Yaklaşık üç yıl önce bu günlerde, tarihimizin en kara gecelerinden birine şahitlik ettiğimizde, milletçe hem ağır bir travmanın içine düştüğümüzü hem de oluşacak sonuçları fark edememiştik. Öyle ki, o gece olanların toplumsal hafızamızı yıllar içinde ne denli kapanmaz derin yaralar içinde bırakacağını kestiremezdik de zaten. Söyleminde ve eyleminde insancıllığın zirvesine çıkmış bir yapının mensuplarının, hiç tanınmayan ve hiç ortalarda görünmeyen askeri kanadının darbe kalkışmasıyla irkildik, şok yaşadık. Önceleri kimse yakıştıramadı, konduramadı, “olmaz” dedi, “nasıl yaparlar bunu” dedi. Ama o malum yapının askerleri, karşılarında durarak inandığı değerleri savunmaya azmetmiş 251 insanı da gözünü kırpmadan ve yıllar içinde oluşturduğu o şefkat ve merhamet timsalinden taban tabana zıt bir görüntü içerisinde katletmekten ve bunu yaparken, milletin ordusunun mühimmatını kullanmak kadar hayasızca bir işi işlemekten geri durmadı.
Sonra, devlet refleksiyle tutuklamalar ve KHK ile görevden uzaklaştırmalar başladı. Bir çok insan önceleri sessizce olup biteni izleme yolunu tercih etti. Çünkü olay çok tazeydi ve kimsenin ağzını açacak mecali yoktu. Yapılan her operasyon sonrasında “o da mı?” şeklinde tepkilerin giderek arttığına ve çevremizdeki hemen hemen herkesin bir şekilde bu yapıyla ilişkilendirildiğine şahit olduk. “ilişkilendirildiğine” diyorum, zira bir müddet isimsiz ihbar mektuplarının gereğinin yapıldığı ve insanların apar topar gözaltına alındığı günler yaşadık. Sonra akıl galip geldi ve bu tür mektuplar dikkate alınmamaya başladı. Birbiri ile husumeti olan bir çok kişi olayı lehine çevirip rövanşist bir adımla gol atma derdine düşmüştü ve kısmen bir çoğu başarılı oldu da. Cemaat ve Örgüt kısmı ne hikmetse bir türlü ayrıştırılamadı. Hasbelkader bir yerlerde sohbete katılmış her birey örgütçü kabul edildi. Bu gerekçeyle haklarında işlem yapılan insan sayısı bir hayli kabarık maalesef.
Sonra, toplumun itibar sahibi insanlarının bir kısım ilişkileri kullanarak bu işten sıyırmaya başladıklarına şahit olduk. Kimisi parasal ilişkileri, kimi ailevi ilişkileri, kimi de siyasi ilişkileri kullandı-kullanıyor ve haklarındaki suçlamaların çoğundan beraat etti-ediyor. Arada bunu yazan ve “FETÖ borsası oluştu” diye feryat edenler olduysa da, pek dikkate alınmadı ya da dikkate almak işimize gelmedi. Kalkışmaya bilfiil katılan askerlerin ve onları örgütleyerek yurtdışına kaçan sivillerin suçunun sübutundan kimsenin tereddüdü yoktu ancak tabandaki ibadet kısmına ısrarla operasyonlar yapıldıkça ve bunun dokunmadığı aile neredeyse kalmayınca insanlar “ne oluyor ya” diye sormaya başladı. Bu sorular hala cevabını bulabilmiş değil zannımca. Her geçen gün de bu sorulara veremediğimiz cevaplar altında eziliyoruz.
Gelinen noktada, on binlerce tutuklu, birkaç yüz bin kamudan ihraç edilen yetişmiş personel, ve bunların uzak ve yakın akrabalarından oluşan geniş bir topluluk elimizde kaldı. Bunlar bu yapının organizasyonlarına katılırken böyle melun bir kalkışmanın gönüllü hazırlayıcısı olacaklarını düşünürler miydi? Sanmıyorum.
Evet, emperyalist emellerle üzerimizde oynanmaya çalışılan bir oyun o gece bertaraf edildi, ancak bize toplumsal maliyeti henüz hesap edemediğimiz kadar ağır oldu. Komşular birbirine farklı bakmaya, arkadaşlar birbirinden uzaklaşmaya, akraba ilişkileri bu nedenle zedelenmeye başladı. Hatta birbirini ihbar eden yakın akrabalara şahit olduk. O gece, turnusol kağıdı oldu insanlığımıza…
Peki bundan sonra ne yapmalı da bu travma daha fazla büyümeden atlatmalıyız? Acilen FETÖ ve Cemaat kısmını, işin en başında Sayın Cumhurbaşkanının da söylediği gibi “ihanet ve ibadet” kısmını ayırt etmeli ve somut kriterlerle gereğini yapmalıyız. Birbiri aleyhine müşteki olanların şikayetleri karşılıksız çıktığında cezai müeyyide ile karşılaşacaklarını ve müfteri konumuna düşeceklerini bilmeleri gerekiyor. Toplum nezdinde bu yapının mensubu bilinen ve bir şekilde haklarında işlem yapılmamış veya beraat etmiş kişilerin neden bu kadar rahat dolaştıkları noktasında kamuoyunu tatmin edici cevaplar verilmesi gerekiyor. Ve işin en vahim tarafı; toplumun her kademesine yayılan bu virüsün, siyasete bulaşmamış olduğunu söyleyerek kendi içini temizlemeyen veya temizleyemeyen siyaset kurumunun da acilen kendi muhasebesini yaparak temiz bir sayfa açması gerekiyor. Sırtını dayayacak ve meramını yetkililere ulaştıracak kimsesi olmayanların mahkemelerde hesap verdiği, ancak ‘yakınlık’ ilişkilerini kullanan birilerinin ifadeye dahi çağırılmadığı bir görünümden acilen kurtulmamız gerekiyor. Durumdan rant sağlayarak sefa sürenlerin de bir gün elbet mukadder olanla karşılaşacaklarını ve ilahi adaletin tecelli edeceğini umuyorum.
Özetle, sadece adalete değil, toplumun birbirine güveninin dahi son derece dip seviyelere vurduğu dönemlerden geçerken, 15 temmuz gecesi şehit düşenlere Allah’tan rahmet ve mağfiret diliyorum. Ümit ediyorum ki, milletçe kenetlenerek ve içimizdeki hainleri bir bir temizleyerek bu travmadan kurtuluruz. Bunu yaparken de adaletten asla ayrılmadan ve ucu kendi nefislerimize de dokunsa gereğini yaparak, gelecek nesillere güzel bir örnek bırakırız.
Allah’a emanet olunuz.