Başkanlık sistemi Hedefleri olan bir ülkeyi Güçlendirir!
Seçimlerin ardından en çok merak edilen konulardan birisi olan Başkanlık sistemi son günlerde sıkça konuşulmaya başladı. Diriliş Haber Gazetesi’ne özel açıklamalarda bulunan Prof. Dr. Ahmet Nohutçu, Başkanlık Sistemi'ne dair çok önemli noktalara değindi.
Son dönemlerde adından sıkça söz ettiren Başkanlık sistemi ile ilgili herkes tarafından çok çeşitli yorum ve varsayımlar ortaya atılıyor. Uzun zamandır gündem de olan, 1 Kasım seçimlerinin ardından çok fazla konuşulan Başkanlık Sistemi ile ilgili akıllara takılan soruları ve sistemin öne çıkan özelliklerini Diriliş Haber Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mücahit Dalkara’ya anlatan Prof. Dr. Ahmet Nohutçu Nohutçu, “Devletin başında bir kişi olsun onu da halk seçsin” diyerek, Başkanlık sistemiyle Cumhuriyet'in daha da güçleneceğini söyledi. Türkiye’nin gündeminde olan Başkanlık Sistemi ve Yeni Anayasa ile ilgili Diriliş Haber Gazetesi’nin sorularını cevaplayan Prof. Dr. Nohutçu hazırlıkların tüm hızıyla devam ettiğini, Başkanlık Sistemine neden ihtiyaç duyulduğunu, Sistemin olmazsa olmazlarının neler olduğunu ve Türkiye’nin nasıl bir Başkanlık Sistemi modeli olası gerektiğini anlattı. Parlementer hükümet sisteminin sorunlarına değinen Nohutçu, Askeri talimatla kaç hükümet kurulduğunu açıkladı. İşte Nohutçu’nun Diriliş Haber Gazetesi’ne özel açıklamaları:
Başkanlık Sistemine bakış açınız nedir?
Dünyada çağdaş demokratik hukuk devletlerinde farklı hükümet modelleri uygulanmaktadır. Bu çerçevede başkanlık, parlamenter hükümet ya da yarı başkanlık modellerinin tamamı anayasal hukuk devletleriyle uyumlu hükümet şekilleridir. Binaenaleyh, hükümet modeli tercihi yaparken öncelenmesi ve korunması gereken bizzat hükümet şekli olmayıp, esas gaye bütün kurum, kural ve süreçleriyle işleyen evrensel çağdaş demokratik yönetim düzeyine ulaşmak olmalıdır. Bir ülkenin devlet geleneği, tarihsel geçmişi, siyasal kültürü, sosyal dokusu ve bileşenleri, iktidar alışkanlıkları, sosyo-ekonomik dinamikleri ve gereksinmeleri gibi temel parametreler göz önünde bulundurularak, hangi hükümet sistemi milli egemenliği tam tecelli ettirecek, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını sağlayacak, insan hak ve özgürlüklerini koruyacak, çağdaş demokratik standartları konsolide edecekse o sistemin tercih edilmesi ya da o sistemi geçiş sağlıklı ve rasyonel bir karar olacaktır. Bu bağlamda başkanlık sistemi parlamenter sisteme göre avantajları ve üstün tarafları olan daha güçlü bir model olması hasebiyle olumlu olduğu kanaatini taşıyorum. Ancak ülkemizin nevi şahsına münhasır hususiyetlerine göre adapte edilmesi noktasının da gözden kaçırılmaması gerekliliğini özenle vurgulamak isterim.
Başkanlık Sistemine neden ihtiyaç duyuldu?
