdi. Barut islerinden ve mermi ateşlerinden kararıp yanan ağaçlar ve otlar düşman gemilerinin bir “medeniyet denen bir canavar” olduğunu henüz bilmiyorlardı.

OCEAN ZIRHLISI CEHENNEMİN TEMSİLCİSİYDİ

Düşman zıhlısı Ocean, Nara Burnu civarında ölüm canavarı olarak konuşlanmış, sabahın sekizinde Mecidiye tabyasını top atışına tutmaya başlamıştı. Tabyanın ortasına düşen top mermileri korkunç bir patlamayla ortalığı kızıl kıyamet gibi kavuruyordu. Gümbürtüler, insan iniltileri göğü sarıyor, kumlar, tepeler kapkara dumandan gözükmüyordu. Taş, toprak, bitki, börtü-böcek ve mühimmat unsurları ateşten parçalara ayrılıyor ve askerler “Allahüekber” sesleri arasında şehit oluyorlardı. Cehennemle cennet arasında bir anlık zaman farkı vardı bu cephede. Ocean zırhlısı cehennemin temsilcisiydi. Bu korkunç katliam görevini acımasızca yerine getiriyordu. Son atılan toplarla bataryada göz gözü görmez olmuştu. Batarya Yüzbaşısı “Herkes sığınağa” dese de, ölüm yağdıran top mermilerinin isabetli düşmesi ve aynı anda cephaneliğin patlamasıyla ortalık cehenneme dönmüştü. Bataryadan iki asker ve iki komutan hariç hepsi şehit olmuştu.

BİR MAHŞER SONRASI UYANDI KOCA SEYİT

orta yerinde yatıyordu topçu eri Koca Seyit. Bir müddet baygın yattıktan sonra bir rüyadan uyanır gibi uyanmıştı. Üstü başı toza ve barut islerine belenmişti. Bir mahşer sonrası ölümden uyandırılıp yeniden bağışlanan bir hayata kalkmıştı. Bu uyanışın öncesini hatırlamaya çalıştı. Sâhildeki düşman gemilerinden atılan top mermilerinin havadan ölüm yağdırdığını, tertiplerinin ve birçok komutanın şehit olduğunu hatırladı. Etrafta yatan cesetlere baktı içi yanarak. Gök ekinleri gibi biçilmişti cephe arkadaşları. Acıya gark oldu, yüreği yandı, gözlerinden yaşlar boşandı. “Yarabbi sana sığınıyorum!” dedi. Boğazı yanıyor, ağzı kuruyor, ‘ah, su!’ diyordu. Köyünün şırıl şırıl akan pınarları, çocukluk arkadaşlarıyla buğday anızlarında hayvan otlattığı köyünün soğuk derelerinde cumbuldadıkları günler aklına geldi.

OCEAN ZIRHLISI KOCA SEYİT’İ HESABA KATMAMIŞTI

Gelibolu sâhilinde düşman gemilerinin hareketliliği devam ediyordu. Ocean zırhlısı başarı kazandığını sanıyordu. Hedef aldıkları Mecidiye Bataryası’ndan cevap gelmeyince “Bu iş tamam” diyorlardı. Birkaç hamle daha yapılırsa İstanbul’da olabileceklerini, Anadolu Hamidiye’sine bağlı tabyaları da ezip geçeceklerini düşünüyorlardı. Fakat Koca Seyit’i hesaba katmamışlardı.

KOCA SEYİT ETLERİ VE KEMİKLERİ AYRILIRCASINA…

Kendine gelen Koca Seyit, Ocean zırhlısının diğer tabyalara top atışına devam ettiğini ve kendi tabyasındaki bir toptan başka hepsinin yok olduğunu gördü. Bir Ocean’a, bir de yerdeki 215 okkalık top mermilerine baktı. Sağ kalan arkadaşına, “Yardım et, şunu kaldırayım” dedi. Arkadaşının şaşkınlığının geçmediğini, olduğu yerde donup kaldığını anlayınca, top mermilerine doğru yürüdü. Yağlı elleriyle merminin birini kavramaya çalıştı, fakat elleri kaydı. Ellerini toprağa sürdü. Nice pehlivanların sırtını yere getirdiğini, büyük saman hararlarını, kocaman tomrukları tek başına sırtlayıp götürdüğü günleri hatırladı. “Yarabbim sana sığındım” diyerek mermiyi tekrar kavradı. Kasları yırtılırcasına, etleri ve kemikleri birbirinden ayrılırcasına kavradı mermiyi. Yüz gerildi ve kanlandı. Siğim siğim terler boşandı çehresinden. Soluğu kesilir gibi oldu. Sarsılarak adımlarını attı ve topun bulunduğu merdivene çıktı. Mermiyi topa sürdü ve Ocean zırhlısına çevirdi. “Allahü ekber!” diyerek ateşledi, fakat isabet ettiremedi.

