Kitapseverlik doğuştan mı geliyor, yoksa sonradan olma bir tutku mudur? İnsan ve kitap arasındaki rabıta herkeste aynı mıdır? Kitap, insanı hangi hallere sokuyor? Dost mudur, düşman mıdır? Hülâsa, kitap insanın neyi olur?
Bu suallerin cevabını günümüz kitap muhibbanından bâzı şahsiyetlerin yazıp söylediklerinden öğrenmek en zevklisidir, diye düşündüm.
“GERÇEK KİTAPSEVERLERİN ANAYASASI VARDIR”
“Gerçek bir kitapsever yatarak kitap okumaz” diyen ince ve titiz bir kitap muhibbi olan Beşir Ayvazoğlu’na göre kitap denince aklımıza selülozdan, elimize alıp dokunduğumuz, sayfalarını çevirdiğimiz ve kendine has kokusu ve estetiği olan, nerdeyse kanlı canlı bir şey gelir. (Dünyabizim sitesi / 16Mayıs 2014 tarihli mülâkat).
Meşrutiyet Dönemi üdebasından Necib Asım Yazıksız’ın “Kitap” adlı kitabından hareketle kitap sevenlere bibliyofil, bu işi daha ileri götürenlere bibliyoman dendiğini söyleyen Ayvazoğlu, kitaba hava ve su gibi ihtiyaç duymak, kitapsız durmayı hayâl bile edememek, okurken sigara içmemenin kitaba hürmet göstergesi olduğunu bilmek, toz tutan kitapları hususi bir bezle temizlemek, Kitabın sayfasını kıvırmamak ve parmak tükürükleyip sayfa çevirmek… kitapseverlerin anayasasıdır, diyor.
Kitapseverlerin anayasasının olduğunu ilk kez duydum ve aklıma yine telif cinsinden kitap yazmayan ve okumayan üniversite allâmeleriyle modern çakma aydınlar geldi. Acaba bir gün gelir de bu zümrenin de ilim yapma ve kitap okuma anayasası olur mu?
“KAÇ KİTAPÇI İLE SELÂMLAŞIYORUZ”
Talebelerine “Çantanızda mutlaka bir kitap bulunsun” diye tembih eden cerbezeli kitapsever İskender Pala, kapatılmış mücrim bir gazetenin 14 Ocak 2014 tarihli sayısındaki yazısında “Bir yılda kaç kitaba bütçemizden para ayırıyoruz, kaç sahaf veya kitapçı ile selâmlaşıyoruz?” diyerek, kitaba dost olmayanlara kızıyor. Söyledikleri her kitap nuhibbanının “evet” diyeceği sözlerdir.
Ona göre, eskiden matbaa yoktu, kitaplar elle yazılıyor ve çok pahalıydı, kitap azdı ve herkes ulaşamazdı. Bir şehirde bir sahaf var ise o şehrin münevver sayıldığı zamanları, Haçlı seferlerini, Cengiz ve Hülagu akınlarını, Şah İsmail’in Çaldıran’a gelirken yanında getirdiği iki kitap ustasını Yavuz’un eline geçerler diye mağarada sakladığını, savaş meydanından kaçıp giderken de önce onları kaçırdığını düşünmek lâzım. Kitaba ulaşmanın zor olduğu çağlarda değiliz artık. Bir kitabı okuyabilmek için 200 koyun verip satın almak zorunda kalmıyoruz.
Usta haklı. Modern kapitalizmin telkin ettiği tüketim alışkanlıklarından kurtulduğumuzda bütçemizden kitaba para ayırmanın ve kitap alıp okumanın hiç de masraflı bir iş olmadığını anlamış oluruz.
KİRALIK KİTAP OKUYAN BİR KİTAPSEVER
Sessiz bir kitap muhibbi olan Rasim Özdenören “Ben uyumaya, ibadete, nafakamı sağlamak üzere tuttuğum işe nasıl vakit ayırmak zorunluluğunu duyuyorsam, kitap okumaya da bu anlam içinde vakit ayırıyorum. Kafaya koyduğum kitabın rüyasını görürüm. Bütün zevk ve tutkum kitapçıları dolaşmak, kitap satın almak.” diyor. (Kitaba Çağrı, s.313)
Anlattığına göre, ilkokul üçüncü sınıfa geçince kendi parasıyla kitap alıyor. Hazreti Ali’nin Cenkleri serisiyle başlıyor kitap okumaya. Nasrettin Hoca adını taşıyan bir kitabı aldırıyor babasına. Sonra İncili Çavuş, Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre, Leylâ ile Mecnun, Karacaoğlan ve birbirini takip eden hikâyeler serisiyle sürdürüyor okumayı. Orta üçüncü sınıfa kadar (50’lli yılların başı) kitapçılardan kiralık kitap alıp okumaya başlıyor. Kitabına göre geceliği 5 veya 10 kuruştur bir kitabı okumak. Kiralık okuduğu kitapların haddi hesabı yok.