Bunun en önemli nedeni daha etkin, güçlü ve istikrarlı bir yönetim arayışıdır. Parlamenter sistemin en büyük zaaflarından biri her an koalisyonlara dolayısıyla ülkenin sosyal ve ekonomik huzur ve istikrarını bozacak yönetim zafiyetlerine teşne olmasıdır. Parlamenter hükümet sistemini benimseyen 93 yıllık Cumhuriyetimizde şu an 64. Hükümet döneminde bulunuyoruz. Eğer başkanlık sistemi olsaydı şu an 24. Hükümet döneminde olacaktık. Ya da başka bir bakış açısıyla 64. Hükümet dönemi Cumhuriyetin 256. Yılında yani 2179 yılında kurulmuş olacaktı. Dolayısıyla halk tarafından seçilmiş başkanlar kendi dönemlerinde Meclis tarafından görevden alınma ihtimali olmadan kararlılık içinde, etkin ve güçlü bir yönetimle hizmetlerini yapacaklar, ülkemizin ekonomik ve sosyal gelişimi daha hızlı ve sağlıklı gelişimi sağlanabilecektir. Ülkemizin siyasal tarihine baktığımız zaman hızlı atılımların, sosyal ve ekonomik gelişmenin ivme kazandığı 1950-60 döneminde 10 yılda 5 hükümet, 1983-1991 döneminde 8 yılda 2 hükümet, 2003-2014 döneminde 11 yılda 4 hükümet kurulmuştur. Oysa ülkemizin siyasi, ekonomik, idari çalkantılar ve darboğazlara düçar olduğu 1961-1980 döneminde 17 hükümet, 1991-2002 döneminde 10 yılda 11 hükümet kurulmuştur. Bu tablo ve veriler, siyasal ve idari istikrar ve kararlılığın devlet yönetiminde ne kadar hayati olduğunun bir göstergesidir.
Başkanlık isteminin temel özellikleri, olmazsa olmazları nedir?
Öncelikle Başkanlık sisteminin temel karakteristiği gerçek ve katı kuvvetler ayrılığıdır. 1715 yılında “Kanunların Ruhu” isimli kitabında Montesquieu bireylerin hak ve özgürlüğünü güvence altına alan demokratik hukuk devletinin varlığı için devletin egemenliğini kullandığı üç araç olan yasama-yürütme-yargı erklerinin birbirinden kesin ve net olarak ayrılması gerekliliğini vurgulamıştır. Oysa parlamenter hükümet sisteminde yürütme yasamanın içinden çıktığı ve yine yasamanın güvenoyuyla göreve başlayabildiği, üstelik yasamanın iradesiyle görevine son verildiği için yasama ve yürütme etle tırnak gibi kaynaşmış olup bu iki erkin gerçek anlamda ayrılığı yoktur.
TEK SEÇENEK İSTİKRARLI DEVLET YÖNETİMİ
İkinci olarak başkanlık sisteminde yürütme monisttir, yani tek elde toplanmıştır. Oysa parlamenter hükümet sistemi, yürütmenin başında devlet başkanı ve bakanlar kurulu olduğu için düalist yapıdadır. Bu düalizm özellikle devlet başkanıyla bakanlar kurulunun farklı siyasal görüşlerden olduğu durumlarda sistemin kilitlenmesine neden olmaktadır. Ayrıca az önce ifade ettiğim üzere bu yapı her an koalisyon üretme potansiyeline sahip olduğu için siyasal ve ekonomik istikrarsızlıklara da gebedir. Oysa başkanlık sisteminde en çok oy alan kişinin yürütmede olacağı, dolayısıyla devlet ve hükümet başkanı tek olacağı için sağlam ve istikrarlı bir devlet yönetimi tek seçenektir.
Üçüncü bir nokta, başkanlık modelinde halk hem yasamayı hem de yürütmeyi bizzat seçtiği için çift meşruiyet bulunmaktadır. Bu anlamda halkın iradesi devlet yönetiminde daha fazla ve doğrudan tecelli etmekte, bu da başkanlık sisteminin gerek milli egemenliğin tecellisi gerekse demokrasinin pekiştirilmesinde önemli bir çerçeve ve zemin oluşturacağını göstermektedir.
Dördüncü olarak, sert kuvvetler ayrılığının da bir sonucu olarak başkanlık sisteminde yasaları yapanlarla icra edenler aynı kişiler olamaz. Bu iki işlev birbirini tamamlayan nitelikte olmakla birlikte içerik ve kapsam olarak farklı uzmanlık alanlarıdırlar. Yasa yapanlar; seçmenlerden, siyasal kurum ve süreçlerden, bürokrasiden, hükümet dışı sivil toplum kuruluşlardan, medyadan, hatta uluslar arası kurum ve mekanizmalardan gelen talepleri, sorunları, konuları toplar, müzakere edip ihtiyaç ve imkanlara göre çözümler bulup kamusal politikalar olarak formüle eder ve nihai olarak yasa ya da norm olarak topluma sunarlar. Yürütme erkinde bulunan icracılar ise, yasamanın belirlediği hukuki normlar çerçevesinde devletin sunacağı eğitim, sağlık, güvenlik, bayındırlık vb. gibi temel kamu hizmetlerini teknik kural ve usullere göre sunarlar. İşte bu iki alanın ve bunları ifa edenlerin ayrı ellerde olması daha rasyonel, profesyonel ve kurumsal bir yapılaşma doğurur.
