Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

İktidar da dâhil, partilerin seçim vaatleri bayat ve fikirsiz

 

İktidardaki parti de dahil hiçbir partinin seçim vaatleri iç açıcı, yürek soğutucu değil. Hepsi “ekonomik imkânları” artıracağını, yol, su, elektrik ve para dağıtacağını vaat etmiş.

 

Allah için, millet için, partilerden biri de kalkıp “Bu ülkede meşrûiyet ve hâkimiyetin kaynağı doğrudan doğruya İslâm’dır diyerek şeriat anayasasını ve hilafeti getireceğim, Türkiye İslâm Cumhuriyetini ilân edeceğim, hilafeti ve Meclis’i temsil edecek olan Başkanlık sistemi altında partiler meşrûiyet çizgisini aşmadan seçimlere girebilir, temsil haklarını kullanabilirler” dememiş.

 

“Azınlıklar dini görevlerini ve adetlerini belirlenmiş mekânlarda yerine getirebilirler, Türkiye İslâm Cumhuriyeti’nin meşrûiyet ve hâkimiyet esaslarını ihlal etmeyecek şekilde ticaretle uğraşabilirler” şeklinde yürek soğutacak bir söz yok.

 

“Kemalizm’in tesirleri hâlâ süren Ankara’yı greyderin önüne katıp en yakın Karadeniz’e kadar küreleyip dökeceğim ve İstanbul’u başşehir yapacağım, Anıtmezar’ı yıktırıp orta yerine Ayasofya’ya benzer bir câmi, fakirler için toplu konut ve kimsesiz çocuklar için yurt yaptıracağım” babında, aydınları ve generalleri tarafından bir asırdır ezilmiş ve aldatılmış mazlum milletin yüreğini kabartacak bir müjde yok.

 

“İdam cezasını getireceğim, Avrupa Birliği’ne rest çekip, bu ülkedeki müeyyidelerini ilga edeceğim, dinimize mugayir olan her türlü dernek ve kulüpleri, plaj ve içkili yerleri, kumarhane ve umumevlerini kapatacağım, Ahlâka aykırı lâdini kadın hakları dernek ve hareketlerinin faaliyetlerini tamamen durduracağım, kâfirler gibi evlerde köpek beslemeyi yasaklatacağım…” diyen, gururumuzu şahlandıracak bir vaat yok.

 

“Opera, bale, tiyatro gibi laik sanat merkezlerini fes edeceğim, Laikler kendi mekânlarında kendi seyircileri için sanatlarını dışarı taşırmadan icra edebilirler, İslâm ahlâkına aykırı her türlü ses ve sinema sanatçılığı, pavyon gibi eğlence yerleri yasaklanacak” diye haykıran bir parti çıkmadı.

 

“Ülkenin en ücra köşesi de dahil bütün heykeller yıktırılacak. İlkokuldan üniversiteye kadar bütün mekteplerin eğitim ve öğretim müfredatı toptan değişecek, ders kitaplarından la-dini Cumhuriyetin ve Batılılaşmanın izini taşıyan her tür konu, edebi metin, okuma parçası, şiir ve Kemalizm’in önderlerine dair yazılarla resimler kaldırılacak” tarzında bir seçim beyannamesine henüz rastlamadık.

 

“Azınlıkların, yâni zimmilerin ve laiklerin hususi hayatına müdahale edilmeyecek, fakat hayat tarzlarını ülke geneline taşırmadan, reklamını yapmadan ve göstermeden kendilerine tahsis edilmiş mekânlarda icra edecekler, din ve vicdan hürriyetleri ve hukukları devletin meşrûiyet ve hâkimiyetini ihlâl etmeden emniyet altında olacak” diye gür ve sarsıcı bir ses duyulmadı partilerden.

 

“Pkk ve Bdp benzeri bölücü örgütlerin varlığı derhal sona erdirilecek, Kürtler resmî dil Türkçe’yle birlikte ana dillerini kullanacak, siyasî ve medenî cihetten Müslüman Türklerin ilân ettiği Türkiye İslâm Cumhuriyetinde birlikte olacak ve olmak mecburiyetindedir. Alevi vatandaşlarımız da kendi anâne ve kültürlerinde serbest olacak ve Türkiye İslâm Cumhuriyeti bünyesinde Müslüman Türklerin siyasî ve medenî idaresinde kardeş bir unsur olacak ve olmak mecburiyetindedir” tarzında millet kavramını tarihteki gibi dillendiren bir parti beyannâmesi okumadık daha.

 

Veyl, bütün partilere! Vaatleriniz fikirli olsun, öyle gelin karşımıza.

------------------------------   

ŞAİR MEMDUH ATALAY’ DAN DOKUNAKLI BİR YAZI

 

Mânasınca saf bir Müslüman Türk olan şair ve fikir adamı Memduh Atalay, “Yoldaki Kalemler” dergisindeki “Anadolu İnsanı: Hem Sevilir, Hem Kızılır” başlıklı yazısında “Bu satırların yazarı iki kez denediği Türklükten istifa teşebbüsünden vazgeçtiyse bu milletten daha güzel millet olmadığı içindir! Rabbim ne güzel ne güzel Rabbim, Müslüman Türk yaratılmak!” demiş. Çok insanın hissi çıkarması gereken bu dokunaklı yazıyı okuyalım:

 

“Çocuğuna en cesur isimleri koyar: Ali, Hamza, Ömer, Yavuz, Mert, Cesur, Yiğit... Ancak tedbire boğar. ‘Aman ha etliye sütlüye karışma, suya sabuna dokunma’ öğüdü de onundur. İsmiyle aldığı terbiye arasına sıkışan zavallı çocuk hakkını aramak bir yana hak arayandan bile uzaklaşır! Çocuklarına gençlik, delikanlılık günlerinde nasıl bıçkın delikanlı olduğunu nasıl ateşin sevdalarda piştiğini anlatır ama çocuğunun sevdadan da delikanlılık raconundan da uzak kalmasını ister!

