Bizde “el-’adlü esâsü’l-mülk” denmiştir.“el-’adl”, yani adalet; esas: Temel; mülk: Egemenlik... (Yani emlâk mânasına,taşınamaz mallar mânasına değil) mülk, egemenlik demek. Meliklik, malik olmak;bir toplumun yönetimine sahip olmak demek. “Egemenliğin, hâkimiyetin, idareyesahip olmanın temeli adalettir.” Dinimiz böyle buyuruyor.
İki âyet-i kerîmede müslümanlarakendilerinin anne babasının ve yakınlarının, akrabasının bile aleyhinde olsa,adaletten ayrılmamaları tavsiye buyruluyor. İnsanın kendisini aşması, kendisialeyhine karar verebilmesi başka bir din ve kültürde görülmüş mü? Hâkim, kendikendisini mahkûm edecek; çünkü Kur’an, “Velev ‘alâ enfüsiküm evi’l-vâlideynive’l-akrabîn”: İsterse kendinizin aleyhinde olsun, isterse anne babalarınızınaleyhinde olsun... Yine adaletten, doğruluktan ayrılmayın.”diyor. Anne babasınımahkûm edecek bir hâkim, akrabasını mahkûm edebilecek bir kadı, bir adaletmensubu uygulayıcısı olabilmek, bize, bizim kültürümüze mahsus bir şereftir,bizim İslâm ve iman kültürümüzde görülebilen bir şereftir.
Nitekim Kadı Hızır Çelebi’nin Fatih SultanMehmed’i mahkûm ettiğini biliyorsunuz. İstanbul’u fetheden Fatih SultanMehmed’le İstanbul’un eski sahibi olan ahaliden Rum bir mîmar davalı ve davacıoluyor ve sonuçta kadı efendi kalkıyor, Fatih Sultan Mehmed cennetmekânı mahkumediyor. Hakikaten hukuk tarihinde böyle olaylar olmuş mudur? Gerçekten bu kadarcesur kararlar veren, sevdiği ve bağlı olduğu hükümdarı mahkûm edebilenhukukçular yaşamış mıdır? Eğer yaşamışsa herhalde onlar da yine ilahî birdinden feyiz almış, Allah huzurunda hesap vereceğini bilen insanlardır; ancaköyle olabilir. İhtimal olarak varsa, olmuşsa, âhirete inanan, âhirettekimahkeme-i kübrâya inanan, din gününe, yani “mâliki yevmi’d-dîn”, din günününmaliki Allah’ın huzuruna varılacağını bilen insanlardan çıkabilir böylejestler.
“Din”, karşılık demektir; “mâlikiyevmi’d-dîn”, yani insanların yaptıkları işlerin, iyi veya kötü, karşılığı neise onun verileceği gün. “Mâliki yevmi’d-dîn” âyet-i kerîmesinin “din günününsahibi” diye tercümesi doğru değil. “İnsanların yaptıkları âmâlin, ef’âlin,yaşam tarzlarının ve işlerinin, ceza veya mükâfat olarak karşılığınınverileceği güne malik olan” diye tercüme edilmeli.
Sonra, Tin suresinde, “femâ yükezzibükeba’dü bi’d-dîn. Eleyse’llâhu bi-ahkemi’l-hâkimîn” buyrulmuştur. Yani, “Bu kadargerçeklerden sonra hangi husus sana dini kabul etmemeyi, tekzip etmeyi,yalanlamayı telkin edebilir, işaret edebilir?” Buradaki “din” de yine karşılıkmânasına geliyor, yani hakkın yerini bulmasını inkâr etmeye seni negötürebilir, hangi sebep seni o tarafa itebilir? Mümkün değil böyle bir şey,“Eleyse’llâhu bi-ahkemi’l-hâkimîn”; Allah hâkimler hâkimi, yani adaletlileradaletlisi, en adaletli, hükmü en isabetli olan değil mi? “Ahkemi’l-hâkimîn”“hükmü en isabetli” diye tercüme edilmeli, dinî kim inkâr edebilir sözü deettiklerini bulmanın gerçekleşeceğini kim inkâr edebilir demek. “Femen ya’melmiskâle zerretin hayran yerahû, ve men ya’mel miskâle zerretin şerran yerahû”:“Zerre kadar hayır işleyen karşılığını görecek, mükâfat olarak; zerre kadar şerişleyen cezasını çekecek, ikâb olarak.” Yani azap olarak çekecek diyebildiriliyor.
Demek ki toplum hayatının temeli, bizimdinimizde çok net olarak görüldüğü üzere adalet. Peygamber Efendimizinhayatından başlayarak, düşman bile olsa haklıya hakkının teslim edilmesi vehukuka riayet edilmesi emrediliyor bize.
Mekke-i Mükerreme’nin fethi sırasındaKâbe-i Müşerrefe’nin anahtarı henüz müslüman olmamış bir ailenin elinde idi,teslim etmek istemedi. “Kimseye vermiyorum.” deyince Hz. Ali de zor kullandı vealdı anahtarı. Kâbe’nin kapısını açtı, namaz kıldılar. O, Peygamber Efendimizinamcazâdesi, “Bu Kâbe’nin anahtarını taşıma vazifesini bana lütfetseniz, bendekalsa, ben muhafaza etsem” diye istedi. Peygamber Efendimizden bu görevin kendiailesine intikalini istedi. Ama “Emanetleri ehillerine vermenizi vehükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi Allah emrediyor.” âyet-i kerîmesi indi.Onun üzerine Hz. Ali’ye Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem): “Albu anahtarı, o vermek istemeyen ve senin zorla elinden aldığın adama geri ver.”diye hükmetti. Adam anahtarı tekrar karşısında görünce şaşırdı. Bu, tamadaletli olan ve Allah ne emrederse onu yapma, icabında aleyhinde bile olsa,“pekâlâ” deyip de özür dileyip dönebilme, ahlâk seviyesini gösteren dinin hakdin olduğunu anladı, Peygamber Efendimize inandı, müslüman oldu vemüslümanların safına girdi. Bunlar, âyet-i kerîmelerle, hadîs-i şerîflerle,İslâm tarihindeki örnekleriyle adaleti gösteren olaylar ve asırlar boyu buböyle devam etmiştir. Ecdadımız da bu bakımdan çok şerefli insanlardır. İşteHızır Çelebi’nin hayatı ve jesti onlardan sadece bir tanesi...
O bakımdan, sizlere hayatınız boyuncadaima Allah’ın rızasını gözetmenizi, her hükmünüzde, “Allah razı olur mu?” diyedüşünüp hükmünüzü ona göre vermenizi, sözünüzü öyle söylemenizi temennî vetavsiye ederim. Çünkü maddî ve mânevî her türlü salah ve felahımız adalet vedoğruluktadır.
Prof. Dr. Mahmud Es’ad COŞAN
Bu köşenin içeriği KUR’AN’IN ANLAMIYLA BULUŞMAK PLATFORMU tarafından hazırlanmıştır. Ayet mealleri Hasan Tahsin Feyizli'nin Hazırladığı Feyzü'l Furkan Açıklamalı Kur'an-ı Kerim Meali’ndenalınmıştır. Ayet meallerinin tamamına www.kuranimiz.net, sesdosyalarına www.akradyo.netadreslerinden ulaşabilirsiniz.