“Aman” diye kimi çağırmalı?

Ahmet Doğan İlbey

Modern zihniyetle malûl olanlar günde birkaç kez kullandıkları “Aman Yâ Rabbî” ifadesindeki “Aman” ın asıl mânasını ve sığınmak, yardım istemek mânasına gelen “Aman’a düşmek” deyimini bilmeden kullanıyorlar.

 

Eskiden dervişlerin, “Aman” dileklerini Şah Hatayî’nin “Aman hey erenler mürüvvet sizden / Öksüzem garibem amana geldim…” mısralarıyla duyurmaları dünyalık değildi. “Amana gelmeleri”, erenlerden, velilerden mânevî yardımdır…
                                                                                                                                      Başımız darda olduğunda değil,  her adımda “Aman aman” diye zikretmek gerek. Üstad Necip Fâzıl, “Aman” şiirinde zamanın kötüye gidişini, insanların doğru yoldan ayrılışlarını “Aman efendim aman! / Gâliba âhir zaman / Manzarası yurdumun…” diye seslendirmişti.

 

Siz de “Aman!” diye inliyor musunuz? Yalnız mısınız? Dostunuz yok mu? Mânevî yardıma mı ihtiyacınız var? Öyleyse, tasavvuf şiirlerinden bestelenmiş “aman”ı bol türkü ve ilâhiler dinleyin.  “Aman… aman!..”

 

Fakat önce, başucumuza koyduğumuz, Ali Yurtgezen hocanın “Evin Mahremi Olmak” kitabından “Aman’ı Bilir misiniz?” yazısını bir ehl-i dil nezaretinde mukabele yaparak tâlim etmek lâzım.

 

“AMAN” KİMDİR?

“Aman aman…” diye iç çekerken, “Aman” ın kim olduğunu çoğumuz bilmiyorduk. Fakir gibi öğrenmeye tâlib olanların “aman” diye inleyen kalplerine şifa olacak bu yazıdan bir hülâsa sunmayı vazife addediyorum:

 

“Ten gemidir bu cihânda ömr kurmuş bâd-bân / Bu denizde âşinâ bilmeyene yoktur amân. (Kadı Burhâneddin) [Bu dünyada vücut bir gemidir. Ömür (de bu gemide) yelken açmış (gidiyor). Yüzme bilmiyorsa (yol aldığı) bu denizde kurtuluşu yoktur.]”

 

“İnsanın bedeni, maddi vücudu bir gemi, dünya da denizdir. Ömür dediğimiz şey, vücut gemisinin dünya üzerindeki muvakkat bir yolculuğundan ibaret. Gemiyi hedefe doğru yüzdürmeyi bilmiyorsanız, batar, helâk olursunuz. Dünyanın deniz gibi düşünülmesi, hem sathından geçip gitmek gerektiğine, hem tehlikesine işarettir. Tehlike ise fizikî bir ölüm değil, dünyaya gark olarak ebedî saadet yurduna ulaşmaktan mahrum kalmak. Yüzme bilmiyorsanız, yâni bu dünyanın üzerinden nasıl geçilip gidileceğine dair bir maharet kesbetmemişseniz, sizin için aman yoktur; emniyette değilsiniz. Gemi, deniz, yelken açmak, yüzme mecazdır. Allah Tealâ insanlara dünya yolculuğunda neyi nasıl yapmaları gerektiğini peygamberleri vasıtasıyla bildirmiş, nümûne-i imtisâl olsun diye salih kullar halketmiş, bize dünya denizinde boğulmadan nasıl yüzeceğimizi öğretmiştir. Yüzme manâsına âşinâ kelimesi bilhassa kullanılmıştır. ‘Tanıdık, bildik kimse, dost.’ Dünya üzerinden badiresiz geçmenin de usûl, erkân ve bilgisi vardır. Ancak bizi seven, hayrımızı isteyen bir dost olmalıdır ki bütün bunları bize öğretsin yahut tâlim etsin. Âşinâ’nın dost manâsı burada öne çıkmaktadır. Herhangi bir müşkülde size neyi nasıl yapacağınızı salık vermeyen bir dostunuz yoksa işiniz yaman demektir. Onun için ikinci mısraı bu denizde kendisine yardım edecek hakikî dostu bilmeyene kurtuluş yoktur şeklinde de anlayabiliriz. Dost kimdir peki? Farsça olan dost kelimesi Arapça’da, bu arada Kur’an-ı Kerim’de velî kelimesiyle karşılanır.”

