Hayat yavaştı. Yavaş yaşardık modern olmadan önce.
Hız nedir bilmezdik. Bundandır ki herkes birbiriyle dilleşir huzur bulurdu.
Yavaş yaşamalıydı Müslüman. Çünkü yavaş hayat Müslümanca hayattı.
Dinimiz emrettiği için yavaş yaşardı ceddimiz. Gün doğumundan gün batımına kadar Allah’ın her gününü yavaş yaşadıkları için âsûde ve huzurlu olurlardı.
Yavaş yaşandığı için dünya güzeldi eskiden. Hızlı yaşandığı için modern dünya çirkin ve gürültülü.
Yunus Emre Hazretleri yetmiş iki millete bir göz ile bakmayı ve gönüller yapan dervişliğini yavaşlığın dergâhında kazandı.
Hacı Bayram-ı Veli yavaş hayatın sükûn ikliminde yetiştirdi müridlerini.
Mimar Sinan yavaş yaşadığı için hayâl ve tasavvur etti yavaşlığın ve sükûnetin muhteşem eserlerini.
Bir insan düşünün. İşine yetişmek için hızlıca kalkıyor.
Hızlı bir şekilde def-i hâcet ediyor ve son hızla giyiniyor.
Yemeğini çok hızlı yiyor. Dolayısıyla hıçkırık tutuyor.
Dakikalar bitmek üzere. Asansör her defasında olduğu gibi geç geliyor.
Kalbi tekleye tekleye nihayet iniyor yola. Durak yolun karşı tarafında.
Hızlıca akan arabaların arkası kesilmek bilmiyor. Tükenen dakikalar napalm bombası gibi inmeye başlıyor beynine.
“Ah yavaş hayat!” diyerek inliyor adam. Ve olduğu yere yığılıyor.
Hazret-i insan olarak yemeği yavaş yemek, def-i hâcetimizi yavaş yapmak, abdestimizi yavaş almak, yolda yavaş yürümek ve hayatı yavaş yaşamak istiyoruz. Yavaş hayatı özledik.