“Amerikan saatine göre uyuyan Türk münevveri…”

Ahmet Doğan İlbey

Daha önce yazdığımı bir daha yazayım: “İyi yazı” dan maksat, dünya işi de olsa, lisân-ı hâlimizi ve yazıya geçirilmesinden fayda hâsıl olacak olan edebî, fikrî ve ilmî mevzuları en sanatkarâne üslûpla yazmaktır. Âlimanın, şairlerin ve ediplerin vasıflarından olan “İyi yazı”, bedî bir vasıta olarak münevverin hüsn-i telâkkisini artırdığı gibi sâde okuyucuların da daha çok okumasına vesile olur. “İyi yazı” bir şuurdur, fakîri cezbe hâline sokar, tutup elimden edebî ve fikrî hayâllerin âlemine götürür.

 

Yazının, takır tukur sesler çıkaran, edebî heyecan ve ahengi olmayan mânasız kuru ve donuk kelimeler yığınına dönüştüğü bir zamanda “İyi yazı” ya örnek bir yazı yazmış şair Memduh Atalay. 

 

İyi yazının unsurlarından sayılan bir şahıs veya eşhası, hâdiseleri “ağyarı mâni, efradını cami” bir târif ve keşifle anlatıp üsluba çekmek, mevzuun kahramanları her kimse onun ve diğerlerinin derûnunu ve meşreblerini bir ruh mütehassısı gibi bedii teşhislerle ortaya koymaktır. Şair Memduh Atalay, Yoldaki Kalemler dergisinde böyle bir yazı yazmış ki erbabının bedii bir keyifle okuyacağı kanaatindeyim: 

 

“Kalbinden her saniye yüzlerce turna havalandığını ve turnaların her birinin bir türküye konu olduğunu bilenlerdenim. Ancak bizi müşküle düşüren onun dünyasında turnadan çaya, dernekten saza, türküden şiire aynı anlamların dışında bir anlam dünyasına sahip olmasıdır. Bu anlam dünyası henüz açıklanamadıysa her an ‘budur’ dediğimizde ‘bağlam’ yardımıyla bambaşka bir yere götürebileceğindendir.

 

Elbette şifreleri meçhulümüz değil. Fakat sayılarda bile Abinin ‘bağlamı’ geçerli olduğu için soyut ve kavramsal düzeyde insan büsbütün zorda kalıyor. Mesela ikiyi bir sayan bir matematiği vardır. ‘Bir hocam’ adlandırmasında Bir’in iki olduğu takipçilerinin meçhulü değil. Zaman olur ki bir hocamızdır kaynağı zaman olur ki öbür hocamızdır. Fikirde ‘Ali’ olunca hâlde de bağlamına göre ‘Muzaffer’ olabilir.

 

Biz fakir takipçileri Abinin hangi kaynağa bağlı olduğunu tam belirleyemeyiz. Ancak yazılarını ‘ALİ’ mahlasıyla yazması bir ipucu verse de mutlaka ‘bağlamında’ ele alındığında farklı bir anlam çıkabilir. ‘Benim yazılarım Muzaffer bir ruhun yazıları’ bağlamıyla hocalarımız karışabilir. Matematiğin bile anlayamayacağı Bir’in iki oluşu veya ikinin bir oluşu mevzu da göstermektedir ki esrarengiz bir insanla karşı karşıyayız.

 

Bir şifresi de ‘Ateş dilli kelamcı’ sıfatıyla maruf İsmail’dir ki burada da müşküllerle karşılaşırız. İsmail imanla irtibatı olan bir öfke taşır ama ‘Kemalist Cumhuriyet’ yazılarından biliriz ki Kemalizm’in, Abileyin bir hasmı cumhuriyet tarihinde görülmemiştir. Bu ateş dillilik yazılarını takip edenlerce de bilinen inkârı kabil olmayan bir husustur.

