Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Doğu Türkistan’a Ecdâdımız Gibi Gitmek

Yıl 1873.  Doğu Türkistan Çin zulmü altında inlemektedir.  Güneşin doğduğu yerdeki, yani Doğunun son Müslüman milleti Uygurların lideri Yakup Han, yeğeni Hoca Töre’yi İstanbul’a nizam-ı âlemin padişahı Sultan Abdülaziz’e elçi olarak gönderir.

Hoca Töre elinde bir mektupla huzura alınır. Mektupta, Yakup Han’ın, yeryüzündeki Müslümanların hâdim olan padişahın “engin kanatları altına sığınmaya geldiklerini, Çin istilası ile mücadele etmek için büyük hünkarımızın yardımına ihtiyacı olduğunu” belirten sözleri,  Sultan Abdülaziz’in yüreğinin üstünden geçer.

Dünyaya nizam veren âl-i Osman ceddinin İ’lâ-yı Kelimetullah dâvası kalbine düşer ve hüzünlenir. Güneşin doğduğu yerdeki uzak milletdaşımızın ülkesi Doğu Türkistan için askerî yardım hazırlıklarına başlanır.

    Kaşgar Çin zulmü altında ezilirken hiç durur muydu Osmanlı? Dünyanın neresinde mazlum millet ve ümmetdaşımız varsa, Osmanlının eli ve yüreği oradadır. 

     Yakup Han’ın elçisi Doğu Türkistan’a askerî yardım yüklü bir Osmanlı gemisi ve teçhizatlı bir savaşçı takımı ile İstanbul’dan gönlü şâd, yüreği bileyli bir şekilde ayrılır. Hindistan’ın Bombay şehrinden sonra heyet, uzun bir kara yolculuğundan sonra Kaşgar’a varır. Türk heyetinin şehre varmasıyla şehirde sevincin göklere erdiği bir bayram havası başlar. Yakup Han, Osmanlı heyetini yüz pare top atışıyla selamlarken, Uygurlu karındaşlar Osmanlı heyetini gözyaşlarıyla karşılar.

    Kafilenin komutanı Yüzbaşı Ali Kâzım, dağlarına ve bitek ovalarına bakarak Kaşgar’ın bir Anadolu şehrinden farklı olmadığını anlar. Doğu Türkistan’a gönderilen Türk bayrağı Kaşgar semalarında dalgalanmaya başlar. O günden itibaren  Kaşgar câmilerindeki hutbeler yeryüzüne nizam veren,  Müslümanların ve Türklerin hâdimi Osmanlı Padişah’ı adına okunmaya başlar.

Yüzbaşı Ali Kâzım, Kaşgar’da Uygur gönüllülerinden katıldığı bir topçu taburu kurar.  Kurduğu birliğe de Nizam-ı Cedid adını verir. Nizami savaşı ve top-tüfek kullanma, mermi imal etme tekniklerini öğretir. Bu durumdan Çinliler rahatsız olur ve ezici gücüyle Doğu Türkistan’a saldırmaya başlar.

   Büyük bir mücadeleye rağmen Osmanlı askeri Çinlilere esir düşer. Yüzbaşı Ali Kâzım ve arkadaşları zindana atılıp zincire vurulur. Ağır Çin işkencesi altında ölümcül günler başlar.  Sırtlarında kamçı yarası ve açlıktan bir deri bir kemik kalırlar. Tırnaklarına demir iğneler saplarlar ve otuz üç gün işkenceye tâbi tutulurlar. 

Yüzbaşı Ali Kâzım ve Osmanlı askerlerinin idamına karar verilir.  Zindanda elleri ve ayakları zincirlenmiş olan Yüzbaşı Ali Kâzım yaslandığı taş duvardan sırtını çekerken derisi yer yer kopar.  Ağır acılara rağmen dua için bir deri bir kemik kalmış ellerini Allah’(c.c.)’a kaldırır:

 “Allah’ım, Müslüman karındaşların ülkesine Sen’in rızan ile geldik. Mazlum karındaşlarımızın mücadelesine yardım için harp ettik.  Sen’in bizim için hayırlı kıldığın her şeye razıyız.  Şimdi Sen’in yardımına muhtacız” der ve devamını getiremez, yığılır kalır.

Yeni atanan Vali, idamlık Osmanlı askerlerini görmek için hapishaneye gelir. Valinin aslı nesli Doğu Türkistanlıdır.  Çocukken esir edilerek Çinliler tarafından eğitilmiştir.  Esirlerin idam edilişlerine Vali de eşlik edecektir. İdam öncesi esirlere son istekleri sorulur.  Ali Kâzım kendisi ve arkadaşları için iki rekât namaz kılma isteğinde bulunur.  Namaz kılma istekleri kabul edilir.

Yüzbaşı Ali Kâzım imam olur, askerler arkasında saf tutarlar. Vali, onların namaz kılışlarını dikkatle bakmaktadır. Namaz bittiğinde Vali, Ali Kâzım’ın yanına gelir, “Bu yaptığınız nedir?” diye sorar. O da “Müslümanların ibadetidir” der.

Bu iki kelimelik ifadenin ardından Vali “Babam da böyle yapardı” der ve sîmasına adeta merhamet damarları hâkim olmaya başlar ve düşünceleri değişir. Vali’nin kalp ve dimağından azıcık da olsa Doğu Türkistanlılık şuuru sâdır olur.  İdamın ertelendiği tâlimatını verir.

