İslam, Müslümanlara ifrat ve tefritten uzak bir düşünce sistemini ve hayat tarzını emreder. Yani Allah, dininin gönderildiği gibi yaşanmasını ister. Uçlara kaymak, bu dini ana mihrakından çıkarır. Tabiatını değiştirir. Bundan dolayı istikamet/dosdoğru olmak, gerek ihmalkarlığa gerekse aşırılığa sürüklenmemek için çok önemlidir.
Konumuza başlık yaptığımız ayete dönecek olursak: “O halde sen (Rasulüm!) beraberindeki tevbe edenlerle birlikte, sana emredildiği gibi, istikamet üzere (dosdoğru) ol. Aşırı gitmeyin (asla ilahi hududun dışına çıkmayın). Çünkü O, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.” (Hud; 112) buyuran Yüce Allah, adeta ana hatlarıyla şunların altını çiziyor: “Sen her hususta doğruluk ile emrolunmuş bulunuyorsun. Senin her işte Kur’an’da emrolunduğun gibi, sıratı müstakim üzere tam bir doğrulukla hareket etmen ve her hususta, aldığın vahye uyman, Kur’an ahlakı ve ahkamı uyarınca hareket edip bilfiil canlı bir doğruluk örneği olman gerekmektedir. Doğruluğun ve dürüstlüğün senin peygamberliğine ve başarılı olmana en büyük delil ve belge olacaktır.
Bundan dolayı sen, sana karşı çıkanların laflarına bakma, onları Allah’a havale et de gerek mü’minlerle müşterek olan inanç ve amele ilişkin genel görevlerinde, gerek özellikle peygamberlik görevleriyle ilgili olarak yalnızca sana ait olan özel görevlerinde tam emrolunduğun gibi, hakkıyla doğru ol ve doğruluktan ayrılma.”
Bu ifadelerden de anlıyoruz ki, dosdoğru olmak, istikamet üzere bulunmak, Kur’an’ın ortaya koyduğu doğruları hayat haline getirmekle mümkündür. Resulullah, bu emir doğrultusunda adeta “Yaşayan Kur’an”, başka bir ifade ile “Kur’an’ın ete kemiğe bürünmüş şekli” olarak bizler için “numunei imtisal” olmuştur. Bu gerçekler bize açıkça haykırıyor ki, Ey Müslüman! Doğruluğu, beşeri ideolojilerde arama. Vahyin ışıklarından beslenmeyen akıllar, doğruyu bulmada yanılgıya düşerler. Doğruyu Allah’ın Kitabı ve Kitab’ın kendisinde bedenlendiği Peygamberinde bulabilirsin. Bu doğrunun adı da "Sıratı müstakim”dir. Günde kırk defa namazlarında okuduğun Fatiha’da “ihdina’s sırada’l müstakim/dosdoğru yola ilet” diye Allah’tan istekte bulunmana rağmen, İslam dışı dünya görüşlerinden ve hayat tarzlarından medet uman, onların peşine takılman nasıl izah edilebilir? Bu anlayışı, mü’minlik iddianın neresine koyuyorsun?
Abdullah b. Abbas demiştir ki: “Kur’an’ın içinde Rasulullah (s.a.s)’a bu ayetten (Hud; 112) daha ağır ve daha çetin bir ayet nazil olmamıştır. Bunun içindir ki, Efendimiz ‘Hud suresi beni ihtiyarlattı’ buyurmuştur.” Demek ki, Hakk’a ulaşabilmek için istikametten/dosdoğru olmaktan başka yol olmadığı gibi, her hususta istikamet kadar yüksek bir makam ve onun kadar zor bir emir yoktur. Bununla beraber şu kadarını hatırlatmalıyız ki, bu ayette Rasulullah’a (sas) “Beni ihtiyarlattı” dedirtecek kadar zor gelen nokta, istikamet emrinin asıl kendisiyle ilgili kısmından ziyade, ümmetiyle ilgili kısmıdır. Çünkü ayetin devamında buyruluyor ki: “beraberindeki tevbe edenlerle birlikte.” Yani şirkten tevbe edip de imanda seninle beraber bulunan, Müslüman olan herkes de tıpkı senin gibi dosdoğru olsun. “Ve azmayın” yani Allah’ın tayin ettiği sınırı aşıp da onun dışına çıkmayın, doğruluktan ayrılıp da ifrat veya tefrite sapmayın, aşırı gitmeyin ey Müslümanlar! şeklinde Yüce Allah uyarıda bulunmaktadır.
Kısaca, istikamet üzere olmak ve müstakim kalabilmek, Ali İmran suresi 103. ayeti gereği “Allah’ın ipine topluca sımsıkı sarılmakla” mümkündür. Ne mutlu “İşte bu (İslâm), dosdoğru yolumdur. O halde ona uyun, (başka) yollara uymayın ki (bunlar) sizi Allah’ın yolundan ayırmasın. İşte ‘Allah, emirlerine uygun yaşayıp kötülüklerden sakınasınız’ diye size bunları emretti” (En’am; 153) İlahi emrine kulak verip istikamet üzere olanlara.