Türkistan coğrafyasının manevi atası; Anadolu'nun, Balkanlar'ın manevi fatihi Ahmet Yesevî; Batı Türkistan'ın Çimkent şehrinin Sayram kasabasında doğmuş (1093). Yedi yaşında babasını kaybetmiş. Daha sonra, önce Yesi şehrine sonra da Buhara' ya yerleşir. Burada Şeyh Yusuf Hemedani'ye intisap eder. Tahsilini tamamladıktan sonra tekrar Yesi'ye döner. Pir-i Türkistan diye de bilinen Yesevî 1166 yılında vefat eder.
Ahmet Yesevî ve İmam-ı Maturidi bu milletin İslam şuurunun iki en önemli mimarıdır. Ahmet Yesevî, “kal ehli değil hal ehli”dir (konuşan değil, yaşayan). Tekkesinde; yani mektebinde sadece oturan, konuşan biri değil; hayatın içinde sürekli üreten, insan yetiştiren, halkı eğiten; her yönüyle donattığı alperenleri, gönül sultanlarını dünya coğrafyasına gönderen; Keşmir, Hindistan, K a f k a s l a r , B a l k a n l a r v e A n a d o l u ' n u n İslamlaşmasına öncülük eden AKSİYON ADAMI. Adeta “Gök çadırınız, güneş tuğunuz olsun” deyip, dünyayı avuçlama sevdasıyla yetiştirdiği erenleri, gönül fethine hazırlamış, barış güvercini gibi dünyanın birçok bölgesine uçurmuştur.
Türk-İslam coğrafyasının Manevi Mimarı, bu coğrafyanın ehli sünnet akidesine bağlı kalmasını İmam-ı Maturidi ile sağlamıştır. Mutasavvıf ve irfan ehli Yesevî, Türkleri; Budist, Şamanist, Maniheist, Şii ve İran kültürünün, Rafiziliğin, Moğol Paganizminin baskısından kurtarmış; Sünni İslam'ın Türkler arasında yayılmasına neden olmuştur. Ahmet Yesevî İmam-ı Maturidi ile TÜRK TOPLUMUNUN İSLAM ANLAYIŞINA BİR ÜSLUP KAZANDIRMIŞTIR. Bu üslubu
Anadolu'ya, Balkanlar'a taşıyan bu coğrafyanın e h l i s ü n n e t ç i z g i s i n d e T ü r k l e ş m e s i n i , İslamlaşmasını sağlayan; Yesevî dervişleri, gazileri, erenleri olmuştur.
Yunus'ta, Hacı Bektaş'ta Ahmet Yesevî'yi, Ahmet Yesevî'de de onları görmek mümkün. Çünkü gönül ehli için “Hikmet” ortaktır. Bu üç sultanın şiirleri iç içedir.
Ahmet Yesevî Arapça ve Farsça'yı çok iyi bilmesine rağmen Divan-ı Hikmet'i Türkçe (Çağatay Lehçesi) yazmıştır. Yunus Emre ve Hacı Bektaş da aynı yolu izlemiştir. Halka inmenin yolu halkın dilini kullanmayla olur. Bu gönül sultanlarının yaşadığı toplumun içinde olduğunu gösteriyor. Halkıyla beraber olup Hakk'a yürümek.
Ahmet Yesevî, Hacı Bektaş'ta edep olmuş; insanlara eline, diline, beline sahip olmayı öğütlemiş; Anadolu'da Yunus olmuş köy köy dolaşmış, Balkanlar'da Sarı Saltuk olmuş; önce gönüller, sonra ülkeler fethetmiş.
Yahya Kemal, “Ahmet Yesevî'yi iyi incelemek gerek. Bizim milliyetimiz onda gizlidir.” der. Yesevî ile bugün Türk dünyasının manevi bütünlüğü oluşturulabilir. Yirmi birinci asır bunu bekliyor.
İ R A N Ş O V E N İ Z M İ N İ N , A R A P ASABİYETİNİN, MISIR SELEFİLİĞİNİN BASKISI ALTINDA BULUNAN BU COĞRAFYA TEKRAR MATURİDİ ve YESEVİ RUHUYLA EHLİ SÜNNETİN OMURGASI OLMALI. İSLAM COĞRAFYASI BUGÜN BUNA ÇOK MUHTAÇ.
Türk ve İslam coğrafyası'nın çıkmazı; “iman etmek”teki muradın aksiyon, dinamizm olduğunu akletmemesi. Aklı ötelemesi. “İman etmiş” insanı ataletten, durgunluktan kurtarıp, AKSİYON ADAMI, DAVAADAMI haline getirememesi.
Ahmet Yesevî bir mektep. Edep mektebi, irfan mektebi. Yunus Emre'nin ifadesiyle; “İlme ettim talep, illa edep illa edep.” Tarikat ilminin irfanın özü edeptir.
Ahmet Yesevî'yi tanımaktan, hatırlamaktan murat ne?
Bilgi dünyamızı zenginleştirmek mi? Hayat coğrafyamızı genişletmek mi? Hayır.
Dengesi bozulmuş ruh dünyamızı tamir etmek. Kal ehli değil, hal ehli olmak (konuşan değil, yaşayan) için Yesevî'yi tanımalıyız.
Ülkemizde ve İslam Dünyası'nda DİLİ BİLGİLİ, iyi öten “kal ehli” (sadece konuşan) çok. “Hal ehli (bildiğini yaşayan)” olan çok az. “Hal ehli” olmak; içe, ruha, öze, yaratılış gayemize dönmektir.
Yesevî, “hal ehli” (İslam'ı ruhunda yaşayan) insanlar yetiştiren bir mektep kurdu. Divan-ı Hikmet'indeki ruhu olgunlaştıran, nefsi dizginleyen, yaratılanı Yaradan'dan dolayı seven, insanı aziz bilen dizeleriyle halkı eğitmiştir. “Hikmet”in talibi olmak; hakikatin, aklın, idrakın talibi olmaktır. Zira, hikmet ve hakikat çizgisinde “değeri” olmayan insan değersizdir. Tüm değerlerin de kaynağı Mutlak Hakikat ve sünnettir.
Allah'a kul, peygambere ümmet olma Ahmet Yesevî'de bir aşktır, vecdir, sabırdır, şükürdür, gıdadır, keyiftir.
Yesevî, halkın ve hayatın içindedir. Tasavvuf ehlinin muhakkak bir mesleği, bir işi olmalı. Kendi emeğinin ekmeğini yemeli, der. Kendisi de tahtadan kaşık, kepçe yontar onunla geçimini sağlardı. Bir dörtlüğünde:
“Gönül vermez dünyaya,
El uzatmaz harama,
Hakkı seven aşıklar
Helalinden yemişler.”der
Gönül eri Yesevî, alçak gönüllülüğü de:
“İnsan odur, fakir olup yolda yatsa,
Toprak gibi alem halkı basıp geçse.” dizeleriyle ifade eder.
Peygamberimiz (s.a.s) buyurur ki; “Ülemanın şerlisi ümeranın ayağına gidendir. Ümeranın hayırlısı ülemanın ayağına gidendir.”
Yesevî devlet adamlarına yakın olmamış, onlardan gelen altınların (Sultan Sencer gibi) tamamını fakirlere dağıtmıştır. Gerçek aşıkların serveti olmaz. Onlar, her ne bulursa olanı halka verir. Gönül erleri infak etmenin gerçek özgürlük olduğuna inanır.
Peygamberlerin gerçek varisleri gönül sultanlarından biri olan Ahmet Yesevî'yi rahmetle anıyoruz.