Bir zaman sonra Ali Kâzım ve arkadaşları İstanbul dönerler, fakat hâlâ zulüm çilesi dolmamıştır Doğu Türkistanlı karındaşların.  Osmanlı ecdâdımızın yardımları büyük sultan Abdülhamid Hanın, üzerinde Türk bayrağı dalgalanan Pekin Hamidiye Üniversitesi ile devam eder.

O gün bugündür bu iki  -Türk sultanlarının gönderdiği askerler gibi gidemedik. Ne acı değil mi?                                

Bozgun yıllarından sonra Batı ve Asya’da hükümferma olduğumuz zamanlar aklımıza düştükçe başımız hep öne düşüyor. Sonra alıştık, izzet ve şerefle çekildiğimiz diyarlara ve Doğu Türkistan’a turist olarak gezmeye gidiyorduk, Çinlilerle ticaret hacmimizi artırmaya çalışıyorduk.

Doğu Türkistan’ın şanlı önderleri Yakup Han’dan sonra sürüp gelen İsa Yusuf Alptekin’i, Osman Batur’u, Barat Hacı’yı unuttuk.

Ah, mazlum Doğu Türkistan! Geleyim diyorum, gelemiyorum… Bildiğin muhteşem recüliyetimiz yok artık… Anla bizi, sana mahcubuz…

---------------------------------------------

ŞAİR MEMDUH ATALAY’DAN FİKİRLİ BİR ŞİİR: “DÜNYA HÂLİ”

Ey azizan!

Şair Memduh Atalay, yüreğinin üstünden geçen sancıları fikirli mısralara döken bir şairdir. Modernizme yenik düşen Müslümanların hâllerini, yayınladığı son kitaplarından birinin de adı olan “Dünya Hâli” başlıklı şiiriyle mısra kalıplarına dökmüş. Ölçülerini kaybetmiş, bir yanıyla trajik, diğer yanlarıyla ikiyüzlü, eklektik ve eyyamcı hâle gelen bir kısım Müslümanların bedbaht hallerini anlatan bin miligramlık fikirli şiirini bir daha okudum ve paylaşmak istedim: 

“Bu büyüleyici kuş dansı bana bir şey söylemiyor / Çocuklar da eşyalar arasında taşınırken / Kim arınmış bir kalbi ister desem ekran puslu / Kim beş yüz milyar desem düğün bayram / Ekrana gömülüyor kızlar diri diri /

Dünya hâli! /                                                                                                                  

Araya bir Yunus dipnotu düşelim desem / “Çıktım tevil ağacına / Anda yedim faizi / Bostan ıssı kakıyup / Der: Ne yersin özünü” / Tutunmanın da var elbet bir bedeli yazımız silik / Kayıp giderken aşk yaşama telaşının üstünden / Ya varsa kabilinden bir tedbir sulhumuz salahımız / Kim sorusuna bir belgeden ibaret kimlik / Şairler hep bakakalır deli deli /

Dünya hâli! /

Kurbanı etten bayramı şekerden / Öldürür modernizm beni kederden / Ümmet olmak korkusu günbegün içerden / Bir kurt gibi kemirir damarımı / Sonra Nazım’ın makine sesine nisbet mi nedir / Tak / tik tak/ tik / Ellerde bir teknik bir teknik / Zikir matik / Gözler vitrin yutmuş sarhoş misali /

Dünya hâli! /

Evlerin etrafını kediler de terk etti / Yetimhaneler kurduk eş diye iş, iş diye eş seçerek/ Hayat müşterek! /Sanki ölümleri de kovduk şehrin ötesine / Merhamet resimleri düştü tuvalimize / Öyle kayboldu ki çağrının sesi / Paralı asker olunur düşman saflarında / Gazete gibi günlük ölümler ve aşklar / Şen ol, mutlu ol, zengin ol derslerinden önce / Gömdüler şehrin taş yapısına bizim” melali” /

Dünya hâli! /

Geçtik anadan yardan serden / Atatürk’ü de öğrendik minberden / Üç kuruşa fit olduk ötesi derin mevzu / Kalbi midemize meze ederken / Siyaseten emin cephelerde savaştık / Rozetler taşıdık göğsümüzde şiirler söyledik / Köprülerden geçtik dayımız Eyropa / Korkuyu filmlerde öğrendik sinemamız niçin yok / Meczup dedik dışta tuttuk niçin olsun seslerini /

 

Dünya hâli! /

Yağmur çürüyen kalabalığın tam ortasında / Yağmur dünya ile aşkın ortasında / Her yüzde aynı gölge her seste aynı hüzün / Döndükçe herkes mağlup seferden / Bu bıçağı ben tutuyorum kesik ellerimle / Bırakmam acı tenden ruha geçmedikçe / Besmelesiz dükkan açmayan semerci dede iki büklüm / Araya giriyor muvazateyn sureleri ama /  Biber gazıyla gezen müminleri gördükçe / Semerci dedeye güveniyorum / Emanet dediği canı dişine takılı / Teknik putlardan yıkayarak elimi gözümü şiirlerimi / Bir uslanmaz deliyim belli /

 

Dünya hâli / Dünya hâli / Dünya hâli!”

 

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.