1959 yılında başlayan ve hiç de bitecekmiş gibi görünmeyen AB’ye tam üyelik mücadelemiz için 3 Ekim 2005 tarihinin ayrı bir yeri var. Bu tarihte Türkiye ve Hırvatistan'la katılım müzakerelerinin başlatılmasıyla birlikte Avrupa Birliği'nin genişleme sürecinde önemli bir adım atılmıştır. Yıllar süren hazırlık çalışmalarının ardından iki aday, katılım sürecinin sonraki aşamasına resmen geçmiştir.
Müzakereler müktesebat olarak bilinen AB yasaları bütününün benimsenmesi ve uygulanmasıyla ilgilidir. Müktesebat 35 başlık altında gruplanmış yaklaşık 130.000 sayfadan oluşmakta ve AB'ye Üye Ülkelerin uyması gereken kuralları ortaya koymaktadır.
Bir aday ülke olarak Türkiye'nin, mevzuatının önemli bir kısmını AB yasalarına uygun hale getirmesi gerekmektedir. Bu da, çevreden yargı sistemine, ulaştırmadan tarıma ülkedeki bütün sektörleri ve halkın tümünü etkileyecek temel toplumsal değişikliklerin yapılması anlamına gelmektedir. İşte tam da burada Avrupa halklarıyla aramızdaki dini, sosyal ve kültürel farkların bu yapısal değişikliklere nasıl tepki vereceği sorusu karşımıza çıkmaktadır.
Öte yandan aday ülke müktesebatın kendisini "müzakere" etmez, çünkü bu "kuralların" aday ülke tarafından tamamen kabul edilmesi gerekmektedir. Müzakere süreci müktesebatın uyumlu hale getirilmesi ve uygulanmasına ilişkin koşullar üzerinde yürütülmektedir, başka bir ifadeyle bu kuralların nasıl ve ne zaman uygulanacağı müzakere edilmektedir. Bu sebeple katılım müzakereleri klasik anlamda müzakere olarak kabul edilmemektedir. Bu durum da yukarıda bahsettiğimiz, bize Avrupalı gömleğini zorla giydirme teşebbüsünün nasıl sonuçlar doğuracağı sorusunun cevapsız kaldığı noktalardan biridir.
Üye Ülke olabilmek için aday ülkenin hem ulusal hem de bölgesel düzeyde kurumlarını, yönetim kapasitesini, idari ve yargı sistemini AB standartlarına yükseltmesi gerekmektedir. Bu süreç, aday ülkenin katılımın gerçekleşmesi halinde müktesebatı daha etkili bir şekilde uygulayabilmesini sağlamakta ve gerektiğinde katılım öncesi dönemde müktesebatın daha etkili uygulanabilmesine imkan vermektedir. Bunun için verimli ve tarafsız bir şekilde sunulan kamu hizmetlerinin yanı sıra bağımsız ve etkin çalışan bir yargı sistemi üzerine inşa edilmiş sağlıklı işleyen ve istikrarlı bir kamu idaresinin bulunması gereklidir.
Müzakereler Üye Devletler ile Türkiye arasında, hükümetler arası konferanslarda gerçekleştirilmekte olup bunlara “Katılım Konferansları” adı verilmektedir.
AB Üyesi Ülkeler Türkiye’ye herhangi bir konudaki ortak görüşlerini sunmadan önce, bu konuları AB Bakanlar Konseyi’nde görüşür. Tüm kararlar oy birliği ile alınmaktadır.
Bakanlar Konseyi (her Üye Devletten birer temsilci) AB nezdinde ana aktör ve karar vericidir. Konseyin Dönem Başkanı toplantılara başkanlık eder ve Türkiye ile iletişimi sağlar.
Türkiye, Katılım Konferansı’nda Baş Müzakereci tarafından temsil edilmektedir. Brüksel’de, günlük iletişim ve etkileşimler Türkiye Büyükelçisi başkanlığında yürütülen AB Daimi Temsilciliği tarafından sağlanır.
“Antlaşmaların Koruyucusu” statüsüne sahip olan Avrupa Komisyonu müzakere sürecinde teknik destek sağlamasının yanı sıra kolaylaştırıcı rolü de oynar. Komisyon içerisindeki çalışmalar Genişleme Genel Müdürlüğü tarafından koordine edilir.
Avrupa Parlamentosu müzakere sürecinde düzenli olarak bilgilendirilmekte olup sonucunda yapılacak katılım antlaşması Parlamento’nun onayına tabidir.