Türkiye'nin Başkanlık Sistemi nasıl olmalıdır? Yani, A.B.D. deki Başkanlık Sistemiyle Türkiye'de ki başkanlık sistemi arasındaki fark ne olmalıdır?
Ülkemiz 36 yıldan beri bir gece yarısı fermanı diye nitelenebilecek çok büyük açmazları olan, hukukun evrensel ilkelerine, çağdaş demokratik değerlere aykırı darbe anayasası ve darbe hukuku ile yönetilmektedir. Toplumun tüm kesimlerinin, siyasetin bütün aktörlerinin neredeyse müttefiken uzlaştığı yeni bir Anayasa ihtiyacını ülkemizin yüzlerce yıl önünü açacak bir fırsata dönüştürebileceğimiz çok kritik bir eşikte bulunuyoruz. Bu süreci siyasetin dar ve kısır çekişmelerine, popülist söylemlere, ideolojik kapris ve komplekslere, statükocu manipülasyonlara, korkulara, kaygılara, şahsi ihtiraslara ve emellere feda ve kurban etmemek hepimiz için son derece kritik tarihsel bir sorumluluk ve misyon olmalıdır. Hakeza, yeni anayasanın en önemli konusu olan hükümet modelini de hiçbir şahıs, parti, iktidar üzerinden kurgulamamak başarılı ve uzun soluklu kurumsal bir devlet idaresi için oksijen kadar elzem ve kaçınılmaz bir parametre olmalıdır.
Bu çerçevede yeni hükümet sistemi kurgulanırken amaç herhangi bir sistemi empoze etmek ya da adapte etmek olmayıp, az önce de ifade ettiğim gibi, evrensel demokratik hukuk devletinin tüm kural ve kurumlarıyla gerçek anlamda var olduğu, insan hak, onur ve haysiyetinin güvence altına alındığı, yargı bağımsızlık ve tarafsızlığının sağlandığı tüm dünyanın örnek ve model olarak kabul edeceği bir anayasal düzen oluşturmak olmalıdır. Binaenaleyh, kuvvetler ayrımı, tam ve doğrudan millet egemenliği, monist yapıdaki yürütmenin başındaki devlet ve hükümet başkanının halk tarafından seçilmesinin tek seçenek olması nedeniyle demokratik cumhuriyet gibi çağdaş kurum, kural, mekanizma ve süreçler parlamenter hükümet sisteminden ziyade başkanlık sisteminde vücut bulduğu için başkanlık sistemi bir model olarak alınabilir. Mamafih, ülkemizde uygulanacak bir hükümet sistemi dünyanın herhangi bir ülkesinde uygulanan modelin aynısı asla olamaz ve zaten olmamalıdır. Amerika Birleşik Devletleri’nde ortaya çıkan başkanlık modelinin de sorunuzda ifade ettiğiniz üzere Türkiye’de uygulanmasında ülkemizin devlet geleneği, siyasal kültürü, sosyo-ekonomik dinamikleri, jeo-politik özellikleri dikkatle göz önünde bulundurulmalıdır.
Örneğin:
-ABD’de, tarihsel, coğrafi, demografik ve toplumsal özgün koşullarından dolayı federal devlet yapısı bulunmaktadır, bizde ise üniter devlet yapısından ödün verilmesi mümkün değildir.
-ABD’de Kongre, yine federal yapının gereği Senato ve Temsilciler Meclisi olmak üzere çift kanatlıdır. Bizde 1876 Kanun-u Esasi ve 1961 Anayasasında çift meclisli bir yapı öngörülse bile, bu parlamenter faaliyeti yavaşlattığı için, tek meclisli olması uygun ve rasyonel tercih olacaktır.
-ABD’de bugünlerde basından da takip ettiğimiz üzere başkan adayları ön seçimle belirlenmektedir. Bizde TBMM’de grubu bulunan partilerin önerileri ile birlikte belirli miktarda seçmenin önerisi üzerine bizzat halkın tercihiyle belirlenmesi daha gerçekçi durmaktadır.
