Bir zamanlar bu ülkede zulümkâr darbeci generaller hükümferma idi. Vesâyet rejimlerinde eziliyordu millet. Hak ve adâlet, sevgi ve merhamet yoktu despot iktidarlarında. Zulüm, zorbalık ve lâ-dinîlik hâkimdi.
Tek Parti Dönemi’nde “Tek ve dokunulmaz şef” idi darbeci generaller. Kimsenin haddi olamazdı ideolojik ve vesayetçi ihtişamlarına gölge etmek. Halk ayağı çarıklı fasa fisoydu. Ortaçağ kafasıydı ve ezilmeliydi din-i mübin. Yeni din ve rejim Kemalizm olmalıydı.
Kan ve darbe üstüne yükseliyordu darbeci generallerin iktidarı. 27 Mayıs 1960 darbesinde vesayetçi güçlerini daha da artırdılar. Anayasayı ve parlamentoyu kendi elleriyle yazıp oluşturdular. Kanlı darbeye imza atan Millî Birlik Komitesi’ne milletin bütçesinden ölünceye kadar maaş ve imtiyazlı vatandaşlık statüsü bağışladılar.
Hâkimiyet bunalımı yaşayan darbeci generaller 1971 Muhtırasıyla azalan güçlerini bir daha tahkim ettiler ve 12 Eylül 1980’de anarşi kurbanı on binlerce insanın kanı üstüne kanlı iktidarlarına yeniden kavuştular.
Apoletli bu güruha göre Türk milleti henüz rüştüne ermiş değildi, kafası ve inançları örümcekliydi. Siyasetçiler, sivil toplum kuruluşları ve kanaat önderleri milleti kandırmaktaydı. Vesâyet altında tutmak lâzımdı. Bin yıl daha generaller oligarşisi idare etmeliydi ülkeyi.
Kukla hükümetlerin millet iradesini peşkeş çekmesiyle şımarıp semirdiler 28 Şubat darbesiyle. Egoları şişti, egemenlik tutkuları daha da arttı. İçlerinde biriken darbecilik enerjisini boşaltmaları gerekti.
Fakat bu kez, yâni 15 Temmuz 2016 darbesinde yanıldılar. Kendilerine temennâ edecek hükümet ve meclis yoktu. En mühimi de adam yerine koymadıkları, kuru kalabalık zannettikleri necip Türk milletinin îmanlı itirazıyla karşılaştılar ve hezimete uğradılar.
Darbecilerin bir buçuk asır süren çöküşü
Takdir-i ilâhî bu şenî emellerini akim kıldı ve bir buçuk asır sonra darbeci generallerin çöküşü başladı. Çöküşün uzun sürmesindeki sebebi darbecilerin tarihteki birkaç şedit örneğine bakarak anlamak mümkün.
15 Haziran 1826 sabahı devlete isyan eden Yeniçeri ağaları, yâni generalleri “istemezük” diye başladılar darbeciliğe. 4 Haziran 1876’ da Sultan Abdülaziz’i öldüren darbeci general tipinin en alçak numunelerinden, “kinim dinimdir” diyen Hüseyin Avni Paşa ve bu şenî askerin arkasında Fuat Paşa, Mithat Paşa ve Rüşdü Paşa darbeci generallerin ilk ceddidir.
Silah zoruyla yazdırılan “Hâl Fetvası” nın ardından Sultan Abdülhamid Hân’ı darbeyle tahtan indiren Talât Paşa’nın elemanları Bahriye Nazırı Arif Hikmet Paşa, Ermeni Aram Efendi, Draç Mebusu Arnavut Esad Toptanî Paşa ve Selanik Mebusu Yahudi Emanuel Karasu darbeci numunelerden birkaçıdır.
Darbeci generallerin ilk cürümlerinden biri de İttihatçı generallerin silâhşörü Yakup Cemil’in Harbiye Nazırı Nazım Paşa’yı öldürdüğü 23 Ocak 1913 Bab-ı âli Baskını’dır.
“Bu ülkede generaller de yargılanacak”
Bu denli şedit bir darbe geleneğine sahip Türkiye’de generaller yargılanabilir mi suali millî vicdan sahibi herkesin içinde ukde olan bir sualdi. Tam olarak cevabını vermek zordu. Rabbim, İsmail Göktürk dostumu yalancı çıkarmadı. Yıllar önce demişti: “Göreceksin, bu ülkede generaller de yargılanacak…”
Nihayet o kutlu gün geldi. “Darbeci generaller tanrı-devlettir; yargılanmaktan masundur ve Cumhuriyet Devleti’nin bizatihi kendisidirler” düşüncesi “kartondan kuleler gibi yıkıldı.” Darbeci generallerin yekûnu mahkûm oldu, zorba saltanatlarına son verildi ve imtiyazlarını kaybettiler. Şimdilik oligarşik bir askerî sınıfın vesâyet devri kapandı.
Eskiden olduğu gibi omuzlarındaki zorba yıldızlar parlamıyor artık. Kanun adamları söküyorlar zulme batmış apoletlerini. Vesâyet rejimlerine son verildiği hüküm yüzlerine okunuyor.
Kim inanırdı, Rabbiyessiri silinmiş yüzleriyle mahkemeye götürüleceklerine ve darbeci general cumhuriyetinin sonunun geleceğine? Çünkü inkıraz geldi darbeci generallere.