Bir diğer önemli aktör de kamuoyudur. Bazı ülkelerde Katılım Antlaşmasının nihai onayı referanduma tabidir. Referandum gerekse de gerekmese de kamuoyu göz önünde bulundurulan önemli bir siyasal etkendir. Komisyon tarafların birbirleri hakkındaki bilgilerini arttırmak ve karşılaşılan sorunları tartışmak üzere, AB ile aday ülkelerin sivil toplumları arasında diyaloğu güçlendirecek bir Sivil Toplum Diyaloğu programı başlatmıştır.
Avrupa Birliği Müktesebatını teşkil eden 130.000 sayfa 35 Fasıla bölünmüş olup sürekli yeni kurallar ve yönetmelikler geliştirildiği için durmadan evirilmektedir.
İçerik bakımından müktesebat şunları içermektedir:
- AB’nin temeli olan Antlaşmaların içerikleri, ilkeleri ve siyasi hedefleri;
- Antlaşmalara göre kabul edilmiş olan mevzuat ile Adalet Divanı içtihadı;
- Yasal bağlayıcılığına bakılmaksızın Birlik kapsamında kabul edilmiş olan örneğin kuruluşlar arası anlaşmalar, kararlar, beyanlar, tavsiye kararları ve kılavuzlar gibi diğer yasal belgeler;
- Ortak dışişleri ve güvenlik politikası çerçevesinde ortak eylemler, ortak tutumlar, beyanlar, sonuçlar ve diğer faaliyetler;
- Adalet ve içişleri çerçevesinde ortak eylemler, ortak tutumlar, beyanlar, sonuçlar ve üzerinde mutabık kalınan diğer eylemler;
- Topluluklar, Üye Devletler ile birlikte Topluluklar, AB tarafından veya AB faaliyetlerine ilişkin Üye Devletlerin kendi aralarında imzaladıkları uluslararası sözleşmeler.
AB katılım müzakerelerinin 35 faslı şunlardır:
1) Malların Serbest Dolaşımı
2) İşçilerin Serbest Dolaşımı
3) İş Kurma Hakkı ve Hizmet Sunumu Serbestisi
4) Sermayenin Serbest Dolaşımı
5) Kamu Alımları
6) Şirketler Hukuku
7) Fikri Mülkiyet Hukuku
8) Rekabet Politikası
9) Mali Hizmetler
10) Bilgi Toplumu ve Medya
11) Tarım ve Kırsal Kalkınma
12) Gıda Güvenliği, Veterinerlik ve Bitki Sağlığı
13) Balıkçılık
14) Taşımacılık Politikası
15) Enerji
16) Vergilendirme
17) Ekonomik ve Parasal Politika
18) İstatistik
19) Sosyal Politika ve İstihdam
20) İşletme ve Sanayi Politikası
21) Trans-Avrupa Ağları
22) Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu
23) Yargı ve Temel Haklar
24) Adalet, Özgürlük ve Güvenlik
25) Bilim ve Araştırma
26) Eğitim ve Kültür
27) Çevre
28) Tüketicinin ve Sağlığın Korunması
29) Gümrük Birliği
30) Dış İlişkiler
31) Dış, Güvenlik ve Savunma Politikası
32) Mali Kontrol
33) Mali ve Bütçesel Hükümler
34) Kurumlar
35) Diğer Konular
Bu sayılanlar çerçevesinde bakıldığında Türkiye’nin bitmeyen sevdasına kavuşmasına, üzerine düşen ödevleri yerine getirme anlamında çok da kalmadığı görülmekte. Gerçi işin sonunda bir 35 fasıl daha açılmayacağının garantisini veren de yok. Ancak bu uzun ve stres yüklü yolda kazanılanların yanında kaybedilenleri de unutmamak gerekiyor. Diğer taraftan sürecin tam üyelikle sonuçlanmasının da pek mümkün olmayacağı ve hatta AB’nin istikbalinin dahi olumsuz görüldüğü şu günlerde dağılmayla sonuçlanacak bir durumun oluşabileceği ihtimali de hayli kuvvetli.
Son 14 yılını AB uyum yasaları ve müktesebat yolunda yenilikler ve değişikliklerle harcayan ülkemizin bu işten kazanımı ne olacak, doğrusu çok merak ediyorum. Zira bize giydirilmeye çalışılan bu gömlek, ya yırtılacak, ya da biz yırtılacağız.
Selam ve dua ile…