-ABD’de başkan adayları delegasyon sistemi de dediğimiz iki dereceli bir seçimle belirlenirken, bizde doğrudan halk tarafından yani tek dereceli bir seçimle başkanın belirlenmesi daha uygun görünmektedir. Ayrıca bu seçimin iki turlu olması olasılığı yüksektir.
-ABD’de başkan ve Kongre seçimleri farklı zamanlarda yapılmaktadır. Bizde emek ve zaman bakımından daha ekonomik olacağı için meclis ve başkanın seçimleri eş zamanlı yapılacaktır.
Parlamenter hükümet siteminin sorunlarından bahseder misiniz?
İfade ettiğim üzere, parlamenter hükümet sisteminde, fonksiyonel ve organik anlamda ayrı görünse de, yasama ve yürütme erkleri arasında uygulamada bir ayrılık olmayıp tam bir içe çelik söz konusudur. Bakanlar kurulunu kurmak üzere görevlendirilen parlamentoda en çok milletvekili olan partinin başında olan milletvekili, yine çoğunlukla milletvekillerinden oluşan bir bakanlar kurulu listesi hazırlamakta ve ancak parlamentonun onayıyla göreve devam edebilmektedir. Görev sürecinde meclisin denetim yollarına tabi olan bakanlar kurulunun her zaman meclis tarafından düşürülme riski bulunmaktadır.
Aslında bu işin dışarıdan görünen yüzüdür. İşin iç yüzü tam tersidir. Başbakan çoğunlukla parlamentoda en çok milletvekili olan parti grubunun başında olması hasebiyle, bakanlar kurulundan gelecek tasarı ve önerilerin özellikle tek partili iktidarlarda kabul görmeme ihtimali dahi yoktur. Bu anlamda yasama yürütmeden gelen önerileri otomatik olarak onaylayan bir noter makamı haline gelmekte, özerkliğini ve özgünlüğünü kaybetmekte, yürütmeye bağlı bir konumda yer almaktadır. Örneğin Türkiye’de Cumhuriyet döneminde yasamanın kabul ettiği kanunların %92’si bakanlar kurulu tarafından tasarı halinde sunulmuş tekliflerdir. Bu örnek, parlamenter sistemde halkın iradesinin yansıdığı kurum olan TBMM’nin temel işlevini ve bağımsızlığını kaybettiğinin, yürütmeye bağımlı bir organa dönüştüğünün göstergesidir.
İngiltere’de doğduğu ve uygulandığı haliyle klasik parlamenter sistemde sembolik ve törensel yetkileri olan, devletin birliğini ve bütünlüğünü simgeleyen sorumsuz devlet başkanının siyasi ve icrai alana karışması mümkün değildir. Binlerce yıllık demokrasi ve hukuk devleti mücadeleleriyle yetkileri budanan kral ya da kraliçeler İngiltere’de sadece sembolik Taç’ı (Crown) temsil edip siyasal ve yönetsel işleyişe asla müdahil olmazlar. Ancak, Türkiye gibi parlamenter sistemi adapte eden pek çok ülkede krala tekabül eden devlet başkanları ya da cumhurbaşkanları çoğu kez hiçbir sorumlulukları olmadığı halde çok önemli yetkilerle donatılmışlardır. Üstelik ülke siyasetinin çok önemli, etkin ve dominant siyasal aktörlerinde biridirler. Cumhuriyet tarihimizde Fahri Korutürk gibi bir veya iki istisna dışında durum hep böyledir. Yürütmenin başındaki bu ikilik, özellikle devlet başkanı ve hükümet kanatlarının farklı siyasal kanatlardan olması halinde ülkenin istikrarını bozan çok ciddi tıkanmalar, problemler ve açmazlara nenden olmaktadır.
KENDİ İÇİNDE KUTU
AHMET NOHUTÇU:
Aslında, 1982 Anayasasında devletin yasama, yürütme ve yargı organlarının oluşum ve şekillenmesinde aşırı yetkileri ve etkileri olan, ancak buna karşın idari, hukuki, siyasi ve cezai hiçbir sorumluluğu olmayan Cumhurbaşkanlığı makamının işbu hukuki ve idari statüsü bile yeni bir anayasa ve revize edilmesi gereken hükümet sistemi için bizatihi yeterli ve gerekli nedendir.