 

Şerhin bu kısmından öğreniyoruz ki, kim “ben kendim başıma yeterim” diyorsa gâfildir, ahmaktır. Böylelerine, Hz. Mevlânâ’nın Mesnevi’sinde söylediği, sırat-ı müstakim üzere olmak için bir yol göstericiye ihtiyaç vardır sözünü hatırlatırız:

 

“Ey perişan adam, ya bizim gemimize gir, ya o gemiyi bu gemiye bağla. Ya bir mürşide bağlan yahut da gemini mürşidin gemisine bağla da sana rehberlik etsin.”                                                                                                                     

 

“AMAN” RESÛLLER RESÛLÜ EFENDİMİZ’DİR

 

Başı sıkıştığında, bir tehlikeyle karşılaştığında Emniyet Güçleri’nin “imdat” telefonlarına koşanlar, hastalanıp sefil düştüğünde “aman, yetiş!” diye yakınlarını çağıranlar, kalplerinin ve gönüllerinin şifaya ihtiyacı olduğunda yahut “dünyâ denizinde yüzmeyi”, yâni dünyâ hayatını din-i mübin üzere sürdürmeyi bilmediğinde risâlet sahibi olan “Aman”ı çağırmayı akıl edebiliyorlar mı? Bu mânada “Aman” ın kim olduğunu da başucumuza koyduğumuz kitaptan öğreniyoruz:

 

“Dost’a nazaran daha şümûllü olmakla beraber velî kelimesinin bütün manâları bir şekilde muhabbete, yardıma, iyiliğe, korumaya, kayırmaya, işleri liyakatle yürütmeye dayanır ve bu tedaileri ile her zaman bir dostluğa işaret eder. Bu dünya denizinde kul Allah’ı, peygamberi veya kâmil mürşitleri bilmiyorsa, onun için kurtuluş yoktur. Dost olarak Hz. Peygamber s.a.v. veya evliyaullahtan hangisi kastedilirse kastedilsin, silsile gereği bunların her ikisi de Allah Tealâ’ya râcidir. Bu beyitte hususen Rasûl-i Ekrem s.a.v.’e işaret vardır. Zira bir yardım ihtiyacını, emniyet talebini yahut tehlike karşısında korku ve sakınmayı ifade eden ‘aman’ nidası, ebced hesabıyla Efendimiz s.a.v.’in ism-i şerifi olan Muhammed’e denk düşer.”

 

Okudunuz ey azizan! “Aman” diye feryat eden yüreğimize ancak Allah dostları koşacak, yâni velî dostlar…

 

“N’OLDU BU GÖNLÜM”

 

“Aman” diye kimi çağıracağımızı öğrenince, gönlümüzün hâlini sormamız ve gönlümüze şifa aramamız gerek. Gönlümüz ne durumda? Bunun sualini de yine Ali Yurtgezen hocanın T. Ziya Ergunel müstearıyla yazdığı Semerkand Dergisi Ekim 2018 sayısındaki “N’oldu bu gönlüm” yazısını birkaç ehl-i dil ile birlikte kıraat etmeli. Bahsettiğimiz yazı, Hacı Bayrâm Velî hazretlerinin bir ilahisinin, yâni bir nutk-ı şerifinin şerhi…

 

“N’oldu bu gönlüm, n’oldu bu gönlüm / Derd ü gamınla doldu bu gönlüm / Yandı bu gönlüm, yandı bu gönlüm / Yanmada dermân buldu gönlüm / Yan ey gönül yan, yan ey gönül yan / Yanmadan oldu derdime dermân / Pervâne gibi, pervâne gibi / Şem’ine aşkın yandı bu gönlüm…”

 

Şerh şöyle başlıyor:

 

“Bu ilahi, Bayrâmî tarikatı pîri, Anadolu’nun mânevî fatihlerinden Hacı Bayrâm Velî k.s hazretlerinin bir nutk-ı şerifi. Hazreti Pîr, hasret ateşiyle yanan Hak âşıklarının, vuslatla, Cenab-ı Mevlâ’ya mülâki olmanın yaşattığı bayramla nihayetlenen bâtınî yolculuğunu anlatıyor.”                                                                     

 

Ali Yurtgezen hocanın derginin aynı sayısında “Tarikat ve Ticaret” adlı yazısı da önemli. Suiniyetli medya magandaları ve entelleri tarafından maksadını aşan bir şekilde itibarsızlaştırmak istenen tarikat müesseselerinin ticaretle iştigallerinin nasıl olmasına açıklık getiren, ölçüleri ortaya koyan bir yazı…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.