 

Hatta bu satırların yazarı ve dahi başka eşhas hayrette kalmaktadır ki beşeri münasebetlerde bu kadar ince ve naif bir adamdan bu satırlar nasıl sudur etmektedir? ‘Hayat bilgisi’ hususunda alabildiğine ince metotlara sahip olan Abinin ‘Bir hocam’ düzeyinde ikazlara rağmen dilinin ateşini dinlendirmek bir yana daha da artırdığı ayrı bir vakıa olarak kayda değer. Hatta ‘Bir hocamın’ bile artık modası geçen Kemalizm yazılarından başka alanlardaki yazıları beğendiği çoğu dost meclisi yazıları olan ‘Ek yazılara’ baktığı da rivayetler arasında.

 

Her hâlükârda Abi gibi bir insanın bile hâlâ öfkesi dinmediyse Kemalist Cumhuriyetin kurucu kadrosu da, bugünkü takipçileri de cidden Esfeli Safilinde demek mümkündür. İnsanın zaman zaman şaşırdığı nokta başkaları ile ilgili adlandırmalarının aslında kendisine bakan bir yönünün olmasıdır.

 

Abinin bir diğer özelliği ‘refakçılığı’ dır .Hastane ve hekim bilgisi çok eskilere dayanır. Hastane personeli ile ahbaplık kurmak, çay içilecek yakın bir yer bulmak, aynı zamanda hastayı ihmal etmemek sıradan şeylerdir ama Abi bunları kendine has metotları ile yapar ki refakatçılığı sırasında dost olduğu hastalar, hekimler, hasta yakınları, hemşireler  bile hastalıklarına üzülmekten mesai yorgunluğuna hayıflanmaktan ziyade Abiyle tanışmanın kazanımı ile sevinirler.

 

Bu satırın yazarı bizzat bir refakat sırasında Erdal Sarı diye şimdi imam olan öğrencimin Abiyle tanışıp Abiden cumhuriyetin ettikleri ile ilgili mini bir seminer dinlediğine şahidim. Hekimliği ise ayrı bir bahis konusudur. Abiye göre iyi hekim ancak ‘Haklısınız …Bey, sizin teşhisiniz çerçevesinde izninizle diyebilirim ki…’ diye başlayan hekimlerdir.

 

Sevdiği, gönlüne koyduğu her eşya, her varlık, her insan gibi onun hastalığı da bu gönül koruyuculuğundan, Abiye özgü olmaktan nasibini alır. Denebilir ki hekimlerin Abiden olur almamalarının nedeni hastalığı tıp literatüründeki hastalıkla bir tutup o hastalığı Abinin gönül koruyuculuğu çerçevesinde “Abinin hastalığı” olarak anlayamamaları ve adlandıramamalarıdır.

 

Abinin bir diğer özelliği ikram ediş biçimidir. Kahramanmaraş’ın herhangi bir yerleşkesinde ona sigara, çay, yemek, sandalye duruma göre herhangi bir ikram ve jestte bulunma şansınız yok demektir. Abinin ya eski mekânıdır, ya eski mahallesi, ya çocukluğunun ya da gençliğinin geçtiği mekândır dolayısıyla ikram hakkı, gönülleme hakkı ona aittir.

 

İnsanı dili ile nezaketi ile en azından kendine nispet eden sahiplenmesi ile madde üstü ikramın da piridir. Birini severken aynı anda iki kişiyi sevdiği de olur. Sesimiz ve sözümüz olan Mehmet Yaşar’ı İsmail ekolüne katarak toplu açılıştan ilhamla toplu adlandırma ile nispetler ile sevebilir. Bu sebeple ‘Dut Yetiren’in yazarı Keklikçi Hasan’ı severken köylüsünü, Mollayı severken Eralp’i, Fazlı’yı severken beni de Fatin başkanı da topluca sevmiş olur.