ASKERİ TALİMATLA 3 HÜKÜMET KURULDU
Ayrıca, parlamenter hükümet sisteminde, parlamentoda hiçbir partinin tek başına üye tam sayısının salt çoğunluğunu, yani yarıdan bir fazlasını sağlayamaması halinde tek başına iktidarlar oluşamayacak, uzun ömürlü olmayan, belirli tavizlere dayanan koalisyon ya da azınlık hükümetleri kurulacaktır. Parlamenter hükümet sistemiyle yönetilen 93 yıllık Cumhuriyetimizde şu ana kadar kurulan 64 hükümetin 35’i tek başına iktidar, 15’i koalisyon, 4’ü azınlık, 5’i geçici 2’si ise geçici hükümetlerdir. Darbe dönemlerinde ise askeri talimatla kurulan 3 adet hükümet bulunmaktadır.
Oysa Başkanlık sisteminde koalisyon olmayacaktır, doğru mu?
Aynen öyle, başkanlık sisteminde yürütme yasamanın kompozisyonundan bağımsız bizzat halkın oyuyla şekillendiği için koalisyon olabilmesi teknik olarak mümkün değildir. Bu da, yönetsel istikrar, güçlü irade ve başarılı kamu politikaları anlamına gelir. Koalisyon dönemlerinde ortaya çıkan sorun, hata ve başarısızlıklar tarafların diğerine mahkum oldukları, dolayısıyla karşılıklı birbirlerini suçladıkları için sahiplenilmemektedir. Oysa başkanlık sisteminde halkın oyuyla yürütmede olan başkan, vebaliyle sevabıyla idari, hukuki ve siyasal açıdan her türlü sorumluluğu üstlenmekte, başarılı olması halinde bir dönem daha görevine devam etmekte ve bayrağı yine halkın iradesiyle seçilen halefine devretmektedir.
Aslında bu nokta başkanlık sisteminin en önemli avantajlarından birini oluşturmaktadır. Çünkü başkanlık sisteminde 4 ya da 5 yıllık görev süresiyle başkan en fazla iki defa seçilebilmekte, sonra anayasa gereği bir başka aday göreve gelmekte, parlamenter sistemin en ciddi handikabı olan neredeyse ömür boyunca partinin ya da ülke siyasetini başında olan lider sultasına engel olmaktadır. Başkanlık sistemine en fazla yapılan eleştiriler tam da bu nokta da ortaya çıkmaktadır. Çünkü “kazanan her şeyi alır” prensibince, kaybeden partinin lideri koltuğunu da bırakmak zorunda kalmakta, yerine başarı potansiyeli olan taze kan taşıyan etkili ve aktif liderlere bırakmaktadır. Aslında siyasete ve yönetime dinamizm ve yenilenme imkanı veren bu durum, partileri ile neredeyse bir mülkiyet ilişkisi kurmuş geleneksel statükocu muhalefet liderlerini kaygılandırmakta, sistemin değişmesine karşı tutucu reflekslerle karşı çıkmasına neden olmaktadır.
Başkanlık sistemiyle ilgili halkımız cumhuriyet ya da demokrasinin kazanımlarından kayıplar olacağı, tek adamlığa ya da diktatörlüğe geçileceği, federalizme kayışla ülkenin bölünebileceği türünde endişeler ve kaygılar dile getirilmektedir. Bu konuda ne söylemek isterseniz?
Bu hususta bir takım ideolojik ve siyasi manipülasyonların olduğu, yanlış algıların üretildiği doğrudur. Kişi bilmediği şeyden korkar, kaygı duyar ve bilmediğinin düşmanıdır. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki; her sistem ya da hükümet modeli uygulayıcıları elinde antidemokratik formlara kayabilir, ülkeyi federalizme, diktatörlüğe götürebilir. Binaenaleyh, sistemin evrensel çağdaş demokratik hukuk devleti kriterlerine göre işlemesi, vatandaşların bu ilke ve değerleri hassasiyetle sahiplenmesi, bilinçlenmesi, bunun için de hak ve özgürlüklerinin anayasalarla güvence altına alınmasıyla mümkündür. Aslında hep seçkinci ve tepeden inmeci elit zihniyet ve vesayet kurumlarıyla anayasaları fermanvari yöntemlerle empoze edilmiş ülkemizde, toplumda baskın bir konsensüsle yeni bir anayasa yapma iradesinin belirmesi bile toplumuzun belirli bir demokratik olgunluğa eriştiğinin açık göstergesidir. Bu süreç başarılabildiği takdirde sorunuzda ifade ettiğiniz korku ve kaygıların asılsızlığı kendiliğinden anlaşılacaktır.
