Covid-19 salgını sürecinde en çok tartışma konusu olanlardan birisi, işçiler ve işverenlerin hukuki hakları oldu.
Av. Uğur Uzun ve Av. Görkem Alyanak, bu süreçte işçiler ve işverenlerin karşılaşabilecekleri olası hukuki çatışmazlıkları 16 soru ve cevapta bir makalede topladı. Makalede, işçiden kaynaklanan zorlayıcı sebeple işyerine gidilemezse, 21 Mart 2020 itibariyle uygulanan sokağa çıkma yasağı nedeniyle 65 yaş üstü ve kronik rahatsızlığı olan işçiler işyerine gitmezse, Pandemi döneminde işçinin yıllık izni yoksa gelecekteki hak kazanacağı yıllık izinleri işveren işçiye avans olarak kullandırabilir mi, işçiye uzun süreli ücretsiz izin dilekçesi imzalatmaya çalışmak işçi için haklı sebep olur mu, kısa çalışma ödeneğinin altında yatan zorlayıcı sebeplerle işçinin fesih imkânı var mıdır, salgından dolayı kapalı olan işyerleri kira sözleşmesi fesih edilmeden kira ödeme borcundan tamamen ya da kısmen kurtulabilir mi, işveren bu dönemde işçilere yapılacak ödemeleri geciktirebilir mi, seyahat engeli, şehirlere giriş/çıkış yasağı nedeniyle şantiyeye gelemeyen işçinin iş akdi zorlayıcı sebep nedeniyle işveren veya işçi tarafından fesih edilebilir mi gibi merak edilen soruların yanıtlarını bulabileceksiniz.
COVİD-19 SALGINININ İŞ AKTİNE ETKİLERİ
Dünyada ilk olarak Çin’in Wuhan kentinde görülüp ardından büyük bir hızla dünyaya yayılan ve dünya genelinde birçok can kaybına, ekonomik buhrana, eğitim, sağlık, adalet gibi devletlerin yapı taşlarının olumsuz anlamda etkilenmesine sebep olan Covid-19 virüsü şüphesiz ki günümüzün en çok konuşulan konusu haline gelmiştir. Dolayısıyla bu yöndeki uygulamanın hukuki boyutlarının etkisi gündemdedir. Bu bağlamda ilgili mevzuatlar ışığında ve daha iyi anlaşılması bakımından soru-cevap / örnekleme metodu ile bu çalışmayı sizlere sunuyoruz.
Öncelikle belirtmek gerekir ki hukukumuz açısından baktığımızda pandemi ile ilgili olarak açık bir düzenleme İş Kanunumuzda bulunmamaktadır. Bu durumla ilgili olarak kanunumuzda Zorlayıcı Sebebe ilişkin düzenlemeler bulunmaktadır. (İş Kanunu Md 24/3 – 25/3 -40) Bunun için öncelikle salgın hastalığın “mücbir sebep” olarak kabul edilip edilmediğini irdelemek gerekmektedir. Mücbir sebebin varlığına ilişkin olarak Yargıtay’ın daha önce verdiği kararlarında mücbir sebebin geniş tanımı şu şekilde yapılmıştır: ‘Bir sorumluluğun yerine getirilmesini veya bir hakkın, hukuksal imkânın, kanuni bir avantajın kullanılmasını veya talep edilmesini kısmen/tamamen, geçici/daimi suretle engelleyen bu niteliği dolayısıyla sorumluluğu kaldıran veya yerine getirilme süresini ve vadesini geciktiren veya sorumluluğun niteliğini değiştiren bir hakkın, hukuksal imkânın, kanuni bir avantajın kullanılmasına ilişkin sürelerin yeniden tanınmasını sürelerin uzatılmasını, eski hale iade edilmesini gerekli ve zorunlu kılan kişinin önceden beklemediği, öngöremeyeceği ve tahmin edemeyeceği beklese ve tahmin etse bile kişilerin alabilecekleri her türlü tedbire rağmen meydana gelmesini engelleyemeyeceği kişilerin tedbir alma ve ihmalde bulunmama yükümlülüklerini aşan nitelikte ve ağırlıkta olan dıştan gelen olağan dışı mutat ve devamlı olanın dışında gerçekleşen bir olay, olgu veya durumdur.’