 

Bir diğer özelliği ‘muarızlar’ meselesidir ki bu mevzu Abiyi anlamada tarihi ‘Boğazlar Meselesi’ kadar önemlidir. Bu muarızlardan birisi ile ‘Ötüken’ den seslenen zat ile ‘paralel’ olduğumu söyleyebilirim. Ancak muarızlarından iktidar partisinin eski yöneticilerinden Hunu nam bir zat var ki Abinin de bu satırların yazarının da kötü hatıraları ve siyasi baskılara maruz kaldığımız hastane ve dükkân kayıtlarında mevcuttur.

 

Ancak Abinin korktuğu fakat dile getiremediği bir muarızı var ki annesi ‘Savaş” adını verdiği için ölene dek mücadeleden vazgeçmeyecek ‘Bir Hocam’ övgüsüne mazhar zatın muarızlığıdır ki zaman zaman ‘Bir Hocamlar’ dan yana ya da onlardan aldığı ilhamla Abiye muarız olduğuna tanıklıkta ifade değiştirerek onu zorda koyduğuna şahidim.

 

Ancak her kelimede, her kişide, her eşyada farklı bir bağlam ile ilgi kuran Abinin muarız kelimesinde de ‘Sen benim ifadem ve hızımsın / Beyaza kara lazım bana sen lazımsın’ anlamı kendini belli eder.

 

Abinin en mühim özelliği ‘Dükkancılığı’ dır ki burada ne satılır, müşteri kimdir, Dükkân’a kimler girebilir, kimler giremez hâl ehline malumdur. Siyasilerin bir zamanlar özel izinle ve siyaseti dışarda bırakarak Dükkân’a alındıklarına şahidim. Ancak şimdilerde eski ilkelerin gevşediği, kısmen buharlaştığı çaşıtlarca dillendirilmektedir.

 

Bunun baş aktörü de ecnebi memleketlerine gidip ilim öğreneceği yerde bu yazının başlığına ilham olan ‘Abi Amerikan Saatine Göre Uyuyor’ bilimsel tespiti ile dönen muarızı Hunu ve İktidar Partisi idarecilerinden Hacınam zatın ve ateş dilli kelamcının siyasi tavırları olduğu da söylenmektedir. Ancak Abi iktidar partisine yakın dursa da eski ilkelerin hâlâ cari olduğu en azından ‘Bir Hocam’ın ve Dükkân’ın mollasının şeriatın ana ilkeleri çerçevesinde siyasete kapı aralamayacağı hatta Abiye bu anlamda iftara edenlerin bizatihi partici oldukları da tevatürler arasındadır.

 

Abinin de zaman zaman müşkül vaziyette kaldığı cümle ehli Dükkân’ın malumudur. Şairler meselesinde benim şairim dediği Narlı’dan, Sivas’ın soğuğu tesmiyesiyle andığı bu fakirden, temiz kelimelerle temiz şiir yazan Hasan Ejderha arasında seçimde zorlandığı, Bir Hocam mevzu olduğunda şahitlikten içtinap ettiği, üstadım diye vasfettiği İsmail ile Tanrı’nın Türkleri arasında kalmaktan da sıkıntı duyduğu çünkü bu durumda adil olamadığı da bilinen gerçekler arasındadır.

 

Abinin insanı tebessüme getiren bir vasfı da felaketzede oluşudur. Felaket derken öyle kıtlık, sel, savaş deprem sanılmasın. Abinin özel lügatinde mesela arabadan, eşyadan, tarhanalık yoğurt piyasasından, seçim sonuçlarından bahseden biri ile mülaki olması, akademisyen ağırlıklı sempozyumlara katılmak zorunda kalışı mesela arabasının tekerinin patlaması, torununu okula götürürken yağmur yağması da felaket kapsamına girebilir. Apartmanın asansörünün bozulması ise felaketlerin büyükleri arasındadır.