 

Gençliğinde ocaklarda, derneklerde, cemiyetlerde nasıl çalıştığını nasıl idealist dava adamı olduğunu, afiş, pankart astığını, nasıl bildiri dağıttığını anlatır ama çocuğuna gelince ‘aman ha çocuğum bunlar karın doyurmuyor önce iş, önce ekmek’ diye öğütler vererek kapitalizmin Keynes'i kesilir! Namazı en ufak bir bel ağrısında bile oturarak kılar ama piknikte çömelmiş vaziyette kebap yellemekten veya eğilerek göbelek toplamaktan çekinmez!              

 

Hiçbir partiyi geri çevirmez dahası ‘Başkanım siz rahat olun burası sizin’ der ama bir oy bile çıkmaz oradan ki zavallı başkana teselli ikramiyesi olsun ama yine de o başkanla münasebeti kesmemeyi de bilir! Cuma namazından jet hızıyla çıkar ama maçın uzatmalarında bile ekrana çakılı kalır!

 

Futboldan, siyasete, eğitimden, ticarete her şeyi bilir ama eşsiz kurtarıcı beklerken ferdi sorumluluğunu ihmalden çekinmez! Teravihi hızlı kıldıran imamı, cumada hutbeyi kısa tutan hatibi, ‘güzel’ fetva verecek müftüyü bilmekte de ustadır!

 

Kâh Yaşar Nuri kolaycılığından, kâh Nihat Hatipoğlu romantizminden, kâh Mustafa Karataş hikmetinden nasiplenir ama pratiğini, günlük hayatını esastan değiştirecek ana kaynaklara mesafe koymayı da bilir! Çocuğuna iyi bir Müslüman olmasını öğütler sürekli ama haliyle, tavrıyla deneme sınavını namazdan daha çok önemsediğini belli ettiğinin farkında değilmiş gibi davranır!

 

Çocuğun dersi önemli değil diye başlar cümlesi aslolan ahlakı diye devam eder ama ahlakının güzel dersinin kötü olduğunu duyduğunda yüzünün değişen rengini gizlemeye çalışması da vasıflarındandır! Allah’a hayırlı evlat diye dua eder ama kız ise doğan çocuk yüzündeki gölgeyi gizleme gereği duymaz!

 

Neyi yaşıyorsa, âleminde ne varsa onunla ilgili ayetler hadisler okur ama kendi arızasını, kamburunu gösteren emirlerden haberi yokmuş gibi davranmayı da bilir! Ramazanın has müminidir, kurbanın İbrahim mirasçısıdır ama yılbaşında çaktırmadan piyango almayı, çoluğa-çocuğa tatlı, çerez getirmeyi de ihmal etmez! Kendinden olan memura, âmire daha rahat ama kendinden olmayana ölçülü olmayı yani öğretmene, imama diklenmeyi ama bankaya şapkasını çıkararak girmeyi sorun olarak görmez!

 

Dünya malı dünyada kalacak, kefenin cebi yok der ama dünya malı için öz kardeşiyle bile bıçaklı silahlı kavga etmekten çekinmez! Ehli dünyanın gayri meşru ilişkilerini yadırgar ama aynı ilişkileri  ‘gönüldaşım, arkadaşım, dostum’ sıfatları ile kendi yaşamaktan çekinmez! Zor zamanda konuşmaktan, tavır almaktan çekinir ama kalabalığa karışıp hıncını almakta da mahirdir!

 

Hacdan kıyma makinesi, umreden aklı telefon alması da özelikleri arasındadır! Evladına, damadına, kardeşine, komşusuna ödünç vermemek için param yok diyebilir ama İhlâs Finansa ya da Albaraka Türk’e kâr payı için parasını yatıracak kadar da serbest piyasa uzmanıdır! Bir hocayı, bir âlimi iki kez dinlese yüzlerce hata bulabilecek kadar ölçüyü aşar ama Kemal Sunal filmlerini onlarca kez dinlemekten sıkılmamayı her seferinde ilk kez izliyormuş gibi davranabilmeyi de başarabilir!

 

Bütün bu vasıflar Anadolu insanının her mahalleye bir câmi konduran cömertliğini, mesele kutsal değerler olduğunda savaş alanına yeni savaşçılar sürüşünü, din bahsi olduğunda elinde keserle baltayla meydana çıkışını, değneğini bırakarak çoban olarak gittiği Avrupa’nın merkezine Türk mührünü vuruşunu, evladını askere davulla zurnayla gönderişini, cebinde parası olmadığı halde hesap ödemek ister gibi yapan şirinliğini görmeme engel değil! Biz böyleyiz! Ve bu satırların yazarı iki kez denediği Türklükten istifa teşebbüsünden vazgeçtiyse bu milletten daha güzel millet olmadığı içindir!

 

Rabbim ne güzel ne güzel Rabbim, Müslüman Türk yaratılmak!”

 

Anladım bu fikirli dostu. Türklüğün aslında Müslümanlık olduğunu, İslâm’la Türk kavminin millet şartlarını haiz olduğunu ve temsil hakkı kazandığını unutan posa Türk milliyetçilerinin modernizm ve sistemin dayattıkları karşısında ölçülerini kaybedip ne idüğü belirsiz bir karaktere dönüşlerine kızmış. Ona selâm olsun.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.