Faydasız kitap okumak                                             

Ahmet Doğan İlbey

Okumak güzel ve faydalı. Âmenna! Fakat okuduğumuz kitap bize kendi medeniyet ve irfanımız istikametinde şuur vermeli. Şuur vermiyor, vakit öldürmeye yarıyorsa o kitabı okumamalı. Okuduğumuz kitap hem hikmet ve fikir sahibi kılmalı, hem de davranışımızı ve ahlâkımızı değiştirmelidir.

 

Modern zihniyetin ürettiği kötü kitaplar da var. Faydasız, laklak kabilinden ve malâyânî kitaplar bunlar… Okuduğumuz kitap hem çapımıza uygun olmalı. Altından kalkamayacağımız kitapları okumak beyhude bir uğraştır.                    

 

Zihninde binlerce kitap taşıyan bir insan kendi irfanına mensubiyet şuuru ve bilgisi taşımıyorsa okuduğu kitapları boşuna okumuştur. Okuduğumuz kitaplar bizi zihin ve kalp selâmetine götürmüyor yük olarak kalıyorsa, kuru bilgiden şuura dönüştürmüyorsa dimağımızda hamallık ettirdiğimiz kocaman yük olarak kalır.

 

Modern Batı’da başlayıp bize de bulaşmaya başlayan “çok kitap okuma hastalığı” faydasız kitap okumanın diğer adıdır. Öyle bir modern dalga geliyor ki mensubiyetimize ve hz. insan oluşumuza bir hizmeti olmayan lüzumsuz kitaplar salgın hâlinde yaygınlaşıyor.                                                                      

KALP VE DİMAĞ KİTAPLARLA DA KİRLENEBİLİR 

Maalesef en çok da üniversitelilerin içinde olduğu şuursuz gençlik kitlesi, sözde “çok okuyun” nasihatine yanlış tarafından riayet ederek faydasız kitap okuma kirliliğinden zehirlenebilir. Faydasız ve malâyanî çok kitap okumanın, okuyanı ahmak ve budala yapma ihtimali de var. 

 

Şeyh Sâdî-i Şirazi (1210- 1291) “Bostan ve Gülistan” ında faydasız çok kitap okuyanlara nasihat ediyor. Bu zâta göre bir kişi ne kadar okursa okusun, ne kadar bilgi edinirsen edin, ilmine yakışır şekilde yaşamıyor ve tefekkür etmiyorsa câhildir, diyor. Hattâ böylelerine “Kitap yüklü merkep…” diyerek aşağılıyor.

 

Demek istiyor ki, kitabın sunduğu ilmi ve fikri dimağa depolamak kâfi değil, önemli olan okunan kitapların işaret ettiği istikamette olgunlaşmış bir şahsiyet olmak. Aksi hâlde davranış ve düşünceye istikamet vermeyen kitap okumak kuru bir hamallık ve faydasız bir yorgunluktan başka bir şey değildir.

 

Tecrübeli bir kitap tiryakisi olan İbrahim Ünal “Kitap Tiryakiliği” eserinde faydasız kitap okumanın mahzurlarını da anlatıyor ve hülâsa olarak diyor ki:  Okuma, çok kitapla değil, sindirilen kitapla gayesine ulaşır. Bir samimi dost, birçok tanıdıktan iyi olduğu gibi, bir iyi kitap birçok malâyânî kitaptan faydalıdır. Çok kitabı azar azar okumaktansa, az kitabı çok çok okumalı.              

Kendi İrfanımızdan, edebiyatımızdan bilgi ve şifa vermeyen lâ-dinî modern anlayışın ürünü kitaplar zihnî rahatsızlıkların ürünüdür. Modern düşüncenin arzu ve tutkularını telkin ediyor bu tür kitaplar.

 

Âmâ üstadım Cemil Meriç, “Kitapları dolduran senin kafan, senin gönlün” derken bunu söylüyordu. Freud, Darwin ve Nietzche’nin kitapları birer hastalık mahsulüdür, Montaigne'nin “Denemeler” ine bir aldatmaca, Tolstoy'un “Savaş ve Barış” kitabına aristokrat sınıfın enaniyet ve kuvvet gösterisi, Sekspir’in Hamlet’i için “annesini öldüren bir adamın sapkın yüzüdür” diyordu.                                                                                                                               

“KİTAP, ADAMI BESLEMEZSE BİLGİLERİN YAĞIYLA ŞİŞKOLAŞTIRIR”

“Ayaklı kütüphâne” sıfatına imrenir ve bir övünç hitabı olarak çok kitap okuyan ve çok kitabı olan şahsiyetler için kullanırız. Faydasız kitap okumak yönünden baktığımızda fikirsiz ve ilimsiz, makineye dönüşmüş bir insanda “ayaklı kütüphâne” sıfatı (bu sıfatın hakkını veren hafız-ı kütüb olanlar istisnadır) ehven düşebiliyor.

 

Peyami Safa, “Eğitim Gençlik Üniversite / Objektif-3” kitabındaki” Okuyucu Olmak Sanatı” yazısında “Ayaklı kütüphâne” denilen adamların lehinde ve aleyhinde çok şey söylediğini yazıyor. Yâni değerli yönlerinin olduğu gibi, ilim ve fikir cihetiyle hiçbir behresi olmayan ayaklı kütüphâneler de var, demeye getiriyor. 

 

Ona göre, bu tiplerin kafasında “Kitap midede öğütülen ekmek gibi değil, ambarda bekleyen buğday gibi durur. Nasıl konmuşsa öyledir. Kana ve hayatına karışmamıştır. Onların bilgileriyle zekâları arasındaki münasebet, bir kitapla bir kütüphânenin raf tahtası arasındaki münasebetin aynısıdır; biri ötekinin üstüne binmekle kalır. Kitap, adamı beslemezse şişirir, bilgilerin yağıyla şişmanlatır. Bu adamların mânevî bünyelerinde fikirden ziyade semen(yağlılık) bulunan mahlûklardır; ilmin şişkolarıdır…”    

“ÇOK KİTAP OKUMA, BİR KİTABI ÇOK OKU”                                       

“Çok kitap okuma, bir kitabı çok oku!” diyen okumanın ustalarından Dücane Cündioğlu’nun 2005’de “Simurg Grubu”nda yazdığı şu çarpıcı satırları, okuma tiryakisi olanlar başucunda bulundurup ara sıra okumalı, derim: 

“Çok okumak denilince, bugün artık insanımızın aklına ‘çok kitap okumak’ geliyor. Geleneksel eğitim sisteminde çok okumak marifet değildi; bilakis marifet, bir kitabı çok okumaktı; yâni çok kitap okumak değil, bir metni adam gibi okumaktı! Kitapların sayısı çoğalınca, bilgi tâlipleri işbu çoğalan kitapları okudukları takdirde, hattâ ne kadar çok kitap okuyabilirlerse o kadar bileceklerini sandılar. Fakat gerçekte maksat hâsıl olmadı. Çünkü bilgi tâliplerinin ilmi artmadı, malûmatı çoğaldı. Çok kitap okudular ve fakat kitapları ya bir kez ya da en fazla iki kez okudular. Çok metni bir kez okumak yerine bir metni çok oku ya da mümkünse bir ustayla birlikte bir kez ve fakat adam gibi oku!” 

Velhâsıl, kalp ve dimağımızın arı duru olması için iyi kitaplarla birlikte insanı ve hayatı da okumak lâzım. 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.