Ocean zırhlısı yeniden ateşe başlamıştı. Koca Seyit’in etrafına şarapnel parçaları düşüyor ve fakat aldırış etmiyordu. İkinci kez bir mermiyi daha kavradı. Kasları yırtılıyordu, çehresi yemeni gönü gibi kararmıştı. Merdiveni geçti, mermiyi topa sürdü ve ateşledi. Yine isabet ettiremedi. Ocean’ın gerisine düşmüştü mermi. Üçüncü kez de mermiyi aynı îman kuvvetiyle topa sürüp ateşledi. Bu kez de kıç tarafına düştü. Dakikaların bir asır gibi ölüm kalım berzahından geçercesine sürdüğü anlarda, bataryanın komutanlarından Alman yarbayla Türk yüzbaşı sığınaktan onu hayretler içinde seyrediyorlardı. Dördüncü kez bir mermiyi daha kasları yırtılırcasına kavrayarak topa sürmeyi başardı ve ateşledi. Ölüm kusan Ocean’ın bacasına düştü top mermisi. Büyük bir alev yayıldı ve parçalar yağmur gibi saçıldı Gelibolu’nun mavi sularına. Büyük yara almıştı Ocean canavarı. Bir daha top atışı yapamadı. Düşmanın hayâsızca saldırısı kesilmişti.

HIZIR ALEYHİSSELÂM KOCA SEYİT’İN YÜREĞİNE BAKIYOR

Boğaz Harbi’nin rütbesiz kahramanı Koca Seyit mermiyi tek başına topa sürüp Ocean’ı iş göremez hâle sokmuştu. Mecidiye Tabyası’nda sevinç ve zafer vardı. Hilâl uğruna toprağa düşen askerlerin ruhaniyeti dolaşıyordu tabyalarda. Komutanlardan erlere kadar herkes Koca Seyit’e “Hızır’ın, yüreğine baktığı asker” diyorlardı. Bu mucizevî kahramanlığı gerçekleştirirken, Hızır Aleyhisselâm’ın onun yüreğine bakıp gittiğini anlatıyorlardı. “Top mermisini tek başına nasıl kaldırdın” diye soranlara, “O an gönlüm Allah’ın feyzi ile doluydu. Bu kuvvetimin sırrı o an Allah’ın ihsan ettiği bir şeydi.”

O kutlu günde hafif rüzgâr olsa da sıcak hükmünü sürdürüyordu. Gece olmuştu. Gökte dolaşan dolunay bataryanın etrafını bir ümit ışığı gibi aydınlatıyordu. Denizin maviliklerinde yakamozlar barut ve savaş atıklarına aldırmadan hâreleniyordu. Sabahın seherinde serinlik çökmüştü Mecidiye Tabyası’na. Gün yavaş yavaş ağarmaya başlamış, barut kokularıyla sararmış tepeler, otlar meydana çıkmıştı.

ÖLDÜĞÜ GÜN ÇANAKKALE RUHUNU İNKÂR EDEN İNKILÂPLAR YAPILIYORDU

Ocean’ın batırılması Çanakkale’nin geçilemeyeceğinin işaretiydi. Gökler ve yerler, kuşlar ve askerler böyle biliyorlardı. Cevat Paşa ve cephedeki bütün askerler Koca Seyit’in mermiyi tek başına topa sürdüğünü duyduklarında “Çanakkale geçilmez” dediler. “Cevat Paşa gelecek, o kahramanı görecek” sözü bayram havası yaratmıştı. Bir müddet sonra babacan karakterli Cevat Paşa Mecidiye Tabyası’na gelerek “Gazânız mübarek olsun” diyerek askerleri selâmladı ve Batarya yüzbaşısına “Mermiyi tek başına namluya sürüp, Ocean’ı vuran hangisidir” dedi. Yüzbaşı, “Buraya gel Seyit” diye çağırdı. Koca Seyit bir adım attı ve tekmil verdi. Paşa onu gülümseyerek süzdü, “Aferin evlâdım; Allah senin gibi askerlerimizi daim kılsın, devletimizce ödüllendirileceksin, onbaşılığa terfi edeceksin, top mermisini kaldırırken fotoğrafın çekilecek” dedi. Paşanın ve bütün askerlerin yüzünde ışık vardı. Bu ışık Koca Seyit’in kahramanlığından doğan ışıktı.

Veremden öldüğünde elli yaşındaydı Koca Seyit. Mecidiye Tabyalarında verdikleri “Size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum!” komutuna sadâkatsizlik gösteren Kemalist Cumhuriyetçiler onun öldüğü 1939’da Çanakkale ruhunu inkâr eden inkılâplar yapıyorlardı.(ilbeyali@hotmail.com)

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.