 

Yine tarih meraklıları ve Abi takipçileri onun türkü sevdasının dumanlı ve karanlık mahfillerde kâh Neşet Ertaş kâh Mahzuni Şerif dinleyerek mest olduğu zamanlardan kaldığına dair izlere rastlamışlarsa da yine bu zamanlar da bile ‘vatan kurtarma’ çabasını inkâr edememişlerdir. Türkünün onda nerdeyse ilahi bir vecde dönmesinde Bişri Hafi samimiyetinden izler olduğunu mestliğin, kafadaki dumanın derviş imanına döndüğü aşikârsa da bunda hangi hocanın hak sahibi olduğu yıllarca açıklığa kavuşamamıştır.

 

Neticede eski Türklerin haram olmayan bir ‘mai’ ile sarhoş oldukları bilim adamlarının bunu bulması gerektiğine dair bir Abi felsefesine yol verdiği de ehlinin malumudur.

 

Abinin en belirgin özelliği ise abiliğidir. Abilik ülkemizde belli simalara nasip olmuştur ki hepsi de belli vasıflara bizden özelliklere sahip kimselerdir. Sezai Karakoç’tan Muhsin Başkan’a, Fethi Gemuhluoğlu’ndan Bahaettin ve Abdürrahim Karakoç’a ve Abiye gelen çizgide Abinin şefkat ve merhamet cevheri ile mücehhez olduğuna bu satırların yazarı bin kez tanık olmuştur.

 

Her güzelin bir kusurunun olması gibi Abi de Amerikan saati ile uyuyormuş ey azizan! ‘Geceleri uykusuz kalanların yolundan çekilin’ diyen Nietzsche’ yi bilmeyen bazı iktidar yanlısı eşhas buradan Abi aleyhine bir şey çıkarmaya çalışsa da sonuç hüsran olacaktır! Haza insan, haza derviş, haza  abi!”

 

Bu cıvayı kalbimize kimler döktü Abi?

--------------------------------------------------           

 

TÜRKİYE YAZARLAR BİRLİĞİ ŞEHR-İ MARAŞ ŞUBESİ’NDEN ŞİİR ŞÖLENİ

 

Ey azizan! Bu fakiri “bu haftada bahtiyarım şükür” diye başlıyorsa söze lütfen yadırgamayın. Bahtiyar, kültürümüzde bahtı açık, talihli, işi rast giden, mesut demek. Bu bahtiyarlık maddî ve dünyevî açıdandır. Haddim değil ama, bizim muradımız tasavvufî cihettendir; yâni Allah yolunda bulunmak, mânevî huzur yönünden işi rast gitmek, bahtı açık olmak, gönlü sürur bulmak … Fakirin de gönül dostlarıyla böyle bir günde karşılaşması, işinin rast gitmesi bahtı açıklık, yâni bahtiyarlık değil midir?  Sadede geliyorum.

 

Türkiye Yazarlar Birliği Kahramanmaraş Şubesi ve KSÜ Kültür ve Medeniyet Topluluğu’nun 20 Mayıs 2015 tarihinde birlikte düzenlediği Şiir Şöleni’nde bulunmak bir bahtiyarlıktı fakir için. Şölen öncesi TYB Başkan Yardımcısı KSÜ’nün Kütüphane Müdürü şair Hasan Ejderha misafirlere fikirli çay ikram etti

 

TYB Şube Başkanı öğretim görevlisi İsmail Göktürk’ün ve TYB sorumlularından KSÜ’de uzman Mehmet Yaşar’ın takdim ve tanıtma konuşmasıyla başladı güzel gün. Salona dahil olduğumda afişte Yunus Emre Hz.lerinin “Sözü pişirip diyenin / İşini sağ ede bir söz…” mısralarını okuyunca daha ilk baştan baş ağrılarım gitmişti.