Hukukumuzda ‘mücbir sebep’ kavramı ile ‘umulmayan hal’ kavramı karıştırılabilir fakat bu iki kavram birbirinden farklı niteliklere sahip olduğu bilinmelidir. Bir olayın mücbir sebep sayılabilmesi için zorunlu veya zorlayıcı bir olay gerçekleşmiş olmalıdır. Ayrıca mücbir sebep ile normun veya sözleşmenin ihlali arasında uygun illiyet bağı bulunmalıdır. Beklenmeyen hal durumunda ise genellikle işletme faaliyetinden yani çoğunlukla borçluya özgü bir durumdan doğmaktadır. Kısaca söyleyebiliriz ki mücbir sebep objektif bir durum iken beklenmeyen hal daha çok sübjektif niteliği taşımaktadır. Sözleşme özelinde bu durumların hangisinin niteliklerini taşıyıp taşımadığı ayrıca değerlendirilmelidir. İçinde bulunduğumuz durumun mücbir sebep hali olup olmadığı durumunu değerlendirecek olursak pandeminin bütün dünyayı etkisi altına aldığı, ticaret hayatında gerek yasal gerekse mecburiyetlerden kaynaklanan çeşitli kısıtlamaların ortaya çıktığı açıktır. Bu kadar yaygın olan salgının kuşkusuz işin niteliğine ve özelliğine göre dikkate alınmak koşuluyla mücbir sebep olarak nitelendirebileceğimizi söylememiz gerekmektedir.
İçinde bulunduğumuz durumu Mücbir Sebep olarak nitelendirdiğimizde sözleşmeye etkisi ne olacaktır? Bunun en önemli etkisi kuşkusuz borçlunun, borca aykırılıktan kural olarak sorumlu tutulmaması olacaktır. Covid-19 pandemisini mücbir sebep olarak nitelendiriyorsak ve bu sebep dolayısıyla borçlu, borca aykırılık davranışında bulunuyorsa kural olarak borca aykırılıktan sorumlu tutulmayacaktır. Dikkat etmemiz gereken diğer bir konu ise sözleşmede özel bir mücbir sebep düzenlemesine yer verilmiş olup olmadığı hususudur. Eğer mücbir sebebin ortaya çıkmasından önce sözleşmeye aykırılık hali mevcutsa yani kusur ile sözleşmeye aykırılık durumu varsa mücbir sebebin arkasına saklanmak mümkün olmayacaktır.
Salgının hukukumuza etkisini düşündüğümüzde akla ‘İfa İmkânsızlığı - Kısmi İfa İmkânsızlığı’ (TBK Madde 136-137) gelebilmektedir. Buna göre Yargıtay tarafından kabul edilen görüş para borçları bakımından ifa imkânsızlığının söz konusu olmayacağıdır. Ayrıca ifa imkânsızlığı sürekli imkânsızlık halidir.
Bununla birlikte ifa imkânsızlığının tam olmadığı durumlarda yani Covid-19 pandemisi mücbir sebep olarak nitelendirilemeyeceği sözleşmelerde ‘Aşırı İfa Güçlüğü’nden söz etmek gerekmektedir. Buna ilişkin birçok sözleşme bakımından karşımıza çıkan en önemli sonuçlarından birisi bu maddedir diyebiliriz. Türk Borçlar Kanunu’nun 138. maddesi uyarınca; sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi beklenmeyen olağanüstü bir durumun ortaya çıkması, bu durumun borçludan kaynaklanmamış olması, sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirmiş olması ve borçlunun borcunu henüz ifa etmemiş veya aşırı ifa güçlüğünden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olması halinde borçlu, hâkimden sözleşmenin değişen şartlara uygun şekilde yeniden uyarlanmasını isteyebiliriz. (Örneğin bedel indirimi, ifa yeri, ifa şeklinin değiştirilmesini isteyebiliriz.) Eğer bu mümkün değilse sözleşmeden dönme mümkündür. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.
Haklı sebep olmaksızın sözleşme tek taraflı olarak fesih edilirse bu durumdan dolayı meydana gelecek sonuçlar sorumluluk doğuracaktır. Dolayısıyla karşı tarafın uğradığı zararı tazmin yükümlülüğü ortaya çıkar. Bu durumda ani edimli borç ilişkilerinde Sözleşmeden Dönme; sürekli edimli borç ilişkileri bakımından Sözleşmenin Feshi Covid-19 pandemisi sebebiyle haklı sebep oluşturduğu için durumun niteliğine göre başvurabileceğimiz hukuki araçlar olarak karşımıza çıkmaktadır.