ÖDÜN VERİLMEYECEK TEK HUSUS CUMHURİYETİMİZ
Yine de belirtmek isterim ki, başkanlık sisteminde ödün verilmeyecek veya geri dönülmeyecek tek husus Cumhuriyetimizdir. Çünkü devlet şekli olarak İngiltere, İspanya, Danimarka gibi meşruti monarşi ile yönetilen ülkelerde devlet başkanlığı babadan oğla ya da anadan kıza veraseten intikal ederken, Cumhuriyette devlet başkanı meclis ya da halk tarafından seçimle iş başına gelir. Yani, şu an bizim de tabi olduğumuz parlamenter hükümet sisteminde meşruti monarşi ihtimali varken, devlet başkanının bizzat halk tarafından seçileceği başkanlık sisteminde alternatifsiz tek seçenek Cumhuriyettir. Bu anlamda, başkanlık sistemi Cumhuriyetin ve kazanımlarının dönüşü olmayan biçimde konsolide edilmesidir.
Şu hususu açıkla beyan etmek isterim ki; hükümet sistemi ile devlet şekilleri birbiriyle asla özdeş olmayıp, biri diğeri için zorunluluk içermemektedir. Örneğin her ikisi de parlamenter hükümet ile yönetilen İngiltere ve Almanya’yı karşılaştıralım: Klasik parlamenter sisteme tabi İngiltere üniter devlet yapısına sahip olup meşruti monarşi ile yönetilirken, yine parlamenter hükümet sisteminin mevcut olduğu Almanya federal devlet yapısına sahip olup Cumhuriyet ile yönetilmektedir. Ayrıca parlamenter hükümetle yönetilen Kanada, Avustralya ve Hindistan gibi ülkeler federal devlet örgütlenmesi mevcutken. Başkanlık sisteminin uygulandığı Meksika, Şili, Peru gibi ülkeler bizim gibi üniter yapıdadır.
Dünyada başkanlık sistemi ile yönetilen ülkeler hangileridir?
Başkanlık sisteminin en belirgin örneği Amerika Birleşik Devletleri’dir. Ayrıca Venezüella, Arjantin, Brezilya, Yeni Zelanda, Bolivya, Azerbaycan, Endonezya, Dominik Cumhuriyeti, Filipinler, Ekvator, Honduras, Meksika, Peru, Nijerya, Uruguay, Türkmenistan gibi ülkelerde uygulanmaktadır. Bunun yanında, Fransa, Portekiz, Rusya, Romanya, Ukrayna gibi ülkeler de başkanlık sistemini ile parlamenter hükümetin karması niteliğinde yarı başkanlık sistemi uygulanmaktadır.
Mevcut anayasa da sıkıntılar olduğunu söylediniz. Olması gereken anayasa nasıl olmalıdır?
12 Eylül darbesinin bir ürünü olan 1982 Anayasası, darbeyi yapan generalin direktifleriyle hazırlanmıştır. Anayasada aynı kişinin şahsı için tanımlanan bir Cumhurbaşkanlığı makamından başlamak üzere, temel hak ve özgürlükleri kısıtlayan, yargı bağımsızlığını gölgeleyen, halka hesap vermeyen vesayet kurumlarını önceleyen, demokratik ve hukuk devletinin en temel ilke ve süreçlerini bile ihlal eden pek çok hüküm ve düzenleme içermektedir. 34 yılda 17 kere değişmesine rağmen 1982 Anayasası kendi ifadeleriyle “sözü ve ruhu” ile derin darbe izleri ve antidemokratik bir karakter taşımaktadır.
Dolayısıyla, Türk Milleti 21. Yüzyılın başında ilk kez evrensel demokratik ve hukuki değer ve ilkeleri temel referans alarak kendi siyasal gelenekleri, iktidar algısı, ihtiyaçları, jeopolitik konumu ve sosyo-ekonomik dinamiklerini de göz önünde bulunduran milli bir Anayasa yapma kavşağında bulunmaktadır. Yeni anayasanın mümkün mertebe toplumun tüm kesimlerini kapsayacak şeffaf ve katılımcı bir müzakere, mutabakat ve uzlaşı ile hazırlanıp kabul edilmesi uzun meşruiyetinin ve uzun soluklu olmasının olmazsa olmaz şartıdır.