 

Ardından KSÜ Kültür ve Medeniyet Topluluğu Heyeti’nden Ferhat Ağca’yı, Türkiye’de bir başlangıç olacak Müslümanca doktor adayı ve şair İsmail Sağır’ı, derviş lakaplı Ali Yıldırım’ı ve ümmetin has numunesi KSÜ’de okuyan Somalili Mahmut Muhammed Şıh Ali’yi görünce kalbime mânevî olarak şifa geldi, hâl üzere olan bilir ancak.  Güzel dost Hacı Ahmet Eralp yoktu. Unutmadan belirteyim ki Ferhat Ağca “Yoldaki Kalemler” dergisinde “Doğu Beyine” adlı şiiriyle yakıp kavurmuş yine.

 

Şölende şiir okuyan şairler âşina isimlerdi: Ali Büyükçapar, Ali Haydar Tuğ, Derya Bayton, Fahri Hoşab, Fazlı Bayram, Gün Sazak Göktürk, Hasan Ejderha, Hüseyin Gök, İbrahim Topaldemir, İnci Okumuş, İsmail Göktürk, İsmail Sağır, Dr. Mehmet Akif Şahin, Mehmet Gemci, Mehmet Mortaş, Memduh Atalay, Murat Türkmenoğlu, Nurcihan Kızmaz, Orhan Ercan, Osman Sarı, Ömer Karayılan, Salih Kurtulmuş, Sibel Kök, Şeyhşamil Ejderha, Tayyib Atmaca, Tevfik Karataş, Yasin Mortaş.

 

K. Maraş Büyükşehir Belediyesi Kültür, Sanat ve Turizm Şube Müdürü Serdar Yakar da şölenin dâvetlileri arasındaydı.

 

Programı, Allah vergisi hitabıyla sunan Mehmet Yaşar, Ali Akbaş’tan, Abdurrahim Karakoç’tan, Erdem Bayazıt’tan, Cahit Zarifoğlu’dan, Osman Sarı’dan seçme şiirler okudu. Bu arada beklenmeyen bir şey yaptı. Şair Memduh Atalay’ın fakir hakkında yazdığı “Kişilik Tasviri” diyebileceğimiz tarzda bir yazısını okudu ki ne yapacağımı bilemedim. Fakirin meşrebini bir baştan bir başa bedii bir üslupla tasvir ve târif etmiş ki, insanın içini gösteren bir ayna olsa kendini ancak bu kadar yakından görebilir. Yazının anlattıkları bütünüyle doğrudur. Bir mesuliyet yüklemiş âciz şahsıma. Bu mânevî mesuliyetin altından Vnasıl kalkacağımı düşünüyorum. Artık tedbirli davranmam gerek. Dost ve dostlar hakkımdan fazla yük yüklediler. Bu yükü taşımaya çalışacağım.

 

Şölen sonrası TYB Şube Başkanı İsmail Göktürk misafirlere sohbetli yemek ikramında bulundu. “Taş Gazeli” nin şairi güzel insan Osman Sarı ağabeye, bu şiirini İsmail Göktürk vasıtasıyla sayısız defa vecd ile dinlediğimi söyleyince, bu şiirine ilham olan Anavarza Kalesi’ne taş taşıyan bir taş işçisinin hikâyesini anlattı ki mest oldum. Efsaneye göre, Anavarza Kalesi civârında insanlar yedi sekiz yüzyıl yaşarlarmış. O kadar uzun ömürlülermiş ki, ölüm nedir bilmezlermiş. Anavarza Kalesi yapılırken sırtında getiren taş işçisi karşısına bir kalabalık çıkmış, ellerinin üstünde götürdükleri şeyin ne olduğunu sormuş. “Cenazedir, bir adam oğlunun öldüğünü” söylemişler. Taş işçisi sırtındaki taşı yere bırakarak , “Yaşadım bin beş yüz yaş / Oğlum beş yüz yaş / Yüzü ham traş / Bilseydim dünyada ölüm var / Koymazdım taş üstünde taş” deyip ah çekmiş. 

 

Hülâsa-i kelâm, sohbetin ve güzel sözün kanına giren modernizmin kol gezdiği günümüzde bahtiyarlığımın sebeplerini anlamış olmanız lâzım.

 

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.