Bu mektubumda Müslüman câmiasında yakın tarihin en dirençli, en fâziletli kadın mahpusundan, dâvası için bir adım bile geri atmayan Yusufiye ehli Mısırlı Zeyneb Gazâli’den bahsedeceğim.
1950’li ve 60’lı yıllarda Mısır diktacılığına başkaldıran İslâmcı hareketin öncülerinden Hasan El Benna ve Seyyid Kutub’un hapishânelerde zulüm görmelerine rağmen hücrelerde dahi dâvalarını tebliğ etmekten geri durmadıkları malûmdur. Bu âlimlerin şâkirdi olan ve tefsir yazan âlime bir hatun, yâni “Müslüman Kardeşlerin annesi” Zeyneb Gazâli de aynı şekilde ağır zulme rağmen altı yıllık hapishâne hayatında namazını eda etmiş ve dâvasından tâviz vermemiştir.
Bu mücahide mahpusun anlattıklarını okurken ta’zim duygusu içinde olmalısın: “34 numaralı zindan, kabir gibi dar, karanlık ve korkunç bir yer, bir hücre. Yanıma iki köpek vererek kapıyı kilitlediler. Teyemmümle namaz kıldım. Kıblenin bile ne taraf olduğunu bilemiyordum. Bir namazı bitirip diğerine duruyordum. Allah’a, bu zâlimlerin elinden beni kurtarması için dua ediyordum. Rükû’da, secdede köpekler üzerime tırmanıyor, başımı, el ve ayaklarımı, yüzümü tırmalıyorlardı. Öldürmeden önce acı çektirmek için eğitilmişlerdi. Bir saat sonra kapı açıldı ve köpekler çıkarıldı. Tutukluğum boyunca işkenceler devam etti. Bayılıncaya kadar kırbaçladılar. Belime kadar su içinde bekletildim, fakat yılmadım. Dâva arkadaşlarım hakkında ağzımdan tek bir suizan cümlesi çıkmadı.” (Zindan Hâtıraları, Zeyneb Gazâli)
YAZARLIĞINI HAPİSHÂNEDE KEMÂLE ERDİRENLER
Edebiyat tarihçisi Ahmet Kabaklı’nın hülâsa ettiğimiz ifadesiyle Nâmık Kemâl’in Magosa’daki hapisliği (maaşlı sürgün demek doğrudur, çünkü Abdülhamid Han haksız muamelede bulunmamış, muhalefetiyle vereceği zarardan sakınmak için yollukla uzaklaştırmıştır) sırasında ailesinden ve mesleğinden uzak kalmasının dışında orada bol bulunan şey zaman olduğu için zamanını edebiyata ayırmıştır. Bu meşgâle hayırlı olmuş ve edebiyatçı N. Kemâl ortaya çıkmış, dolayısıyla edebî eserlerini Magosa’da yazmıştır. (Türk Edebiyatı, cilt:3)
Rus yazar Tolstoy’un hapishâne tecrübesini dahi okumak gerek. Tolstoy kendi hayatını yazdığı otobiyografik roman “Diriliş” in kahramanı Nehlüdov’un Sibirya hâpishânelerindeyken söylediği “Hapishâne görülmeden üniversite tamamlanmış olmaz” sözü fikirli bir mahkûm için mühimdir.
Dostoyevski’nin “Ölü Bir Evden Hâtıralar”, diğer bir çeviri adıyla “Ölüler Evinden Anılar” kitabını okuyanlar bilirler. Roman kahramanı Aleksandr Petroviç Goryançikov kendisidir. Ona göre hapishâne “Ölü Bir Ev”dir. Fakat orada ıstıraplı düşünceler ve çileler sâyesinde mânevî bir yeniden doğuşu yaşadığını anlatır. İnançsız girdiği Sibirya-Omsk Hapishânesi’ndeki dört yıllık hapisliğinde en verimli eserlerini yazar ve “Her şeyi pırıl pırıl ve kutsal yapan inanç işaretini, İsa’yı buldum...” der.
Çirkef bir Harlem haydudu iken hapishânede adam olan, yâni Müslüman olan Amerikalı zenci Malcolm X, sonraki adıyla Malik El Şahbaz için hapishâne bir inziva mekânıdır. Hapishânenin kütüphanesine bir girdi bir daha çıkmadı. Kitapların sayfalarında tefekkür etti, düşündü, kendine geldi, dâva adamı oldu ve etrafındakilere şu sözü söyledi: “Bir insanın düşünmeye ihtiyacı varsa, gidebileceği en iyi yer, bana sorulursa, üniversiteden sonra, hapishânedir.” (Malcolm X, Alex Haley, çeviri: Yaşar Kaplan)
İspanyol romancı Servantes (Miguel de Cervantes) ünlü romanı “Donkişot”u hapishânede yattığı günlerde yazdığını övünerek anlatıyor. Elin adamındaki bu azme hayran kalmaz mısın?
Komünizm suçundan uzun yıllar hapishânede yatan Kemal Tahir Kemalistlerin ikiyüzlülüklerini anlatan romanlarının müsveddelerini koğuşlarda okuyarak hazırlar ve görüşlerini paylaşamasam da haysiyetli bir Osmanlıcı-Marksist fikir adamı olarak çıkar. (İstanbul Kültür ve Sanat Ansiklopedisi cilt:2)
Hâsıl-ı kelâm, dâvası ve fikri olan Müslüman mahpus da gayr-ı müslim mahpus da hapishâneyi mektebe çevirmiş. Bu âbidevî hapishâne hayatlarından hisse çıkarmak sana düşer.