Kitapla ünsiyetinden kısa bir kare aktardığımız bu kitap muhibbanının anlattıkları birçok kitap âşıkının ayniyle yaşadığı gıpta edilecek bir durum. Gelgelelim bugün türü ve sayısı zirveye çıkmış kitap bolluğuna ve sayısı hızla artan kütüphânelere rağmen gençlere üste para verip kitap okutamıyoruz.
“AH ŞU KİTAPLAR! NELER ÇEKTİM NELER CÂNAN ELİNDEN”
Şimdi de aksakal bir âlimin kitapseverliğinden dolayı başına gelenleri ve çektiği tatlı ıstırapları anlatalım. Kitap Postası dergisinin Nisan 2006 sayısında anlattığına göre, ilmî kitapların tiryakisi olan Hayrettin Karaman l956 yılında 22 yaşında Konya İmam Hatip Lisesi birinci sınıfında talebedir ve evlidir. Bir yıl sonra da ilk çocuğu doğar. Maddî sıkıntı daha da artmıştır. Bir câmide vazife yapmakta, fakat maaşı hem karın, hem de kitap açlığını doyurmaya yetmez.
“İkinci eşim” dediği kitaplarına da para ayırmak durumunda.
Bunca ihtiyacı karşılayamazken eşi kitap almasına karşı çıkar. Onu kırmamak için aldığı kitapları bisikletin sepetliğinde saklı tutar. Önce eve girip hanımının meşgul olup olmadığına bakar. Meşgul ise sepetteki kitapları alır, kütüphânenin perdeli kısmına gizler. Daha sonra hanımı ağır bir meşguliyet içindeyken perdeli yerden çıkarıp kitaplar arasındaki yerine yerleştirir. Bir zaman sonra hanımı yeni kitapları fark eder ve aralarında tartışma başlar. Hâsılı, bu niza devam eder gider.
Evde bu istibdadı yaşarken, kitapçıya bir önceki alışverişten borcu olduğundan her zaman çekinerek gitmektedir. Bir gün kitapçıya uğrar ve yeni gelen kitaplardan seçerek alacağını söyler. Veresiye olduğu için kitapçı gönülsüzdür. Az sonra o yörenin kitap kurdu Mustafa Efendi isimli bir hoca gelerek, onun ayırdığı kitapları gözden geçirir ve hepsinin bedelini peşin öder ve alır. Peşin ödendiği için kitapçı itiraz etmez ve paketleyerek verir, ona dönüp bakmaz bile.
Kitapçıdan çıkar, bisikletine biner, hıçkıra hıçkıra ağlayarak vazifeli olduğu câmiye doğru yol alır. Câmiye yaklaşınca hırsını pedallardan alır, gözyaşları ile yanan bağrını soğutmuş olmalı ki câmi girişinde sakinleşir. Hoca bu hüzünlü hâtırasını şu duygulu cümlelerle bitiriyor:
“Ah şu kitaplar! Neler çektim neler cânan elinden.”
“KİTAPLARA TUTKUNLUK YAZGIYA UYMAKTIR”
“Kitap bize açılır, büyür, bizimle yer içer, konuşur. Ne güzel yazgıdır” diyen (Kitaba Çağrı, s.113) şair Mehmet Narlı’nın görüşleri ne kadar da hayatın içinden. Hepimizin az çok yaşadıklarını dile getirmiş:
“Okuyup yazmak ve kitaplara tutkunluk, yazgıya uymaktır. Okumak, dili örüp gelmektir; anlamları, işaretleri, sembolleri örüp gelmektir. Aynı zamanda her eski, yeniyle biçimlenir; her bilinen, öğrenilenle çoğalır; her doğan, ölümü yeniden tazeler. Okuduğumuz hiçbir şey, bütünüyle yeni değil; önceki hiçbir şey, bütünüyle bizden ayrılmış değildir. Bu içiçelik, güven verir bize; doğru yolda olduğumuzu hissettirir. ”
Söyledikleri doğru değil mi? Kitap kurtları böyle düşünür ve böyle yaşamaz mı?
“KİTAPLAR İNSANLARDAN DAHA SAHİCİ CEVAPLAR VERİR”
Seküler zihniyetini paylaşmadığım Enis Batur’un kütüphâneyi, hayatını okumaya, yazmaya adamışlar için bir rahim olarak görmesini, kendini kütüphânede güvencede hissetmesini, kitapların sahici insanlardan daha sahici cevaplar barındırıyorlar demesini hiç yadırgamadım. (Kitaba Çağrı Sınavında İnsan, s. 77)
Derûnumuzu anlatmış. Kitap, kendini okuyanı korur ve kuvvetli kılar. Çünkü kitabın okuyandan bir menfaati yok; hasbîdir. Dolayısıyla kitabın emniyetli bir sığınak olduğunu kıymetini bilen anlar ancak.