YENİ ANAYASA NASIL OLMALI?
Yeni Anayasamızın tüm etnik, ideolojik, felsefi, mezhepsel, dinsel vb. tüm sübjektif etmen ve faktörlerden arındırılmış olmalıdır. Anayasanın hızla değişen koşullara ayak sağlayabilmesi için uzun ve ayrıntılı olmayıp, eski tabirle “efradını cami, ağyarını mani”, yani bir Anayasada olması gerekli hususları içerecek kadar kapsamlı, ancak kanunların ve diğer alt düzey normların alanına giren konulara yer vermeyecek kadar da kısa, az, öz ve çerçeve olmalıdır.
Yine de, yeni Anayasa esas itibariyle insan hak, özgürlük, onur ve haysiyeti gibi evrensel değerleri egemen kılan, çağdaş demokratik hukuk devletini tüm kurum, kural, süreç ve mekanizmalarıyla egemen pekiştirecek, yasama-yürütme-yargı erklerinin birbiri üzerine nüfuz edip manipüle etmeyen bir sistem kurgulayıp kuvvetler ayrılığını ve halkın egemenliğini gerçek anlamda hayata geçirecek, milli iradeye ipotek uygulayan hesap vermeyen vesayet kurumlarını bertaraf edecek, milletvekilliğini “ismiyle müsemma” kılıp milleti gerçekten temsil etmelerini sağlayacak seçim sistemlerinin önünü açacak, siyasal sistemin teminatı olan yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını sağlayıp konsolide edecek bir içerik, kapsam ve karakterde olması hayati önem arz etmektedir.
Anayasa hazırlıklarından bahseder misiniz? Sizce yeni anayasa hazırlıkları nasıl sürüyor?
12 Haziran 2011 seçimlerinden sonra 24. yasama döneminde TBMM’de grubu olan 4 partinin eşit temsiliyle oluşan ve çalışmalarına 19 Ekim 2011 günü başlayan Anayasa Uzlaşma Komisyonu, yaklaşık 170 civarında madde kaleme almış, ancak yalnız 59 tanesini mutabakat sağlayarak kabul etmiş, fakat sonraki maddelerde kırmız çizgilere takılarak dağılmıştır. 1 Kasım 2015 seçimlerinden sonra başlayan 26. yasama döneminde yine büyük bir heyecanla be sefer Anayasa Mutabakat Komisyonu ile toplanmış, ancak maalesef geçen günlerde 16 Şubat 2016 tarihinde ana muhalefet partimizin başkanlık sistemine itirazından dolayı dağılmak zorunda kalmıştır.
Yeni Anayasanın mümkün mertebe toplumun resmi ve sivil tüm kesim ve aktörlerini kapsayan, katımcı ve çoğulcu bir yöntemle hazırlanması kaçınılmaz zorunluluktur. Ancak yüzde yüz tam mutabakat sağlamak eşyanın tabiatına aykırı bir durumdur. Yeni Anayasanın müzakere ve mutabakat ile ortaya çıkması demek asla tüm maddelerinin tüm aktörler tarafından oybirliği ile kabul edilmesine anlamına gelmez. Binaenaleyh, yeni Anayasa hazırlıkları yapan az önce bahsettiğim 24 ve 26. yasama dönemi komisyonlarının en büyük usul hatası oybirliği ile karar alma yöntemini benimsemeleri olmuştur. Bundan sonraki oluşacak komisyonlarda izlenmesi gereken yol “salt çoğunluk”, yani katılanların ya da üye tamsayısının yarısından bir fazlasıyla karar alıp mutabakat sağlanması yönteminin kabulü olmalıdır. Aksi takdirde, hiçbir başarı şansı görünmemektedir.
Son olarak, çağdaş evrensel demokratik ve insani değerler, hak ve özgürlükler, kuvvetler ayrılığı, tüm kural ve kuralları ile işleyen hukuk devleti yargı bağımsızlığı gibi temel ilkelerle devlet ve milletimizin milli ve manevi değer ve referanslarını harmanlayarak kaynaştıran, mezceden bir Anayasa yapabilmeyi başarabildiğimiz takdirde, tüm dünyaya örnek özgün bir devlet ve hükümet modeli de gerçekleştirebilecek potansiyele sahip olduğumuza kati inancımı da açıkça izhar etmek isterim.
KAYNAK: Maraştanhaber
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.